Luke’un gözleri karanlık bir zaferle parladı. Ayla hâlâ nefretle ona bakıyordu ama bileklerindeki bağlar, onu kıpırdayamaz hâle getiriyordu.
"Ah, hâlâ mücadele ediyorsun. Ne kadar da tatlı." diye fısıldadı Luke, Ayla’nın saçlarından sertçe kavrayarak onu yukarı çekti.
Ayla acıyla inledi, başı geriye savruldu. "Bırak beni!" diye bağırdı ama Luke onu umursamadan daha da yaklaştı.
"Bırakayım mı?" diye mırıldandı, sesi alay doluydu. "Beni etki altına almaya çalıştın, prenses. Şimdi bu oyunun kurallarını ben belirliyorum."
Bir anda, Ayla’yı kollarından sıkıca kavradı. Parmakları derisine gömüldü, acı dalgalar hâlinde yayıldı vücuduna. Ayla dişlerini sıkarak acıyı bastırmaya çalıştı ama Luke’un gücü karşısında zayıf düşüyordu.
"Ne oldu, prenses? Bütün o güçlü büyülerin nerede şimdi?" dedi Luke, sırıtarak.
Ayla nefretle gözlerini kısarak "Seni asla affetmeyeceğim!" diye tısladı.
Bu sözler Luke’un ilgisini çekmiş gibiydi. Alaycı bir kahkaha attı, sonra aniden Ayla’yı büyük bir güçle duvara fırlattı.
Ayla'nın sırtı sert yüzeye çarptığında ciğerlerindeki hava çekilmiş gibi oldu. Acıyla inledi, yere yığılmamak için duvara tutunmaya çalıştı ama Luke ona fırsat vermedi. Hızla üzerine yürüyüp bileğinden kavradı ve yüzünü kendisine çevirdi.
"Şimdi bana bak, prenses." diye fısıldadı, yüzüne yaklaşarak. "Sana ne yapacağımı görmek için gözlerini kaçırmadan izlemelisin."
Ayla'nın içi korkuyla sıkıştı ama bunu ona göstermeyecekti. Dişlerini sıkarak, nefretle gözlerinin içine baktı. Luke, onun bu inatçılığını daha da eğlenceli bulmuş gibi gülümsedi.
Ayla’nın içinden kaçmanın bir yolunu bulması gerektiğini biliyordu. Ama Luke, her hareketini kontrol ediyordu ve bu savaşı kazanmak için sabırsızlanıyordu.
Luke, Ayla’nın bileğini acımasızca sıkarak kendine çekti. Gözlerindeki karanlık zafer, dudaklarının kenarında sinsice beliren bir gülümsemeyle birleşti.
Ayla nefes nefese kalmıştı. Vücudu yorgun düşmüştü ama ruhu hâlâ savaşmak istiyordu. Luke’un gözlerindeki vahşeti gördükçe kalbi daha hızlı atmaya başladı.
Luke, parmaklarını yavaşça Ayla’nın boynuna götürdü, dokunuşu ölümcül bir tehdit gibi tenine yayıldı. Başparmağı, atardamarının üzerinde hafifçe baskı uyguladı, sanki kalbinin atışlarını hissediyormuş gibi.
"Zevk aldın mı, minik kuşum?" diye fısıldadı, sesi alaycı ve soğuktu.
Ayla’nın midesi bulandı. Kaçmaya çalıştı ama Luke’un demir gibi güçlü parmakları onu yerinde tuttu. Derin bir nefes aldı, korkusunu bastırmaya çalışarak gözlerini ona dikti.
"Sen bir canavarsın," diye tısladı, tiksintiyle.
Luke’un kahkahası, odanın duvarlarına çarpıp yankılandı. "Ah, prenses... Daha yeni başlıyoruz."
Baskıyı artırdı, Ayla’nın nefesi kesildi. Gözleri kararmaya başladı, bilinci bulanıklaşıyordu ama direnmeliydi. Luke’un keyif aldığı şey korkusuydu ve Ayla ona bunu vermeyecekti.
Ama gücü tükeniyordu… ve Luke bunun farkındaydı.
Ayla, Luke’un baskısıyla duvara sıkışmış halde nefes almakta zorlanıyordu. Ellerini onun bileğine götürdü, kendini kurtarmaya çalıştı ama Luke’un kavrayışı çelik kadar sertti.
Luke, başını hafifçe yana eğip gözlerini onun yüzünde gezdirdi. "Ne oldu prenses? Tüm o cesur sözler nereye gitti?" diye fısıldadı, sesi zehir gibi sinsiydi.
Ayla dişlerini sıkarak ona meydan okuyan gözlerle baktı. "Beni korkutabileceğini mi sanıyorsun? Bana zarar vererek ne elde edeceksin?"
Luke’un yüzüne acımasız bir gülümseme yerleşti. "Zarar vermek mi?" Elini Ayla’nın çenesine götürüp yüzünü kendine çevirdi. "Ben sadece seni terbiye ediyorum. Uslu bir kız olsaydın, bunların hiçbiri olmazdı."
Ayla’nın tüyleri diken diken oldu. "Senden nefret ediyorum," diye tısladı.
Luke’un gözleri parladı, sanki bu sözler ona eğlence veriyormuş gibi. "Nefret... Ah, bu çok güçlü bir duygu. Ama bil bakalım ne? Nefret, tutkuya çok yakındır. O yüzden bana ne kadar direnirsen diren, sonunda bana ait olacaksın."
Ayla’nın midesi bulandı. Bir an bile Luke’un dediği şeyin gerçek olmasına izin veremezdi. Tüm gücünü topladı, ayaklarını yere bastırarak onu itmeye çalıştı ama Luke kollarını daha da sıktı, vücudunu duvara daha fazla yasladı.
"Bırak beni!" Ayla çırpındı ama Luke başını eğerek yüzüne yaklaştı.
"Ne kadar direnirsen diren, prenses… sonun hep aynı olacak," diye fısıldadı.
Tam o anda Ayla’nın zihninde yankılanan bir fısıltı duyuldu. "Şimdi!"
Emma’nın sesi gibiydi. Ayla’nın gözleri bir anlığına parladı. İçindeki güç kıvılcım gibi titredi ama serbest kalması için bir fırsat lazımdı.
Luke, farkında olmadan anlık bir boşluk bırakmıştı. İşte bu onun şansıydı…
Ayla'nın dudakları titrerken, içindeki fısıltılar giderek yükseliyordu. Kelimeler, eski zamanlardan kalma bir dilde, ruhunun derinliklerinden taşarak dökülmeye başladı:
"Vareun nistira, el'kash morenai… Sha'reth ilun vestara, kai'rum doshta!"
Hava ağırlaştı, etrafındaki enerji dalgalanmaya başladı. Luke'un kaşları çatıldı, bir anlığına dengesini kaybetti.
"Ne saçmalıyorsun sen?!" diye tısladı Luke, ama Ayla onu duymuyordu.
Büyü daha da yoğunlaşırken, Ayla'nın sesi yankılandı:
"Serath min'alu, thoran veshti kai'numa!"
Elleri ateş gibi ısındı, teninden parlayan altın rengi bir aura yayılmaya başladı. Luke geri çekilmeye çalıştı, ama görünmez bir güç onu sarmalıyor, hareketlerini kısıtlıyordu.
Ancak Luke pes edecek biri değildi. "Beni kandırabileceğini mi sandın?" diye kükredi ve bir hamleyle Ayla’nın bileğini yakaladı.
Ayla'nın gözleri dehşetle açıldı. Gücünü kullanıyordu ama Luke üzerindeki etkisi zayıflıyordu. Büyünün işe yaramadığı her saniye, Luke'un pençeleri daha da sıkılaşıyordu.
"Sha'vren talios… Fenrir dosh nevara!"
Ama büyü tamamlanamadan Ayla'nın gücü tükenmeye başladı. Vücudu zayıflamış, nefesi hızlanmıştı. Luke’un dudakları şeytani bir gülümsemeyle kıvrıldı.
"Gördün mü, minik kuş? Güç, kontrol edemeyene ait değildir."
Ve Ayla, bir kez daha kaçamayacağını anladı…