1- Sonbahar
(ASYA TURNA SAYGIN )
20 Ekim 2015
(Cinayet Gününden 1 Ay Sonra)
Merhaba Oğuz,
Yokluğunda bugün ilk ayım. Hatıralarını bıraktığın yaşlı söğüdün önündeyim. Yaprak yaprak dökülüyor gözümden yaşlar. Biliyorum dönmeyeceksin. Sitem etmiyorum. Gidilecek elbet. Hepimiz gitmeyecek miyiz birgün? Ardımızda ağlayan gözler, kırık kalpler, yanımızda hiçlik...
Son kez dönüp baktım aşk yuvamıza. Belki başkasına söylesem dalga geçerdi ama sanki, bu mutluluk hanemiz, yalnızlığının verdiği hüzünle yüzüme bakıyordu. Gözümden yanaklarıma doğru ince ince süzülen yaşlarla el salladım vefakâr evimize.
-Allah'a emanet ol.
Diye fısıldadım usulca. Bahçesinde sohbetler ettiğimiz, çardağında kahveler içtiğimiz evimiz...
Ahh ne zormuş! Tüm hatıraları bırakıp gitmek...Yaşanmışlıkları, Oğuz'un hatıralarını yaşlı söğüdün dibine gömmüştüm. Bir daha kim bilir ne zaman gelecektim Bursa'ya. Oğuz'un acısı henüz geçmeden gelmek istemiyordum. Evi hiç müdahale etmeden olduğu gibi bırakmıştım.
Yalnız hissediyordum, buruk, hüzünlü, pişman, çaresiz... Halimi daha nasıl tarif edebilirdim bilmiyorum. Oğuz'un katili hala meçhulken yeni denizlere yelken açmam ne kadar doğruydu?
Daha fazla kendime işkence yapmamak için beni bekleyen arabaya doğru yol almaya başladım. Kuru toprakta iz bırakarak yürürken bir kaç metre sonra arkamdan birinin geldiğini hissettim. Çok gerildiğim için kaşlarımı çatarak çantamın sapını sıkmaya başladım.
Ama dur bir dakika... Bu tanıdık ayak sesleri, bu samimi koku...Kalp atışlarım kulaklarımda yankılanırken derin bir nefes alıp arkama döndüm.
-Ne? Nasıl olur?
Aldığım nefesi veremiyordum. Boğazıma bir yumru oturmuş, gözlerim yanıyordu. Bayılmamak için kendimi zor tutuyordum.
-Nasıl? Sen...
Ellerim istemsizce yüzüne doğru gitti. Buz kesilmiş parmaklarım sıcak yanaklarına değince, hızla ellerimi çekip geriye doğru adım attım.
-Nasıl olur! Oğuz...Yaşıyorsun.
1 Ay Önce
21 Eylül 2015
(Cinayet gününden 1 gün sonra.)
Oğuz iş görevi için İstanbul'a gideli birkaç gün olmuştu. Ve bugün döneceği gündü. Evliliğimizin ilk gününden beri iki ayda bir mutlaka iş için şehir dışına giderdi. O evde olmadığı zamanlarda ailemle aynı şehirde olmadığımız için komşularıma sarılırdım. Ama bu sefer yalnızlığı kendim tercih etmiştim. Ömür boyu bir birlikteliğe adım atmışsak eğer, gerektiği zaman yalnız da kalabilirdim.
Salonu boydan boya kaplayan pencereden, yoldan geçen arabaları seyrediyordum. Oğuz yokken elimde sıcak çayımla, en sevdiğim müzikleri dinlediğim, en sevdiğim zaman dilimiydi. Arada gözlerim kapanıyor, bir arabanın motor sesine uyanıyordum.
Ve yapraklar...
Sonbaharın görsel şöleni...
Bazen bahçeye çıkıp sararıp dökülen yaprakları eziyor, hışırtısıyla kendimce mutlu oluyordum.
Bazen de evi baştan aşağı, dip köşe temizliyordum.
Kimi zaman da acaba çok mu erken, çok mu toyken atıldım evliliğe diye düşünüyordum. Bu düşünceler genelde Oğuz evde olmayınca zihnimi meşgul ediyordu. Onun yanında geçirdiğim dakikalar ise bambaşka...
Evlendiğimiz gün geliyordu aklıma. Bir yaz günü tanışmıştık. Düğünümüz de yaz günü olmuştu. Sahilde Zerrin Özer'in "O Yaz" şarkısıyla dans ettiğimiz anlar gözümden geçiyordu. Her şeye rağmen birbirimizi kabul etmiştik biz. Her şeye ve herkese rağmen... Babamın, ağabeyimin kendi istedikleri eş adayını benim için daha uygun olduğunu düşünerek diretmeleri, hatta onların gönlü olsun diye nişanlanmam, nişanı bozmamız, geri döndüğümde Oğuz'u beni beklerken bulmam... Bütün zorluklara, kavgalara rağmen biz hayatımızı, yuvamızı kurabilmiştik. Annem dışında ailenin diğer üyeleri Oğuz'u kabullenemiyorlardı. Babam uzun süre ikna etmeye çalışmıştı beni. Hatta evlendikten sonra bile her aile görüşmesinde babamın iğneleyici sözleriyle karşılaşmıştım. Babamın Oğuz'u bu denli istememe sebebi özellikle ağabeyimin onu kışkırtmasından kaynaklıydı. Oğuz bir yerden sonra babama yaranma çabalarını bırakmıştı. Ancak bu sefer de ağabeyimle uzun telefon görüşmelerine maruz kalmıştı. Ne konuştuklarına dair hiçbir şey söylemiyordu bana. Konuşma sonrası gerginliğini de asla aksettirmiyordu. Ancak geçen günlerde ağabeyimin mesajını görmüştüm telefonunda. Borç para istiyordu. Hem de öyle az bir miktar da değil. Yaklaşık 90bin TL kadar borç istiyordu. Bu kadar parayı ne yapacak olabilir diye düşünmeden edemiyordum. Babamın haberi var mıydı, onu da bilmiyordum. Eğer haberi olsaydı muhakkak abimi azarlar, bir daha asla böyle bir şeye teşebbüs etmesine izin vermezdi. Ağabeyim gerçek bir baş belasıydı. Ne kendi ailesine ne de herhangi bir insana gram faydası yoktu. Oğuz'un onların baskısına katlanması beni ona karşı daha bağımlı kılıyordu. Oğuz'u sadece sevmiyordum. Aynı zamanda ona yoğun bir saygı besliyorum. Gözümde çok büyük, yüksek yerlere koyuyordum onu...
Zilin çalmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım ve sevinçle kapıya koştum. Kapıyı açtığımda Oğuz'un patronu Sinan Bey vardı. Elinde Oğuz'un valiziyle gözlerime bakıyordu. İçime oturan korkuyla elimi kalbime götürdüm. İçimdeki anı huzursuzlukla dişlerimi sıktım ve:
-Sinan Bey...Hoşgeldiniz.
Dedim şaşkınlık içerisinde. Oğuz nerede diye sormak gelmiyordu içimden. Alacağım cevaptan korkuyordum. Mideme kramp giriyordu adeta.
Sinan Bey'in kaşları düşmüş, gözleri endişeyle bakıyordu. Valizi tutan elleri morarmış gibiydi. Yutkunarak:
-İçeri girebilir miyim?
Dedi. Nefes alışverişlerim hızlanmışken kapıyı sonuna kadar açtım ve:
-Tabi, buyurun.
Diye içeri davet ettim. Sinan Bey tekerlekli valizi odaya doğru sürerken aynı zamanda eve göz gezdiriyordu. Sakince koltuğa oturdu. Arkasına yaslanmadan dirseklerini dizlerine koydu ve başını önüne eğdi. Daha fazla dayanamadım ve zar zor kelimeleri ağzımdan çıkarabildim:
-Oğuz...
Sinan Bey başını kaldırdı ve bana hüzünle baktı. Ardından:
-Asya, nasıl söylenir bilmiyorum. Daha önce hiç böyle bir durumla karşılaşmadım. Şöyle otur istersen...
Derken eliyle karşısındaki tekli koltuğu gösterdi. Bacaklarım titreyerek koltuğa oturdum. Ellerim titreyen bacaklarımda dalgalanıyordu. Kötü bir haber gelecekti. Ama ben alacağım haberi asla kötüye yormak istemiyordum. Ya da en kötüsüne...Lütfen şuan Oğuz'un bir kaç gün daha işi olduğunu söylesin, ya da düştüğünü ve kolunu incittiğini... Lütfen, lütfen...
-Dün akşam, iş yemeğinden Oğuz erken ayrıldı. Sabaha kadar da hiç görünmedi. Merak edip kapısını çalmaya gittim. Ancak kapı açıktı. Oğuz içeride yoktu. Sadece valizi vardı.
Sabırla ağzından çıkacak haberleri bekliyordum. Aynı anda da keşke şuan zaman dursa ve alacağım kötü haberi duymasam diye içimden geçiriyordum. Ellerimi ovuşturuyor sık sık yutkunuyordum. Sinan Bey öksürdükten sonra devam etti:
-Biz de bekledik tabi. Yani belki dışarı çıkmıştır nefes almaya vesaire diye. Seninle görüşmüş olabileceğini düşündük.
Boğazıma oturan yumrudan izin istercesine Sinan Bey'in sözünü kestim:
-Beni hiç aramadı doğrusu...Çok yoğun olduğunu düşündüm.
Kaşlarını şaşkınca havaya kaldırdı ve:
-Daha sonra hiç ulaştı mı?
-Ha...Hayır.
Dedim kekeleyerek. Sinan Bey yerinden doğruldu. Sırtını dikleştirip:
-Asya, sakin kalmaya çalış. Bak, kamera kayıtlarına baktık. Oğuz odasına bir kadınla giriyor. Samimi bir şekilde. Sonrasında çıkışını göremedik. Bavulunu da otelde bırakmış...
Sözlerini duyduğumda sanki enseme büyük bir sopayla vurulmuş gibi irkilmiştim. Duymayı beklediğim haber bu muydu?
Ne kadını? Nasıl olur?
Oğuz başkaydı. O sadakatiyle meşhurdu. Bunu bana asla yapmazdı. Herkesin aldatacak potansiyeli vardı gözümde. Belki karşı evdeki komşu, belki manav, belki de ağabeyim...Herkes aldatabilirdi. Ama Oğuz asla. Bir yanım meydan okurcasına bana seslendi: "Beşer şaşar..." Kafamı olumsuz anlamda sağa sola sallayıp iç muhasebemden koptum. Sinan Bey konuşmaya devam etti:
-Oğuz'u çok aradık. Gitme ihtimali olduğu her yere baktık. Bulamayınca polisi aradım. Bizzat ben görüştüm. Asya ben nasıl söylenir bilmiyorum ama... Çok çok özür dilerim.
Dedi Sinan Bey. Eliyle gözlerini ovuşturdu. Stresli ve bana acır hali sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Bu sefer sessizliği bozan ben oldum:
-Hayır!
Dedim. Daha kötü ne olabilirdi ki? Beni aldatma ihtimalinden daha acı ne olabilirdi? Bana bundan daha kötü hangi haberi verebilirdi?
-Hayır, söyleyin lütfen.
Diye devam ettim. Az önceki korku ve endişem yerini öfke ve şaşkınlığa bırakmıştı. Sinan Bey açıklama yaparken ellerine hakim olamıyordu. En sonunda koltuğa sabitleyip konuştu:
-Polise haber verdikten bir kaç saat sonra ormanda bir ceset bulmuşlar. Asya, Oğuz vefat etti. Oğuz'un canına kast etmişler.
Karnında bıçak izi varmış...