“Beatrice, bir çocuk gibi davranmaktan vazgeç! Olan oldu artık.” Babam bağıra çağıra bana bir şeyleri anlatmaya çalışırken onu dinlemek dahi istemiyordum. Hatalı olduğumu biliyordum, bana yanlış davrandığının ve yapmaması gereken bir şeyi yaptığının da farkındaydım ama hiçbir şeyi durduramıyordum.
“Bir şeyin olduğu yok, şirkette çalışmaya devam edeceğim ve beni sattığın şerefsiz her kimse umarım beklemekten hoşlanıyordur çünkü kendi isteğimle asla ayağına gitmeyeceğim.” Babam yanıma hızla gelip omuzlarımı tuttu ve beni ileri geri sarsmaya başladı. Söylediklerimi beğenmemiş olacaktı sanırım ama ben sadece doğruları söylüyordum.
“Hayatına bir fahişe gibi devam etmeyeceksin ve tek bir adama ait olacaksın! Senin bu ahlaksızlığın ailemize sürdüğün leke çok olmaya başladı!” Bağıra çağıra söyledikleriyle beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Asla bir fahişe olmamıştım, birlikte olduğum insanlardı vardı evet ama erkekler yaptığında onları kral eden bu şey beni nasıl soytarı edebilirdi?
Hayatımı istediğim ve olduğum gibi yaşamak istiyordum. Ben olduğum kadın olarak mutluydum. İnsanları severdim ve beni sevdiklerini bilirdim. Cinsel hayatım bunun dışında tutulmalıydı.
“Benimle bu şekilde konuşamazsın! Ben kimseye leke sürmedim. Benim hareketlerimin ve yaptıklarımın tek sorumlusu benken ne hakla kendine bir şeyler oluyormuş gibi konuşabilirsin?” Söylediklerimin hemen ardından suratıma yediğim o sert tokadın etkisiyle yüzüm sola doğru savrulmuştu. Savrulan tek şey yüzüm değil incecik bir ip üzerinde duran duygularım da perişan olmuştu.
Gözlerim yaşadığım bu anın üzerine dolarken ağlamamak için direndim. Yüzümü ona çevirip gözlerinin içine baktım. O gözlerde bana ait hiçbir şey göremiyordum. O gözlerde bir evlat olarak benim adım yoktu.
Anlıyordum ki ben zaten çoktan gözden çıkarılmıştım. Bunu ben mi geç fark ettim yoksa hiç görmek mi istemedim bilmiyordum ama istemediğim şeylere maruz kaldığım kesindi. Ben sadece mutlu olmak istiyordum, çok sevilmeye ihtiyacım vardı.
“Senin gibi bir babam olduğu için utanıyorum kendimden.” Başka hiçbir şey söylemedim. Dudaklarım titrerken ve gözlerim fazlasıyla dolmuşken kendime verdiğim sözler için direndim. Değil onun karşısında, bana acıyabilecek ve küçük görebilecek hiçbir kimsenin yanında ağlamamalıydım.
“Çık odamdan.” Beni ikiletmedi bile, sözlerim ona dokunmuş gibi de durmuyordu üstelik. Tam kapıdan çıkacakken arkasına dönerek bana baktı.
“Bugün şirkete git ve müstakbel kocanla tanış, artık ortalıkta sürtüp fahişelik yapamayacaksın. Bugün değil belki ama bir gün bizi anlayıp senin adına doğru kararı verdiğimizi anlayacaksın.” Söylediklerinden ardından ağız dolusu çığlık atarken o asla feryatlarımı duymadan odamdan çıkıp gitti.
Nefret ediyorumdum, nefret ediyordum, nefret ediyordum!
Olduğu aşağılık adamdan, bana uygulamaya çalıştığı bu aşağılık psikolojiden ve asla vermediği ama muhtaç hissettiğim o sevgiden nefret ediyordum. Her şeye rağmen ondan sevgi beklediğim için en çokta kendimden nefret ediyordum.
“Beatrice, iyi misin?” Annemin sesi ve saçmalıktan ibaret sorusu kulaklarıma dolduğundan sinirden patlayacağımı hissettim. Gerçekten bu soruyu sormasına gerek var mıydı? Eminim ki yoktu çünkü bana bakar herhangi bir insanın kötü olduğumu anlaması için ya kör olması gerekirdi ya da bana karşı tamamen duyarsız. Tahmin edilmesi zor olmamalı ki annem o duyarsız kadındı.
“Sence nasılım anne, beni görüyor musun? Beni ihtiyacınız bile olmayan bir oara uğruna sattınız! İşimi bedenimi… En sevdiğim şeyin o şirket ve hayatım olduğunu bile bile.” Kalbim ağzımda atıyordu ama bu sefer sebebi mutluluk değil acıydı.
Sonsuz bir acılar çukurunun içerisine düşmüş gibi hissediyordum. Nefretim anbean büyüyordu.
“Bunları anlamayacak kadar bana kayıtsız kaldığın için çok üzgünüm.” Anlık yaşadığım sinirin ardından pili bitmiş bir bebek gibi durulmuştum. Annemin gözleri hafif dolar gibi olsa dahi çabucak toparladı kendini.
“Baban aşağıda seni bekliyor, hızlı ol.” Dudaklarımdan histerik bir kahkaha çıkarken annem bana delirmişim gibi bakıyordu. Bu normaldi çünkü delirmiş hissediyordum. Aklımda türlü türlü oyunlar dönerken oraya gidip o aşağılık adamla tanışmanın en mantıklısı olduğunu biliyordum çünkü ona söyleyecek çok şeyim vardı.
Annemin suratına bile bakmadan hırsa aşağı indiğimde beni bekleyen kişinin babam değil şoförümüz Martin olduğunu görünce kendime ne beklediğimi sordum. Herhalde beni öldürecek ipi boynuma doladıktan sonra taburemi o itmeyecekti.
“Bayan Beatrice arabanız şirkete gitmek için hazır.” Martin’in söylediklerinden sonra onunla değil de tek başıma gitmek istediğime tam anlamıyla karar vermiştim.
“Siz dinlenebilirsiniz Bay Lost, ben arabamı kendim sürmek istiyorum.” Çalışanımız dahi olsa ona bay diye hitap etmeyi kendime borç biliyordum çünkü her insan saygı duyulmayı hak ederdi.
“Bayan Beatrice, babanız öyle buyurmadı. Lütfen işimi riske atamam.” Babamın ne kadar gönlü katı bir adam olduğunu bildiğim için Martin’e hak vermiştim. Babam ona işi nasıl yapması gerektiğini söylemişti ve eğer yapmazsa bunun sonuçları olurdu. Her zaman olmuştu. Başımı sallamakla yetindiğimde evden çıkıp arabama doğru ilerledik. Martin gelip benim kapımı açtığında içeriye geçtim.
O da şoför koltuğuna geçtiğinde şirkete olan yolculuğumuz da başlamış oldu.
Yaklaşık yirmi yirmi beş dakika bir sürede şirkete vardığımızda içini kemiren hisler silsilesi arasında boğulacak gibi hissediyordum. Kalbim sürekli olarak sıkışıyordu, gözlerim dolar gibi oluyor ama akmamak için direndiğinden hemen geri kuruyordu. Tereddüt, endişe ve korku dört bir yanımı ele geçirmiş durumdaydı. Zorlanıyordum.
Martin’e kısaca bir teşekkür edip arabadan indiğimde şirkete doğru yürüdüm. CEO’su olduğum ve kendi adıma çalıştığım bu şirketin belki de artık hiçbir şeyiydim. Bu durum beni üzmekle kalmıyor aynı zamanda öldürüyordu da. Şirketten içeriye girerek dedektörden geçtim. Çalışanlar bir bir beni selamlarken henüz hiçbir şeyden haberleri olmadığını anlayabilmiştim.
Ben asansöre doğru yürürken Alice koştura koştura yanıma geldi ve birlikte asansöre bindik.
“Bayan Sloane, kendinizi özlettiniz. Bir an şirkete hiç dönmeyeceksiniz sandık.” Alice’in samimi sesi kulaklarıma dolduğunda kendimi daha iyi hissetmiştim. Haklıydı, birkaç gündür asla şirkete uğramıyordum çünkü karşılaşacağım manzaradan deliler gibi korkuyordum.
“Birkaç şahsi sorunla uğraşmak durumunda kaldım ama artık buradayım.” Artık buradayım derken sesi titremişti. Burada olmaya devam edebilecek miydim bilmiyorum ama burada kalmak istiyordum. Bura bana aitti ve öyle de kalmalıydı. Aileme olan nefretim tekrar gün yüzüne çıkarken kafamı asansöre vurmak ve kendimi bayıltmak istedim. Asansör ilk olarak Alice’in inmesi gereken katta durduğunda bana doğru döndü.
“Umarım daha fazla sorunla uğraşmazsınız ve aramızda olursunuz Bayan Sloane. Görüşmek üzere efendim.” Ona içten bir gülümseme gönderip görüşürüz dedikten sonra asansörün kapısı kapandı, odamın bulunduğu en üst kata doğru ilerlerken yapacağın aşağılayıcı konuşmayı düşünüyor zihnimde defalarca kez tekrar ediyordum.
Her kim beni ve işimi satın alacak cesareti göstermişse buna bin pişman olacaktı çünkü kendimi teslim etmeye hiç niyetim yoktu. Asansör son katta durduğunda boğazımı temizledim. Sürgülü kapılar açıldığı gibi dıraşıya çıktığımda sicim sicim terliyordum.
Odama doğru ilerlerken başını dosyalardan kaldıramayan sekreterim Rebeka’yı görmek biraz da olsa evdeymiş gibi hissettirmişti. Masasına yaklaşarak ona doğru biraz eğildim.
“Bayan Rebeka, yoğun görünüyorsunuz.” Rebeka sesimle olduğu yerde sıçrarken gözleri far görmüş tavşan gibi açıldı. Dudakları şaşkınlıkla aralanırken aslında o kadar da uzun bir ara vermediğimi düşünüyordum ama bu çalışanlarım için bir şoktu. Çalışmayı seviyordum ve normal şartlarda bir gün bile ara vermek bana kaybolmuş hissettirirdi.
“Aman tanrım, verdiğin en uzun ara buydu seni çılgın!” Benimle iş personel ilişkisi içinde olmayan, başka çalışanlar yanımızda değilken, tek kişi Rebeka’ydı. O benim en yakın arkadaşımdı, tüm sırlarımı yalnızlıklarımı ve hüzünlerimi onunla paylaşırdım.
“Seni özledim Reb, gerçekten anlatacak çok şeyim var.” Rebeka arkamdaki odama baktı, daha sonra çok hızlı bir şekilde bana geri döndü.
“Bir saattir içeride seni bekliyor, biraz telaşlı biri gibi. Seninle konuşması gerekiyormuş. Senden alacağı bir şey olduğunu söyledi. Önce orayla ilgilen detayları bana sonra verirsin.” Hızlı hızlı konuşup cümlesinin sonunda da bana göz kırptığında olduğumdan biraz daha rahattım.
Odama doğru ilerleyip kapıya ulaştım. Kapının kulpunu sıkıca tutup çevirdim ve kapıyı içeriye doğru ittim. Beni satın alan adam tam karşımda sırtı bana dönük şekilde duruyordu. Tuhaftır ki duruşu bir yerden tanıdık geliyordu.
Ben kendi iç dünyamda kim olduğunu çözmeye çalışırken karşımda duran adam bunu daha kısa tutarak bana doğru döndü.
Yüzünü gördüğüm gibi ağzım şaşkınlıkla açılırken karşımdaki kişi tedirgin bir şekilde bana bakıyordu.
Siktir, siktir, siktir!
Karşımda duran adam Vincent Raphael’in babası Oliver Raphael’in ta kendisiydi!