Bir süre sonra kulağımdaki çınlamayla Sinan Bey'in dediklerini duymamaya başladım. Sadece ağzını okuyordum. Öylece kalakalmıştım. Karnıma giren sancıyla beraber koltukta iki büklüm oldum. Benim eşim, benim sevdiğim insan...Karıncaya bile zararı olmayan, insanları üzmemek için kendini yıpratan adam... Kim neden zarar vermek istesin ona? Oğuz'du o. Benim Oğuz'um. Benim ikinci yarım. Eşim. Hayat arkadaşım.
İçimdeki şüpheli taraf, beni aldatmış olma ihtimalini hatırlattı ve doğrusunun ne olduğunu bilmemem göğsümü daha çok sıkıştırmaya başladı.
Aldatmaktan daha kötüsü ne olabilirdi? Aldatmaktan daha kötüsü... Ölmek mi? Hiç sanmıyorum. Aldatmaktan daha kötüsü hesaplaşamadan ölmesiydi. Oğuz beni aldatır mıydı? Beni en imkansız dönemde bile beklemişti. Kavuşmuşken bu ihaneti yapabilir miydi?
Sinan Bey'in sorusu kulak çınlamamı dindirirken ona doğru döndüm.
-Asya, Oğuz'u son kez görmek ister misin?
Diye sordu. Derince bir nefes aldım ve:
-Evet.
Sinan Bey anlayışla başını salladı.
-Ben arabada bekliyorum.
Diyerek kapıdan çıktı.
Bir yanlışlık olmalıydı. Hala aklım almıyordu. Hızla üstüme hırkamı çekip çantamı elime aldım. Üstünün oymalarını beraber yaptığımız kapıya dokundum kitlemeden önce. Parmaklarım oymalı kapının tokmağına doğru yavaş yavaş gezinirken hala aynı hisle hissedebiliyordum aşkımızı.
Temiz havayı tekrar alamayacakmışcasına derin derin içime çektim. Koşar adımla Sinan Bey'in arabasına ulaştım. Arka kapıyı açıp usulca oturdum. Sinan Bey hiçbir şey söylemeden arabayı çalıştırdı. Siyah filmli camdan gökyüzüne bakıyordum.
Aldatıldım mı?...Bilmiyorum ama daha hiç bir şey kanıtlanmış değil.
Aldatıldım ve ona soramayacağım bile...Belki akrabasıydı.
Aldatıldım ve o artık yok...Yalnızca yardım isteyen zavallı bir kadına yardım etti belki de.
Aldatıldım mı?...Hayır, henüz hiçbir şey belli değil. Hiç bir şey...Sus...Önemli olan onu birinin öldürmüş olması.
Aklımdaki karmaşa Oğuz'un öldüğü gerçeğini kabul etmeme engel oluyordu. Sahi nereye gidiyorduk biz? Oğuz'u son kez görmeye...
Son kez görmeye mi? Hesaplaşmak için mi gidiyordum? Oğuz öldü. Aşk bitti. Geriye sadece kırık bir kalp kaldı.
Hastanenin kapısına geldiğimizde sakinliğimi korumaya devam ediyordum. Normalde hastaneye giren ve çıkan herkesi incelerdim. Kendimi bir anlık onların yerine koyardım. Herkesin acısının değerini ölçerdim. Kiminin yüz ifadesine bakıp "Bununki de dert mi?" diye söylenirdim. Meğersem herkesin acısı ve derdi kendi taşıyabileceği kadarmış.
Hastanenin koridorunda ilerlerken hiç bu kadar uzun geldiğini hatırlamıyordum. Hayat üzücü anlarda daha bir yavaşlıyordu sanki. Mutlu anlar çok hızlı gelip geciyordu.
Alt kattaki morga yöneldiğimizde, ürpertici bir soğukluk bedenimi kaplamıştı. Sağıma doğru döndüm. Sinan Bey paltosunu ilikledi. Ardından morgun kapısındaki doktora beni tanıttı. Doktor baştan ayağı üzüntüyle baktı bana. Ne bu acıyor mu? Acınacak halde miydim? Neyi düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Neye odaklanmalıydım?
-Asya Hanım, sizi uyarmak isterim. Eşinizi bu şekilde görmek...
-Dayanabilirim.
Dedim sözünü keserek. Kelimeleri düşünmeden ağzımdan çıkarıyordum. İstemsizce dökülüyorlardı. Başım önüme eğik bir şekilde morga girdim. Üstü örtülü bir halde yatan benim eşim miydi? Oğuz muydu? Ne ağlayabiliyordum ne de tek kelime söylebiliyordum. Sadece bekledim. Doktor yavaşça örtüyü kaldırdığında bir iki adım geriye gittim. Bembeyaz görünüyordu. Teninin rengi çekilmiş, göğsü şişmişti. Güzel yüzü...Güzel yüzünde, kollarında uzun uzun çizgiler vardı.
Dokunmak istedim ama cesaret bulamadım. Oğuz bunu bana yaptın mı, diye bağırmak geliyordu içimden. Bencilliğimin, kıskançlığımın tesirinden çıkmak istedim. Sustum...Sustum...Ve susmaya devam ettim.
Doktor ve Sinan Bey benden bir tepki bekliyorlardı. Bense sadece cansız bir şekilde yatan Oğuz'a bakıyordum. Bu adam benim eşimdi. İçimden ne sarılmak geliyordu ne ağlamak. Yıllar önce kalbimin içine bıraktığı minik kuş, hüzünden ölmüştü onunla beraber. Duyamıyordum sesini. Nasıl bir tepki vereceğimi, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Donup kalmıştım. Bir çok duygunun teSiri altındaydım. Üzüntü, öfke, şaşkınlık, kıskançlık, hüzün, bolca hüzün...
İç çekerek Sinan bey'e döndüm. Ve:
-Yeterli.
Dedim. Doktor, Sinan Bey'e bakarak onay almak istedi. Sinan Bey başıyla onay verdi ve yavaş adımlarla yanıma gelip koluma girdi. Beni morgun çıkışına doğru götürürken istemsizce arkamı döndüm. Yaşanmışlıklarımızın hatrına gönlüm el vermiyordu vedalaşmadan gitmeye. Derdime, telaşeme, acıma, mutluluğuma her şeyime şahit ve ortak olan yegane insandı. Şimdi kalbi, nabzı durdu diye ne değişmişti? Oradaydı...Ve benim eşimdi hala.
-Durun!
Dedim morgun çıkışında. Doktor yanıma doğru gelirken bana bakıp fısıltıyla:
-İsterseniz biz çıkabiliriz.
Dediği zaman başımla onay verdim. Sinan Bey'in hüzünlü bakışları üzerimdeyken kendimi gergin hissediyordum. Çıktıklarından emin olduğumda gücümün yettiği kadar hızla Oğuz'un yanına gittim. Örtüyü tekrar açtım. Sanki yeniden görmüş gibi irkildim. Elimi yaz kış her zaman sıcak olan yüzüne sürdüm. Damarlarındaki kan akmıyordu artık. Bakmıyordu bana. Dudakları mosmordu. Sahiden aldatmış mıydı beni? Aldatsaydı hissetmez miydim? En azından ufak da olsa bir kanıt bulurdum. Kıskançlık tüm benliğimi ele geçirirken kendimi avutmak istedim.
Belki de ilk ve son defa aldatmıştı.
Her şeye rağmen orada yatan benim eşimdi. Benim hayat arkadaşımdı... Ona bunu yapanları bulmaya yemin etmiştim. Alnına her öpücükten farklı, hüzün ve acı dolu bir öpücük kondurup üzerini örttüm.
Birlikte geçirdiğimiz yıllar boyunca hiç üşüdüğüne şahit olmamıştım. Şimdi buz gibiydi. Hep ellerimi ısıtırdı büyük elleriyle. Tek bir avucuna sığardı ellerim. Yanına gidip ısıtmak istemiştim her yerini, yüzünü, ellerini...O, güçtü, duvardı arkamdaki, düşerken tutunduğum dal; boğulurken uzandığım eldi...
Elveda aşk...Elveda Oğuz...
Oğuz gitti.
Belki de aldatıldım.
Aşk bitti. Ben bittim.
Yaşamamın tek bir anlamı vardı artık. O da Oğuz'un katiliyle yüzleşmek.
Gözümden akan yaşı hırkanın koluna sildim. Dışarı çıkıp Sinan Bey'e:
-Gidebiliriz artık.
Dedim. Morg katından yukarı çıkıp, ilaç kokulu hastane koridorundan geçtik. Bu sefer daha hızlı ilerlediğimizi hissetmiştim. Arabaya ulaştığımızda Sinan Bey omzuma dokunarak:
-Asya, ben Oğuz'un anne ve babasına haber verdim. İzmir'den yola çıkmış olmalılar. Sana kendim haber vermek istedim.
Diyince kafama bir an dank etti. Ah Oğuz'un anne ve babası...Onlara belki de benim haber vermem lazımdı. Ancak kendi aileme bile haber vermeye mecalim yoktu. Gerçi babam ve ağabeyimin bu haberi aldıklarında ne tepki vereceklerini merak etmiyor değildim. Samimiyetsiz tepkilerine şahit olmak beni hayli rahatsız edecekti.
-Çok sağolun Sinan Bey. Peki şimdi...Şimdi ne olacak?
Bir elimi arabaya yaslayıp diğer elimi ağrıyan başıma koydum. Çaresiz ve bitkin bir haldeydim. Sinan Bey konuşmadan ben devam ettim:
-Şimdi ne yapacağız? Oğuz'u kim öldürür Sinan Bey? Kim yapar bunu?
Sinan Bey gözlerini kısarak düşünceli bir ifadeyle boşluğa doğru bakışlarını çevirdi. Uzakta bir yerlere odaklanmış gibi bir havası vardı. Çenesine baktığımda dişlerini sıktığını anlayabiliyordum. Hüzünlüydü. Ve bu hüznün eşliğinde cevap verdi:
-Ah Asya...İnan bana çok üzgünüm. Oğuz şirketimin en değerli üyesiydi. Her şeyin titizlikle halledilmesi için çabalıyorum. Şuanda polisler olayı araştırıyorlar. Otel odasından çıktığı kadın...İsmi Canan'mış.
Derken yüzüme kaçamak bir bakış attı. Utandığı belliydi. Ben de utanıyordum. Oğuz'un arkasında bıraktığı utançla eziliyordum. Belki bir yanlış anlaşılmaydı bu. Ama aldatılan eş konumundaydım. Sinan Bey seslice nefes verirken devam etti:
-...Sabıkalı çıkmış. Bu şekilde birlikte görüldüğü başka bir adam da öldürülmüş. Yakından takip edeceğim olayları. Sana her şeyi anlatacağım merak etme. Her şeyden haberdar olacaksın. Tabi polis bizzat seninle de görüşmek isteyecektir.
Kafam son derece karışıktı. Hangi duyguya öncelik vermeliydim? Şuanda ölen kocası için ağlamaktan harap olan bir eş olmalıydım belki ama o kadını merak ediyordum. Benim eşimle ne alakası vardı? Acaba uzun zamandır beraber miydiler? Yoksa sadece bir defalık...
Acımasız düşünceleri bir kenara bırakıp Sinan Bey'e döndüm.
-Sizden bir şey rica edeceğim. Kamera kayıtlarını ben de görmek istiyorum. Nasıl ulaşabilirim?
-Yarın cenaze işlemlerini halledelim. Sonraki gün birlikte gideriz olur mu?
-Sizi de meşgul ediyorum kusura bakmayın. İşiniz gücünüz vardır. Yeri bana da söyleyebilirsiniz. Kendim gidebilirim.
-Ben bizzat ilgilenmek isterim. Zira Oğuz'un emanetisin bize.
Diyerek tebessüm etti.
İsmi her anıldığında tüylerim diken diken oluyordu. Oğuz...Oğuz öldürülmüştü. Belki o kadın...Belki bir komploydu. Belki her şey çok farklı gelişmişti. Ben bu işin peşini asla bırakmamaya yemin etmiştim.
Sonbaharda, son baharımı yaşadığımı nereden bilebilirdim ki?
Ben sonbaharı severdim. Yapraklarını, rengini, turuncu, sarı en sevdiğim renklerdi. Sonbahar mevsimi hüzünlü, diyenlere gülerdim. Bir mevsimde hüzün aramak ne saçma şey...Hüznün doruklarındaydım artık. Daha acısını yaşayamazdım. Benim zirvem Oğuz'du.