3- İlkbahar

1420 Words
(CİHAN KESKİN) 21 Eylül 2015 (Cinayet gününden 1 gün sonra.) Elimdeki çayın dibini tek bir yudumda ictim. İnce belli çay bardağını, dört ayağından biri daha kısa olan demir masaya koyduğumda, bir kaç saniye sallandı. Ellerimle, sallanan masayı sabitledikten sonra sorgu odasından çıkan yeni çocuğu yanıma çağırıp sandalyeye oturmasını söyledim. Başını hafifçe aşağı eğerek sandalyenin ucuna doğru oturdu ve ellerini ovuşturmaya başladı. Bir yandan ellerine bakarken defalarca kez sorduğum soruyu sordum: -Adın neydi senin? Şaşkınca gözlerime baktı. Muhtemelen içinden "Daha kaç kere söylemem gerek?" diye düşünmüş olmalıydı. İsmini söyleyecekti ama ben yine çaylak diye seslenecektim. İsim hafızam iyi değilse ne yapabilirim? -Murat, amirim. Geldiği günden bu yana her gün ismini sormama rağmen bugün de suratında bıkkınlık ifadesi yoktu. Mesleğe yeni başlamış, kendini gösterme hevesiyle içerideki kadının suçsuz olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Kadın açık açık, ben yaptım, diyordu. Kadının beyanatını tekrar okudum. "Oğuz Saygın ile 1 yıldır ilişkimiz vardı. Ancak kendisi evliydi ve onu, artık ayrılmazsa eşine söyleyeceğime dair tehdit ettim. O da beni ormana götürdü ve kavga etmeye başladık. Çantamdaki bıçakla karnından bıçakladım." Çaylağın görüp de benim görmediğim ne gibi bir söz vardı burada? Neden ben kadının dediğini kabul edip dosyayı kapatmak isterken çaylak ısrarla kadının yalan beyanat verdiğini söylüyordu? Ahh! Bütün bunların tek sebebini az önce aklımda tekrar etmiştim. Yalnızca: ilgi çekmek. -Kadın, hala adamı kendisinin öldürdüğünü söylüyor amirim. Diyerek sessizliği bozdu. Onun bu zihin karmaşası beni hayli yoruyordu. Gözlerimi devirerek sandalyede arkama iyice yaslandım. Başımı sağa sola sallayarak: -Seni buna inandırmayan şey ne? Dediğimde her zaman yaptığı gibi ellerini gergince sandalyenin kenarlarına sabitleyip konuşmaya başladı. -Amirim, kadının beyanatını tekrar okuyun lütfen! 1 yıldır beraberiz diyor. Maktulün ve kendisini katil olarak tanıtan bu kadının telefonlarına baktığımızda bırakın geçmişe dair herhangi bir resim ya da mesaj, numaraları bile birbirlerinde yok. Onu da geçtim kadın "Ben yaptım." derken sakin davranmıyor. "Lütfen benim yaptığıma inanın." diye bir cümle kurdu. Bu olayı daha fazla araştırmalıyız. Maktul hatrı sayılır bir iş adamı. 2 günde dosyayı kapatamayız. Off! Acaba bunu dün de söylemiş miydi? Gerçekten de bu çocuk biraz fazla konuşuyor. Yine de çaylağın hevesini kırmak istemiyordum. Daha yeni başlamışken bu işten soğuması ona yapabileceğim en kötü şey olurdu...Ya da birine yapabileceğim en kötü şey hakkında tekrar düşünmeliydim. Boğazımı temizleyerek sandalyemi çaylağa doğru yaklaştırdım. -Bak çabanı taktir ediyorum ama görünüşe göre kadın, adamı tehdit etmiş ve ormanda birbirlerini hırpalamışlar. Kadının tırnaklarının arasında adamın derisini bulmuşlar. Kadın bağıra bağıra ben yaptım diyor! Her işin ucu o kadına çıkıyor. Daha önce yapmadığı şey değil sabıkası var. Ancak sen "telefonlarının birbirlerinde olmadığı" gibi basit bir düşünceyle bana açıklama yapıyorsun. Baksana! Acaba başka bir telefonla görüşme yapıyor olamazlar mı? Adli raporda çıkan kadının tırnaklarının arasındaki etin maktule ait olduğu bilgisine mi inanayım, yoksa senin bu basit tezine mi? Hızla sandalyeden kalktı. Ani kalkışıyla beraber sandalye yere düştü ve boş sayılabilecek odada rahatsız edici bir yankı bıraktı. Sakin kal koçum...Sakin ol şampiyon. O sadece heyecanlı bir çaylak. Elimdeki dosyayı çaylağın gözlerinin içine baka baka sertçe kapattım. Verdiğim en ağır reaksiyonun bu olmasını umuyordum. -Bitmiştir! Dediğimde sözümün hemen ardından beklediğimden daha cesur bir halde konuştu: -Amirim, bu dosyayı henüz kapatamazsınız! Yapmayın bunu. Kadına bakın! Derken parmağıyla camın arkasındaki kadını işaret etti. Ve devam etti: -Ona bakın! Suç işlemiş gibi duruyor mu? Gözlerine baktınız mı hiç? Orada oturan sizin eşiniz yada kızınız olsaydı böyle mi yapacaktınız? Baştan savma işler. Herkesin gerçekleri bilmeye... Sinirle sandalyeden kalkıp önümüzdeki demir masaya iki elimle vurdum. Bu sefer rahatsız edici ses iki katı fazla çıkmıştı. Sabrımın da bir sınırı vardı herhalde... Masa sallanmaya devam ederken sözünü kesip: -Tek gerçek bu! Bana ne yapacağımı söyleyemezsin. Bitmiştir! Bu çaylakların dilleri bu kadar uzun olmasa keşke! Kafasını sallayarak acır gibi bir ifadeyle gülümsedi. Acır gibi! Bana acıyor muydu? Gözlerimle kapıya kadar takip ettim. Bir süre kapının kolunu tuttuktan sonra arkasını döndü. Biraz mahcup biraz öfkeli bir şekilde: -Buraya ilk geldiğimizde kişisel hayatımızı işimize yansıtmamamızı söylemiştiniz. Görüyorum ki buna uymayan tek kişi sizsiniz. Peşinden gitmeme izin vermeden kapıyı kapattı. Elime geçmediği için dua etse iyi olurdu. Kişisel hayat mı? Şuan bu konuyla ne alakası var? İç sesim bana ihanet eder gibi: "Kendini kandırıyorsun..." İç sesimi acizce onaylamak zorunda kaldım. Tamam, tamam...Belki eşimin beni aldatması derinden etkiledi ama bunu işime yansıtmıyorum. Ben profesyonelim. Ben yeni geldiğimde bile profesyoneldim. Asla bir çaylak olmamıştım. Boş sandalyeyi sorgu odasına çevirip oturdum. Arkama yaslanıp camın diğer tarafındaki kadına baktım. Tekrar tekrar...Çaylak doğru söylüyor olabilir miydi? Bu kadın gerçekten de bir komplo için kullanılan kurban mıydı? Kadın dirseklerini masaya koymuş, başını da ellerinin arasına almıştı. Ne düşünüyorsun be kadın? Ne düşünüyorsun? Evli bir adamla sevgili olurken aklın neredeydi? Ya o adam...Evde seni bekleyen bir eşin var. Şuanda ardından ağlayan kişi bu kadın değil. Eşin! Tabi aldattığının haberi ona gitmediyse... Aklıma eski eşim Gonca gelince kaşlarımı çattım. Buruk bir ihanet hikayesi bırakmıştı bana. Her ihanet vakasını hızlıca geçme isteği içimi kemiriyordu. Özeleştiri zamanı Cihan Bey! Özeleştiri... İnsanların çoğu zaman yapmaya, yüzleşmeye korktuğu o kelime. Kendime itiraf etmeye karar vermiştim. "Kişisel hayatımı işine karıştırıyorsun Cihan." Gonca...İhanet...Aldatmak... Gonca bende takıntı haline gelmişti. Bazen hiç mi güzel anımız yoktu, diye düşünmüyor değildim. Ah Gonca...Arkanda bir virane bıraktın. GEÇMİŞE DÖNÜŞ (Cihan'ın eşiyle son görüşmeleri) 6 Ocak 2015 Kayıt... "Bugün 6 Ocak 2015, saat 03.00, Gonca hala eve gelmedi. Gonca'nın çıkış saati 17.54, çıkış sebebi kız arkadaşının doğum günü partisi." Kayıt cihazını kapatıp çekmeceye koydum. Pencereye yaklaşıp sokak lambasına doğru baktım. Kar yağıyordu. Etrafta ne bir araba ne bir dolmuş...Hiçbir şey yoktu. Ve Gonca... 13. cevapsız arama. Telefonlar açılmıyor. Bir doğum günü partisi bu kadar uzun sürmemeliydi. Geç kalınan 3. gece. Ah Gonca. Görmezden gelmekten sıkılmıştım artık. Bu ilişkide fedakar olan taraf hep bendim. Hiçbir zaman hatalarını, ihanetlerini yüzüne vurmamıştım. Ona fırsatlar verip bir daha yapmaması konusunda yardımcı olmuştum. Her şey...Ama her şey kızımız içindi. Sabretmemin tek sebebi kızımdı. Annelik vasfına layık olmayan bir kadındı Gonca. Hayatımdaki en büyük pişmanlıktı. En büyük çaresizlik...En büyük utanç kaynağıydı. Gonca...Bugün sana sabrettiğim son gün. Pencere kenarında seni beklediğim son gece. Kaydettiğim son aptal kayıt. Kapıdan girişini çekeceğim son fotoğraf. Bir daha asla karşılaşmamak üzere bitirmek istiyordum. Umarım bu ilişkiyi kızım Yağmur'u yıpratmadan bitirebiliriz. En azından geçmiş yılların hatrına bunu yapmalıydık. Sokaktan geçen arabanın sesini duyduğumda pencereye iyice yaklaştım. Gonca...Kıyafetini değiştirdiğini anlamayacağımı düşünecek kadar aptal olamazdı. Bu gece gemileri yakmıştım. Elime telefonu alıp son kez resmini çektim. Bunlar beni aldattığına dair kanıtlardı. Gerçi bundan önce buluştuğu adamla çekmiş olduğum fotoğraflar da vardı. Onu başka bir adamla gördüğümde müdahale etmemiştim. O an ona olan sevgim bir daha asla gelmemek üzere kaybolmuştu. Ancak benim onun yalanlarına inandığımı sanması işime gelecekti. Kızımın velayetini alıp tek kuruş almamasını sağlayacaktım. Müdahale etmeyecek kadar sabırlı olduğum için kendime teşekkür ediyordum. Ama bugün bitmişti. Kanıtlarım, ben, şahitlerim... Herkes ve her şey hazırdı artık. Kapının kilidi açıldığında pencerenin önündeki mermere yaslanıp kollarımla bağdaş kurdum. "Hodri meydan" duruşuydu bu. Merdivenlerde çıkardığı topuk sesleri içimde ona karşı nefretimi tetikliyor, o ayakkabının topuğunu gözüne saplamak istiyordum. Neyse ki medeni davranmak zorundaydım. Kapıya geldiğinde memnuniyetsiz yüz ifadesini görmek içimde tiksinti uyandırdı. İstemeden dudak büküp kaşlarımı çattım. Hareketlerini inceliyordum. Uygun zamanı kollayıp ilişkimizi bitirdiğimi söyleyecektim. -Yağmur uyudu mu? Yüzüme bakmadan sorduğu soruyu yanıtsız bıraktım. Üstündeki demode mor ceketini askılığa astıktan sonra bana baktı ve sorusunu tekrarladı: -Yağmur uyudu mu? Sen...İyi misin hayatım? İstemsizce güldüm ve başımı iki yana salladım. Acının tatlı tebessümü? Bu sen misin? -Ah Gonca! Gecenin 3'ünde bu soruyu sormana mı güleyim, beni aptal sanmana mı, yoksa şu çıldırtan yüz ifadene mi? Afallamış bir şekilde suratıma bakıyordu. O konuşmaya başlamadan devam ettim. -Hatırlıyor musun, ben polis okulundaydım. Sen de yemekhanede çalışıyordun. Her gün gelip o çok tuzlu çorbalarından, dibi tütmüş yemeklerden yapardın. Sırf seninle 5 dakika daha konuşabilmek için ikinci tabağı yediğim olurdu. Neden? Çok mu güzeldi? Hayır... Derken sesli bir şekilde güldüm. Ardından sözüme devam ettim. -Berbat yemeklerinin tek güzel yanı seninle sohbet etmek, seni tekrar görebilmekti. Ansızın gülümsedi ve kollarını açarak bana doğru gelmeye başladı. Çok yaklaşmadan elimle "dur" işareti yaptım. Gülümseyen suratı yine o şaşkın halini aldı. Ellerimle önümde bariyer kurup başladım. -Bütün bu geç kalmaların, gecenin bir yarısı gelmelerin, yemek ortasında telefon görüşmelerin...Bunların her birine ne için katlanıyorum biliyor musun? Elimle Yağmur'un odasını işaret ettim ve: -Biricik kızım için...Sen yalnızca yalandan ibaretsin. İhanet damarlarına işlemiş, kanına karışmış senin. Eliyle başını tutup geriye doğru adım atmaya başladı. Tiyatroya başladık yine! Bir kaç adım daha geri gidip yere yığılıvermişti. Yerimden doğrulup yanına doğru yaklaştım. -Oyunların sıktı artık kalk! Yüzüme alaycı gülümsememi yerleştirmiştim. Utanmıyordu da bu yaptıklarından. -Kalksana Gonca! Diye bağırdım tekrar. Ses çıkmayınca eğildim ve sarsmaya başladım. Bir türlü uyanmıyordu. Bu defa oyun oynamadığını anlayamamıştım. Gonca ölmüştü. Ne aylardır kaydettiğim kanıtlar, ne de içimde biriktirdiğim nefret...Hiçbirinin bir değeri yoktu artık. Bu soğuk kış gününde, buz gibi acıyı tatmıştım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD