Stefano...

1189 Words
Dünyanın neresinde olursanız olun; kafanızda taşıdığınız soru işaretleri size her yeri birbirinin aynısı gibi gösterebilir. İnsanla insan arasında, insanla kendi arasındaki uçurum nereye giderse gitsin asla kapanmaz anlayacağınız. Babası ile arasındaki mesafeli ilişki, baba kız ünvanlarındaki sahiplik eklerini benimsememiş ancak; bir eğitmen ile eğitilen arasındaki kuvvetli bağı ise oldukça sağlam işlemişti. Ondan o kadar çok şey öğrenmişti ki Mahi; kimse kalkıp da ona babasının gölgesinde yetişiyor diyemezdi. Arhan Uluçay'ın kızı olmasına rağmen hiçbir zaman emeklerinin önüne geçen bir katkısı olmamıştıno ismin. Arhan Uluçay'ın kendisi gibi başarılı kızı olarak anılmıştı her daim. Şimdi ülkesinden binlerce kilometre ve onlarca saat uzakta uzandığı koltukta şehre hakim olan ışık cümbüşünü izlerken; ister istemez içindeki hayatların nasıl olduğunu merak ediyordu. Kaç ebeveyn ile çock arasında köprüler kuruluyor, kaçında köprüler yıkılıyor, kaçının harcı yeniden karılıyordu kim bilir? Hayal meyal hatırladığı annesi yaşasaydı belki daha farklı bir ailede büyürdüm diye sık sık düşünür olmuştu bu aralar. Sürekli çıkmaza düştüğü bu duygusal ruh halinden bir an evvel sıyrılmak istiyordu ancak; izlediği konfersans görüntülerindeki sarsılmaz, yıkılmaz dediği adamın aniden yere yığılışını bir türlü aklından çıkaramıyordu. Kalp krizi ataklarında önceden seyreden semtomlar bariz bir şekilde kategorilenmişti. Midede şişkinlik ve karın duvarını kaplayan yanma hissi, sol kolda göğüs hizasından başlayan uyuşma ve sancı, soğuk soğuk terleme, giderek göğüs kafesine yayılan ağrı. Bu belirtilerin hiçbir yansıması yoktu babasının hareketlerinde. Ne yüzünü buruşturmuş ne de nefessiz kaldığına dair hareketler sergilemişti. Eli bir kez bile göğsüne gitmemişti mesela. Göğsü ağrısa gayri ihtiyari bu hareketi yapmaz mıydı? Sahneyi bütün ihtişamıyla dolduran, akıcı ingilizcesi ile vakayı anlatan, sol eli cebinde, sağ elindeki kumanda ile ekrandaki sayfaları değiştiren adam, ritmik adımlarla dolaşırken aniden yere yığılmıştı. Bedeni, temeline dinamit yerleştirilmiş bir gökdelen gibi yan yatarak devrilmişti. Adeta bir çelik yığınından farksızdı görüntüsü. Bu sahneyi defalarca izlemiş ama hiçbir bilindik ölüm sebebinin semptomuna rastlamamıştı. Kollarında hissettiği serinlikle ürperince artık bu odadan çıkıp eve gitmesi gerektiğinin farkına vardı. Çünkü bu kanepede uzandığı andan itibaren arıza yapan havalandırma, ortam ısısını durmadan değiştirmiş ve dalgın bir şekilde uyumasını zorlaştırmıştı. Dağılan saçlarını açıp gelişigüzel bir şekilde yeniden topladı ve uyuşan bedenini esneterek doğruldu. Arkasını dönünce ancak fark etti Stevan'ın odadaki varlığını. En kısıt sese bile duyarlı kulakları, onun bilgisayar klavyesinde gezinen parmaklarından çıkan sesi nasıl olduysa duymamıştı. Kendi varlığını umursamayan adamı bir süre sessizce izledi. Uzun saçlarını ensesinde gelişigüzel toplamış ve yorgun gözlerinin imdadına yetişen kemik çerçeveli gözlükleri ile olgun ve yeni yetişkin bir adamın arasında sıkışmış bir profil veriyordu. Belli ki o da günü sonlandırmış ve gün sonu raporunu hazırlamaya koyulmuştu. Henüz ilk günü olduğu için takibinde herhangi bir hasta bulunmayan Mahi ise farkında olmadan bıkkın bir nefes verdi. Buraya gelirken böyle durağan bir tempo ile karşılaşmayı beklemiyordu. " Nihayet uyanabildin." " Uyuyabildiğim pek söylenemez. Bu havalandırma hep böyle kafasına göre mi çalışır? Sanırım hasta olacağım." "Şansa bak ki hasta olmak için oldukça uygun bir yerdesin." " Ne büyük bir ironi değil mi? İnsanları hasta eden bir hastane." " Biz de bunun için buradayız öyle değil mi? Hastaları iyileştirmek için." Bu bayağı muhabbete göz devirmeden edememişti Mahi. ' her neyse' dedi dilinin ucuyla. Birazdan bu hastaneden çıkıp, her ne kadar henüz benimseyememiş olsa da evin konforuna bırakacaktı kendini. Ertesi gün onu gerçek bir tempo bekliyordu. Yarın ki operasyon tablosunda şimdiden iki ameliyatta adı vardı. Önce güzel bir duş alıp karnını doyuracak, sonra da vakalar hakkında edindiği öykü geçmişini okuyacaktı. Onun varlığını umursamıyor gibi görünen adam ise hissettirmeden hareketlerini izliyordu. Hala yakaladığı benzerliğin nedenlerini sorguladığı açıktı. Eğer bu rastgele bir tesadüf ise inançlarını yeniden sorgulaması gerekecekti. Daima varlığından şüphe duyduğu yaratıcının var olduğunu kanıtlama yöntemi gibiydi. Dikkat çekmemeye çalıştıkça garip tavırlar serilediğinin farkında değilidi. Mahi etrafa göz gezdirip herhangi bir eşyasının kalıp kalmadığını kontrol edince resmi bir şekilde iyi akşamlar dilemiş ve odanın kapısına kadar ilerlemişti. Steven elindeki işi bırakıp ayaklandı ve genç kadının ardından yürümeye başladı. Arkasında onun adımlarını hissediyordu. Ensesindeki tüyler iç gıcıklayıcı bir şekilde ürpermişti. Bu adamın varlığı ilk andan beri onda bu tür tepkilere yol açıyordu. Sebebini henüz anlayamasa da içinden bir his bunu çok yakında öğreneceğini fısıldamaya başlamıştı bile. " Hey! bir yere mi yetişmeye çalışıyorsun? Ne bu acele?" " Evime gitmeye çalışıyorum. Neden sordunuz? Bir terslik mi var?" " Hayır bir terslik yok. Sadece aynı yere gidiyoruz ve dışarıda feci bir yağmur var. İstersen benimle gelebilirsin demek istemiştim." " Bisikletle gelmiştim ama yağmur yüzünden taksi çevirmeyi düşünüyordum. " " Ciddi olamazsın. Sana bu havada San Francisco' da taksi bulmanın imkansız olduğunu söyleyen olmadı mı?" " Şansımı denemek istemiştim." " Boşuna bir çaba olacağını söyleyebilirim. 3452 Sutter caddesindeki rezidansta kalmıyor musun? 19. katta? " " Evet de siz bunları nereden biliyorsunuz? " Adamın gözlerindeki alaycı ifadelerle bir an söylediklerini düşündü fakat; Steven lafı uzatmadan konuya açıklık getirdi. " Bir doktorun iletişim bilgilerinin sorumlu şefi tarafından bilinmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz Maey." " Adım Mahi. Maey değil." " Buna mı takıldın? Sahi adının anlamı ne? " " Kötülüğü yok eden, kötüyü mahveden. Bir diğer anlamı da aya benzeyen, ay gibi olan. " " Demek doğa üstü güçlerin var Maey. " " Sizinle laf dalaşı yapamayacak kadar yorgun hissediyorum." " Tamam sustum. Geldik zaten, arabam şu blokta." " Buna gerçekten gerek yoktu." " Senin için ekstra bir çaba harcadığım yok. Zaten aynı binada oturuyoruz. O binada bu hastanede çalışan bir düzine doktor var neredeyse. Her gün birinden seni de götürmesini isteyebilirsin. Ya da yağmurlu havaları da hesaba katar ve kendine bir araba alırsın. Kullanmayı biliyorsun değil mi?" " Biliyorum ama kullanmamayı tercih ediyorum." " Sanırım travmatik bir sebebi var." Mahi için oldukça travmatik bir sebebi vardı hem de. Henüz 7 yaşındayken, annesinin onu okuluna bıraktığı bir gün, bir kavşakta kulaklarına dolan gürültülü klakson ve çarpışma sesleri ile irkilmişti. Çok erken kalktığı için, arka koltukta içi geçmişti biraz. Annesinin "Mahi" diye bağırdığını duymuştu enson. Onun her şeyini yavaş yavaş unutmuştu ama o canhıraş haykırışını asla unutamıyordu. Kabuslarında sürekli aynı sahnenin seslerini duyardı. Steve'in sorusuyla yine aynı ses çalındı kulağına ama daha bugün tanıdığı adama yarasını gösterecek değildi. O yüzden "trafik stresini sevmiyorum." dedi. İnandırıcı olmadığını o da biliyordu ama genç adamın üstelememesi içini rahatlattı. Yarasını göstermeyeceği kadar yabancı bulduğu adamın arabasında, yağmurlu Sutter sokaklarında ilerlerken, zihnindeki bu karmaşaya güldü Mahi. Onunla birlikte bir çok doktorun da aynı rezidansta kaldığını öğrenmişti ama başka biri olsaydı arabasına bu kadar rahat binebilir miydi bilmiyordu. Bu adamaki güvenilir yönü sadece hastanedeki rütbesine yorup bu düşünceyi geçiştirdi. Nispeten geç bir saat olduğundan dolayı trafiğe takılmadan gelmişlerdi. Rezidansın yer altındaki otoparkına girdiklerinde her dairenin kendisine ait iki arabalık park yerine sahip olduğunu öğrendi. Şehrin belki de hoşuna giden ilk özelliği bu olmuştu. Zira İstanbul'daki park çilesi dillere destandı. Arabaya bindikleri andan itibaren konuşmayı bırakan ikili, biri tek haneli katlara, diğeri de çift haneli katlara çıkan iki asansör kapısının önünde durakladı. Mahi 19. katta, Steve ise 16. katta yaşıyordu. Bu da demek oluyordu ki yolları burada ayrılacaktı. Resmiyetini elden bırakmayıp teşekkür etmek için hazırlanmıştı ki aniden üzerlerine tutulan far ışıkları ile kala kaldı. Bir kapı açılıp kapanma sesi duymuştu ama ışıkların yoğunluğundan kim olduğunu göremiyordu. Önce sessizliğe bir tokmak gibi vuran ayak seslerini duydu, sonra da yabancısı olduğu dilden bir cümle... " Hola mi viejo amigo Stefano. Vine a ti para recordarte tu promesa." ( Merhaba eski dostum Stefano. Verdiğin sözü hatırlatmak için ayağına geldim..)
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD