Ulaş Asilkan ya da Sarp Demirkan.
Benim için kim olduğu fark etmeyen tek kişi.
Bana bir hayat vaat ediyordu. Bunun yalan olmadığını biliyordum ama yine de kanmak istemiyordum. Çünkü Eray diye bir gerçek vardı. Her şeyini kaybetse bile bir şekilde yaşayacak ve beni de yanında götürmek için her yolu deneyecek olan bir adam vardı.
“Eray asla pes etmeyecek.” Sarp’ın, Ulaş olduğunu öğrenirse neler yapacağını tahmin bile edemiyorum. Tanrım, bu en kötü senaryodan bile kötüydü. Önümüzdeki ihtimallerin her biri diğerinden korkunçtu. “Onun neler yapabileceğini bilmiyorsun Sarp.” Durdum ve kendimi düzelttim. “Yani Ulaş…Kim bilir hiç kimsenin bilmediği ne tür gizli-“
“Bir saniye nefeslen Liyana, düşmanımı çok iyi tanıyorum.” Ellerimi tutup nazikçe öperken gülümsüyordu. “Unuttun mu? Bir zamanlar dostumdu.”
Yalandan da olsa evet, dostuydu.
“Peki ne yapacaksın? Onu hemen öldürmemenin özel bir sebebi var mı?”
“Önce cebini kurutacağım. İtalya’daki yatırımlarım sayesinde para akışını kendi elimden geçireceğim. Eray hiç fark etmeden kan kaybedecek. Sonra ortaklarını kendime çekeceğim ve onlara daha güvenli, daha kârlı yollar sunacağım. Eray’ın çevresi boşaldığındaysa kimse ona el uzatmayacak.” Parmaklarını saçlarımda gezdirirken sessizce planını dinledim. Bunları yapabilir miydi? Bu tahtı devralabilir miydi? Kanla yaratılan bu krallığı ele geçirebilecek miydi? “Ardından düşmanlarını besleyeceğim Liyana, biliyorsun ki onlardan çok var… O, sağdan soldan saldırılarla uğraşırken, ben yanında bir dost gibi duracağım. En güvendiği adamlardan bazıları çoktan bana çalışmaya başladı bile. Ve en sonunda… krallığını tek bir hamleyle devralacağım. Eray hiçbir şey anlamadan, kendi tahtını kendi elleriyle bana teslim edecek.”
“Vay canına.” Göğsüne uzandım ve planındaki kusursuz işleyişin tadına vardım. “Sence bunu gerçekten yapabilecek misin?”
“Bunu yapmakta çok geç kaldım.” Dudakları kulağımdan boynuma sürtünürken sırnaşarak ona biraz daha yaklaştım. “Çok fazla şeye geç kaldım.”
“Hiçbir şey ölmeden bitmez.” Kendimi ona çevirip kucağına yerleşirken ellerim yanaklarındaydı. Nasıl anlamamıştım? Oysa ki açıkça karşımdaydı…
“Senin ölmen gibi bir ihtimal yok.” Bileğimin içini öperken bir yandan parmaklarını kalçamda gezdiriyordu. “Katiyen yasak.”
Umarım Ulaş.
Umarım bu ikimiz için de geçerli olur.
Dudaklarını tekrar ve tekrar açlıkla sömürürken o da benden farksızdı. İnanılmaz birisi…Nasıl şeker gibi tatlı olabilirdi ki? Bu ağzın içinde ne vardı böyle?
“Ah…” Bir noktayı hatırlayarak geri çekildiğimde bunun uzun sürmeyeceğine dair bir bakış attı. Yani ne söyleyeceksem hemen söylemeliydim çünkü belli ki bir daha durmayacaktı. “Hizmetçi kıyafeti ve tüm o saçmalıklar hakkında ne söylemek istersin?”
Ulaş Asilkan utanarak güldü mü ben mi yanlış görüyorum?
Mükemmel bir görüntü. Siktir, inanılmaz tahrik oldum.
“Beni Ulaş olarak tanımana rağmen ilgilenmeni görmene sinirlendim.” HA? Ciddi misin sen be manyak herif?
“Kendini kıskanarak bana böyle bir ceza mı verdin?”
“Deli olduğumu söylememiş miydin?” Beni başka bir soruya izin vermeden öpecekti ki durdu ve bir detay daha verdi. “O gün gelen üç adamın da kafasına sıktım. Sikeyim…O gün herkesi kurşuna dizdim Liyana. Sana dokunduklarında aklımı kaybedecektim. En çok da senin tepki vermemen beni deli etti.”
Buna alıştığımı söylersem çok daha fazla delireceği için konuyu kapattım ve beni talan eden dudaklarının tadına vardım.
“Birisi görebilir.” Dudakları eşofmanımı kaldırıp oradan göğsüme ulaşırken bu ihtimali düşünerek beni kucakladı ve kış bahçesinden çıkıp eve girdik. Ortalıkta dolanan sadece iki kişi vardı ve onlar da bizi gördüğü anda başka yerlere girerek ortadan kayboldular.
Çok kısa süren bir ayrılıktan sonra tekrar buluşan dudaklarımız eskisinden daha aceleciydi. Her seferinde katlanarak artan bir ihtiyaca dönüşüyordu bedeni. Onu sürekli içimde tutmak ve ağzının içinde yaşamak istiyordum.
“Bunu çok uzun zaman hayal ettim.” Eşofmanımın altını çekip attı ve bacaklarımı ayırıp ıslaklığıma uzandı. “Siktir. Bana her zaman böyle ıslan.” Dilini içeri daldırdığında gözlerim zevkin ani istilasıyla açıldı ve bacaklarımı biraz daha açarak onu her yerimde hissetmek istedim. Daha önce fizyolojik olarak Eray’a sulanan kadınlığımı yakmak istiyordum. Ben sadece Ulaş’a ve onun her şeyine ait olmak istiyordum. Sadece kalbimi verdiğim adama ait olmak istiyordum.
Dilini derin hareketlerle üzerimde gezdiriyor ve dudaklarını da kullanıp beni emerek kendimden geçiriyordu. Saçlarını yolmam ona ayrı bir haz verirken bacaklarımın içine basarak biraz daha açtı ve dişlerini kasıklarıma doğru sürterek beni titretmeye başladı.
“Seni istiyorum…” Üzerindeki kıyafeti tuttum ve güçsüz bir çabayla onu kendime çekmeye çalıştım. Zaten çok uzun bir süre ayrı kalmıştık. Daha fazla ondan uzak durmak istemiyordum.
“Bir an bile aklımdan çıkmadın.” Üzerindeki kıyafeti çıkarttığında izlerle dolu kusursuz bedeni beni tapınmaya çağırıyordu. Her bir zerresi, benimdi. “Her gün seni düşündüm Liyana.” Benim kıyafetlerimden de kurtuldu ve bacaklarımın arasına girerek kendini içime itti. Hem o, hem de ben aynı anda inledik. Onun sert sesi dudaklarıma çarparken benim zayıf iniltim de onun vücudunda can buldu. “Her bir adımı senin için attım. Tüm planları senin için kurdum…” Kendini içime her itişinde tırnaklarımı geniş sırtına saplıyor ve kontrol edemediğim şekilde hareket ettiriyordum. Sevişmek haz verici bir eylem olabilirdi ama tüm ruhunla arzuladığın kişiyle sevişmek cennette uçmaktan farksızdı.
“Sadece seni sevdi-AH!” Sert bir hamleyle en derin noktama ulaştığında acı da vardı ama zevk ondan çok daha fazlaydı. Bacaklarımı kalçasına dolamıştım ve altında ezilen küçük bir beden olarak kalmıştım. Bedenimi ezen ağırlığı ve sıcaklığı deli ediyordu. Sert göğsüne yapışan göğüslerim her hareketinde sarsılıyor ve şişen uçları ona sürtünerek beni çıldırtıyordu.
“Ben kahrolası bir sapığım.” Diye fısıldadı kulağıma. Ama sesi genizden gelmişti. Yüksekteydi. Beraber düşecektik. “Her an sadece tek bir kadını düşleyen…” Hızlanan bedeni beni bas bas bağırtırken artık onu zor bela duyuyordum. “Sapığınım Liyana.”
Ondan önce ben boşaldım ve titreyen bedenimin kontrolünü kaybettim. Hissettiğim elektrik vücudumun her yerinde farklı şekilde parıldarken saniyeler sonra içimde hissettiğim başka bir sıcaklık da Ulaş’a aitti. Onun içime yayılan sıvısının verdiği aitlik hissi öyle ilkeldi ki her an bu ilkelliği yaşamak istedim.
Yanıma yatıp beni kollarının arasına çektiğinde bir başka hayatta kayboldum.
Yaşadığım ve insan gibi hissettiğim bir hayatta kayboldum.
Tüm bu huzurun ardında hala çalışan ve beynimi deli gibi meşgul eden tek bir düşünce vardı.
Eray Keser’i öldürmek.
Kendi ellerimle, onu öldürmek.
────୨ৎ────
Ertesi gün Ulaş bir toplantı için evden ayrıldı.
Bana evin hanımı olduğumu söyleyerek çekip gidişinin ardından moron gibi takılarak dolanıp duruyordum.
Evin…Hanımı?
Yani? Bununla ne yapmam lazımdı ki?
Geç geleceğini söylediği için kendime iyi geleceğini bildiğim için bahçıvanın yardımıyla biraz bahçeyle uğraştım. Güneş çarpıp beni kendimden geçirince içeri girdim ve bir saat uzandıktan sonra mutfağa girerek kadınların yemek yapışını izledim. Öğrenmek için onlara katıldım ve beraber keyifli vakit geçirdik.
Yemek faslı bittiğinde yıllar önce Ulaş için yaptığım basit keki yapmaya karar verdim ve tek bildiğim tarifi hayata geçirerek mükemmel bir kek ortaya çıkarttım. Bir kağıda kalp koyup kekin üzerine koydum ve eğer ben uyuduktan sonra gelirse diye çocuklardan birine Ulaş’ın dolaba bakmasını söylemelerini ilettim.
Akşam yemeğimi bahçede tek başıma yedim ve kupada yaptığım türk kahvesini içerken yine tektim.
Çalışanlar her zaman etraftalardı ama mükemmel bir şekilde kendilerini göstermeden işlerini hallediyorlardı. Bu yüzden keyfime bakıp serinleyen havanın tadını çıkarttım.
Arkamdan gelen topuk sesleri dikkatimi inanılmaz cezbedince yayıldığım sandalyede doğruldum ve sese döndüm.
Siyah elbisesinin içindeki kadın gördüğüm en şık ve asil görünüme sahip kadındı. Siyah saçları dümdüzdü ve sol tarafında toplanmıştı. Siyah ojeleri, pırlanta küpeleri ve yüksek topuklu ayakkabılarıyla sanki böyle doğmuş gibi görünüyordu.
O kahrolası bir asilzadeydi ve yüzündeki ifadeye göre ben de boktum.
Çünkü bir boka nasıl bakılırsa, bana öyle bakıyordu.
“Hıh…” Dudak büzdü ve beklediğim gibi yüzünü buruşturarak beni baştan aşağı süzdü. “Görgüden yoksun ve basit…”
Anlamadım?
Kaşlarımı kaldırırken yüzümdeki ifade şok içindeydi. Elimle kendimi gösterdim ve “Ne?” Dedim.
“Seni tanımlayacak iki kelime.” Dedi hızlı bir şekilde. “Adap bilmeyen bir velet. Bu bir facia.”
Pardon da…Bu neydi lan?
Sanırım kızıl saçlı Ceyda’yı sessizce sikmeye yemin eden Liyana, bu kadını çok sert sikecekti!
İlk önce gülümsedim.
Sonrası ise korkunç oldu.