Akşam yemeği fazla gergin geçmişti. Herkes mirası alacak kardeşi benim seçmemden şikayetçiydi.
Dört müstakbel kocam, dört müstakbel kaynanamla evlerine döndüğünde kendime bir kadeh içki doldurup bahçedeki havuzun yanında duran şezlongun üzerine oturdum. Eve ilk geldiğim zaman bu havuzun suyunu bahçedeki çiçekleri sulamak için kullandıklarını düşünmüştüm. O zaman ne kadar da aptal, cahil bir köylü kızıydım!
Yapmak istediğim şeyler vardı ama yurtdışından döndüğüm an babam oğullarının önüne atmıştı. Yirmi beş yaşındaydım ve bu yaşıma kadar kimseye aşık olmamıştım. Kalbimi kilitlemiş o duyguyu kendime yasaklamıştım. Babama verdiğim bir söz vardı ve bu sözümü alakasız birine kalbimi vererek tutamazdım.
Evleneceğim oğulu seçerken de kalbimi kilit altında tutmak zorundaydım. Babamın istediği mirasına gerçekten sahip çıkacak biriydi ve ben de doğru kişiyi seçmek için mantığımı kullanacaktım.
Umarım doğru kişi anlaşamayacağım bir oğul olmazdı!
‘’Tatlı kuşum.’’ diyen sesle yanıma adımlayan babamı gördüm. Bazen seslenecekken Turna Hanım derdi ki bunu söylediği zamanlar genelde benden bir beklentisi olduğu zamanlardı bazen de tatlı kuşum derdi. Ah bir de akıllı kızım kelimesi vardı ki Mücahit ağabeyle bu konuda hiç anlaşamıyorlardı. Biri akıllı derken diğeri deli diyordu.
Biraz delilikten kimseye zarar gelmezdi.
Yanımdaki şezlonga oturduğunda elimdeki içki kadehini alıp bir yudum içerek geri verdi. Ben de onun gibi bir yudum çektim.
‘’Fazla dertlisin.’’
Omuz silktim. ‘’Seni hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyorum. Ya doğru kişiyi seçemezsem?’’
‘’Benim kızıma inancım tam.’’ diyerek elimi tutup üzerini okşadı. ‘’Seni ben büyüttüm yanlış bir seçim yapman mümkün değil ama oğullarımı anneleri büyüttü hepsi doğru kişi olamaz.’’
‘’Peki ya birden fazla doğru varsa?’’ diye sordum bu defa. Olabilirdi. Oğullarının hepsi iyi bir eğitim almıştı ve az çok babamın işlerini biliyorlardı. Kendi yaptıkları işlerde olduğuna emindim. İçlerinden mirası hak eden birden fazla kişi varsa o zaman neye göre seçim yapacaktım?
‘’O zamanda Turna Hanım kalbinin sesini dinleyeceksin. Seni oğullarımdan uzakta büyütmemin bir sebebi var. Kardeş bildiğin bir adamla evlilik yürütemezdin ama şimdi hepsi senin için bir yabancı. Büründükleri karakterleri bilmiyorsun, nasıl insanlar olduklarından bihabersin.’’
İç çektim. Haklıydı hepsi benim için yabancıydı. ‘’Senin aklında bir oğul var mı?’’ İtiraz edene kadar hemen, ‘’İsim istemiyorum sadece düşündüğün biri olup olmadığını merak ediyorum.’’ diye ekledim. Babam insanları iyi tanırdı. Sürekli karşısına ilk çıktığımda gözümdeki cesareti gördüğünü aksi halde anneme yardım ettikten sonra beni köyde bırakacağını söylerdi.
Oğullarının da potansiyellerini az çok bilirdi ama kendisi doğrudan şu oğlum olsun diyerek diğer oğullarını bir kavgaya sürüklemek istemiyordu. Onların gözünde ben bir yarış alanıydım ve beni elde edemezlerse mirası kendileri kaybetmiş olacaktı ve mirası neden bana bırakmadın diyemeyeceklerdi.
‘’Benim düşüncelerimle kendi düşüncelerini birbirine karıştırma.’’ Şezlonga tamamen yatıp ellerini başının altına koydu. ‘’İlk kime gideceksin karar verdin mi?’’
‘’Hayır.’’ dedim bende babam gibi şezlonguma yatarak. Üç kez iç çekip ofladım sonra yattığım yerden geri kalkıp eve girdim ve aldığım kağıt kalem ile geri geldim. Kağıdı dört parçaya bölüp hepsine müstakbel kocalarımın isimlerini yazarak katladım.
Avuç içime alıp salladıktan sonra babama uzattım. ‘’Çek birini bakalım benimle yaşama şerefine erişecek ilk oğlun kim olacak?’’
Babam yattığı yerden tekrar doğrularak oturdu. ‘’Çekelim bakalım o şanssız oğlum kim olacak?’’ Bir de gülüyordu! Somurttuğumda gülmesi daha da genişledi.
Eli avuç içimdeki kağıtlara uzandıktan sonra birini çekti. Kağıdın katını açarken bende merakla bekliyordum. İlk kendi baktı sonra bana çevirdi.
RASİM
Mayıs ayında doğarak oğulların üç numaralı sırasına yerleşen kişiydi. Yüz kilo olan şişko oğuldu.
Kendimi şezlonga doğru yatarak bıraktım. ‘’Bu oğlun beni yemek olarak yer.’’
Babam kolumu tutup havaya kaldırıp geri bıraktı. ‘’Rasim’in dişinin kovuğuna girmezsin seni yiyip ne yapsın?’’
‘’Gülme!’’ dedim sitemle gülen babama. ‘’Sana altı ya da yedi yıl kadar önce de demiştim Rasim’e yemek yemeyi yasakla ileride onunla evlenirsem yanımda şişko bir koca istemiyorum diye.’’
‘’Herkes ben mi manken gibi olsun?’’ Babam gülmeye devam ediyordu. Keyifle şezlonguna tekrar yattı.
‘’Herkes zayıf olamazda onunki de çok fazla be baba! Oturduğu yerde kendi yağlarına gömülüyor.’’ Kalanını sesli dile getirmedim ama şöyle azıcık onun mirasa uygun olduğunu düşününce aklım ister istemez yatak odasına kayıyordu. Yüz kiloluk yağ kütlesi altında ezilecektim. Yaz aylarında her daim ter kokacaktı. Bir de onun gibi çocuklarım olursa tombik tombik ıyy neyse düşünmek istemiyordum.
İçki kadehini yerden alıp babama doğru kaldırıp kafama diktim. Tek solukta hepsini içmiştim. “Kızım gelin oldu evden gidiyor diye çok ağlama.”
“Gittiğin yer çok uzak her gece gizlice ağlayacağım ama adamlarım görmesin sonra sözümü dinlemezler.” Babam gülerken yattığı yerden bana doğru eğildi. “Bence sen bu evliliği bir aydan fazla sürdüremezsin baba evine dönersin sonra da bekarlığa dayanamaz başkasıyla evlenirsin.”
Sözleriyle kahkaha attım. Sesim bahçenin içinde yayılmıştı. “Bence ben bu azimle dört koca eskitirim ama üzülme babam ilk aşkım sensin ben onlardan önce seni görüp, sevdim.”
“Manken gibi adamdım o zamanlar gören kadınların aklını alıyordum da yaşlandım artık sen beni boşver gençlere bak.” Şezlonga tekrar keyifli bir şekilde yatmıştı.
Babam konuşması, şakalaşması kolay bir insandı ama ciddiyetini takındığı an yanından kaçmak isteyeceğiniz kadar korkutucu olurdu. Ağzından çıkan her sözü emir gibi yerine getirirdiniz aksi aklınıza bile gelmezdi.
“Eskisi gibi her gece olmasa da haftanın en az dört günü farklı bir kadınlasın umarım sana benzeyen bir oğlun yoktur çünkü ben nikahsız karıların gibi olmam adamın canını çekip alırım.”
“Yık geç be turna kuşu kim tutar seni!” Babam söylediklerimle fazlasıyla eğleniyordu. Hiç oğluma zarar verme demiyordu.
“Oğullarını mı daha çok seviyorsun yoksa gelinini mi?” diye sordum.
“Kızımı seviyorum.” dedi.
“Of şimdi keyiflendim işte.” dediğimde gülerek şezlongumdan kalkıp üzerimdeki kıyafetlerle havuza atladım. Sıçrattığım su babamın üzerine gitmiş onu da ıslatmıştı.
Havuzdan çıktığımda üzerimden akan sularla eve girdim. Geçtiğimiz yerleri ıslatıyordum.
Ayşin abla yerleri gördüğünde bildiğin çığlık atmıştı. “İlk günden geldiğini belli etme be kızım.” dedi sitemle. Elinde büyümüştüm kızı gibi severdi beni. Babamdan çekinirdi ama bu durum beni azarlamalarına engel olmazdı.
“Bırak kendi kurur.” derken merdivenden bir basamak çıktım ki Mücahit ağabeyle karşılaştık.
“Evlen de akıllan azıcık.” dedi ıslak kıyafetlerime bakarken.
“Ben dördünü de delirtip mirasa tek başıma konmayı düşünüyordum.”
“Yaparsın senden beklerim.” dediğinde karşılıklı güldük.
Odama çıktığımda hızlıca duş alıp yatağıma uzandım. Çok uzun zaman ayrı kalmıştık ve yarın tekrar ayrılacaktık.
Sabah kalktığımda kahvaltıya indim. Babamla uzun uzun güzel bir kahvaltı yaptık. Evde bu kadar geç saate kadar benim için kaldığını biliyordum. Dün getirdiğim valizi hiç açmadan geri indirttim.
Evden ayrılacakken, “Arkamdan su dök!” dedim babama.
“Tüküreceğim. Kuvvetlidir bir aya döndürür seni geri.” diyerek gülünce ben de güldüm.
El sallayıp yürümeye başladım. Evin bahçesinden çıktığımda yolun karşısına geçtim üç numaralı eve doğru ilerledim.
Evin kapısına vardığımda derin bir nefes aldım. Kapıyı çalmak yerine doğrudan açıp içeri girdim.
Evlerin iç tasarımını bilmiyordum. Benim için bugüne kadar girilmesi yasak bir alandı. Salon oldukça büyüktü ve yemek masası salonun bir köşesindeydi. Anne, oğul hâlâ masada kahvaltı yapıyordu. “Günaydın.” dedim sesli bir şekilde ve arkamdan gelene elimle ileriyi gösterdim. “Valizleri bırakın lütfen.”
“Ay gelinim gelmiş.” diyen Serap teyze masadan fırlarcasına kalkıp yanıma geldi. Yüzünde büyük bir gülümseme vardı. “Oğlumu seçeceğini biliyordum.”
“Beni seçmedi anne.” diye Rasim araya girdi. Oturduğu yerde hâlâ yemekle meşguldü. Ağzına aldığı ekmeğin kırıntısı konuştuğu için ağzından dışarı fırlamıştı. “Babam birer ay dedi ya ilk ayı burada geçirmeye karar vermiş.” Bakışları bana döndü. “Bu kararı nasıl verdin kısa çöp benim bahçeme mi düştü yoksa kura mı çektin?”
Gözlerim kısıldı. Görüntüsünün aksine konuşması zekiceydi. “Kısa çöp işi de güzelmiş ama ben kolaya kaçıp kura çektim.” dedim. Görüntüsüne rağmen ön yargılı olmayacaktım gerçekten layık olup olmadığını anlamak için normal yakınlıkta davranacaktım.
“Oğlumla o bir ayı geçir diğerlerinin yanına gitmeye gerek bile duymayacaksın.” Serap teyze koluma girip masaya doğru sürükledi. “Gel hadi yeni evindeki ilk kahvaltını yap.”
“Kahvaltımı yaptım teşekkür ederim.”
“Yemek buldun mu yiyeceksin.” Rasim gülerek büyük bir krep parçasını ağzına tepti. Krebin ucu dudağının kenarından aşağı sarkmıştı. Hüp diye içine çekti.
“Ben doyduğum an yemeyi bırakmayı tercih ediyorum sana da tavsiye ederim.”
Söylediğim komik değildi ama kahkaha atarak gülmüştü bir de ağzı doluydu. Masanın ortasına kussam nasıl olurdu?
‘Sevgili evren beni duyuyorsan Rasim, babamın mirasına layık biri olmasın böyle bir adamla evlenirsem gerdek gecesi ya onu öldürürüm ya kendimi! Nokta! Sevgilerle Turna!’
Serap teyzenin çektiği sandalyeye oturduğumda kendi tabağını önüme koyup yiyeceklerle doldurmaya başladı. “Yemeyeceğim.” dedim.
“O zaman çay, kahve, meyve suyu, içki bir şey iç. Kendi evin gibi rahat ol.”
“Kahve alabilirim.”
Serap teyze mutfak tarafına doğru bağırdı. “Lokmabot kahve!”
Lokmabot? Öyle isim mi olurdu? İsmin şokundan çıkana kadar mutfaktan gelen şeyi gördüm. Şey diyordum çünkü insandı ama değildi. Ayakları bilekten aşağısı yoktu tekerlekti.
Cidden mi? Evde robotlarımı vardı? Bir de üzerine siyah beyaz hizmetçi kıyafeti giymişti.
“Turna kızıma ver.” dedi Serap teyze beni göstererek.
Lokmabot kahve dolu büyük fincanı önüme bıraktı. Ben hâlâ şaşkındım.
“Talimat vermediğiniz için kurtarılabilir olsun diye şekersiz yaptım.” diyen o robot sesiyle konuşup arkasına dönerek mutfağa gitti.
Ardından bakarken Rasim, “Şeker ister misin?” diye sordu rahatlıkla. Onun konuşmasıyla masanın üzerindeki sesle bakışlarım çevrildi.
Bardağıma doğru gelen demirden bir ahtapot vardı. İki uzun koluyla havada bir şekerlik tutuyordu.
Ben bu eve girdiğimde yanlışlıkla zaman atlaması yapıp gelecek bir tarihe mi geldim?
“Kaç şeker?” diyen ahtapotun iki parlak gözü bana çevrildi.
“Şekersiz içiyorum ama yarım şeker at.” dedim merakımdan. Şekerliği masanın üzerine bıraktı. Küp şekerin birini uzangacıyla tutup havaya kaldırdı. Gözünde kırmızı lazer ışığı belirdi, ışığın ardından toz şeker mükemmel bir kesimle ikiye ayrılmıştı.
Yarısını bardağımın içine attı ve fincanın tabağında duran kaşıkla alıp karıştırdı. “Senin adın ne?” diye sordum.
“Şekerpare!” dedi Lokmabotun sesine benzeyen robot sesiyle.
“Bana bak o lazerlerinle güzel tenime zarar verirsen seni ayağımın altına alır ezerim.”
“Canlılara zarar vermem yasak. Bunu yapmayı denersem yapamadan kendimi imha modum aktifleşir.” Arkasını dönüp masanın ortasına geçti.
“Çok tatlı değil mi?” dedi Serap teyze. “İsimlerini ben verdim. Oğlum saçma sapan rakamlardan harflerden oluşan isimler vermişti.”
“Benim verdiğim isimlerin onların özellikleriyle bağlantılı anlamları var anne. Sen sadece çayına, kahvene şeker attırıyorsun diye şekerpare diyorsun.”
Bakışlarım Rasim’e kaydı. Görüntüsü çok mide bulandırıcıydı. Yediği yemeklerden elleri yağlanmıştı ve arada ağzına sokup yalıyordu. Bir kez de geğirmişti ama konuştuğu anda zeki görünüyordu.
“Robot neden?” dedim yeşil gözlerine bakarak.
“O robotları ben yapıyorum. Bir tür hobi işte.”
“Oğlum kendini küçük gösterme.” Annesi elini koluma koydu. “Rasim Ar-Ge mühendisi, özel bir teknoloji firmasında çalışıyor. Daha geçen ay yurtdışından beş farklı firmadan onlarla çalışması için teklif geldi ama kabul etmedi.”
Pekala bu benim için şaşırtıcı olmuştu. Asla beklemiyordum. Sadece yiyip, içip, yatan boş biri gibi görünüyordu. “Böyle güzel bir işin varsa neden babamın mirasını istiyorsun?” diye sordum.
“Neden istemeyeyim? Zeki olmak baba mirasını reddetmeyi mi gerektiriyor?”
“Haklısın neden istemeyesen ki?” dedim iç çekerek.