Etrafına otuz adet sandalye konulmuş uzun ve dikdörtgen masanın başındaki deri koltukta oturmuş, en sadık dostlarıyla bu gece yaşanan olay hakkında konuşmak için bir araya gelmişti Josep Bennett. Dünyanın en korunaklı hapishanelerini bile geride bırakacak olan evinde bu gece çok önemli bir toplantı vardı. Londra merkeze uzak bir alana yapılan ev on altıncı yüzyıl mimarisini taşısa da zaman içinde birçok tadilattan geçmiş, yaklaşık sekiz yıl önce Josep Bennett tarafından alınınca yıkılmaz bir kaleye dönüşmüştü.
Oldukça geniş bir araziye sahipti. Arazinin bir kısmında atlar için ayrılmış ahırlar ve koşu pisti bulunuyor, diğer kısmında ise küçük bir golf sahası yer alıyordu. Evi dış dünyadan ayıran yüksek ve sağlam taş duvarları birbirine bağlayan köşelerinde gözetleme kuleleri vardı. Savaş yıllarından kalan bu kulelere dokunulmamış, hatta teknolojik aletlerle donatılmıştı.
Güvenlik ise hat safhadaydı. Yüksek teknoloji ürünü alarm sistemi içeriye küçük bir hayvanın bile girmesine izin vermiyordu. İyi eğitimli ve bedensel gücü gözle görülebilir olan onlarca korumayı da aşmak imkansızdı. Josep Bennett'ın gücünü simgeleyen evinin fiyatı dudak uçuklatacak derecedeydi. Tüm bu zenginliğe nasıl sahip olduğunu ise gerçekten güvendiği insanlar dışında kimse bilmiyordu.
Josep Bennett, geçmişi uzun yıllarca öncesine dayanan Bennett ailesinin son lideri olarak anılırken, tek çocuğu olan kızı Annemarie'nin onun yerine geçeceği ihtimali ise güçlüydü. Josep sahip olmadığı erkek çocuğunun yerine torunu henüz altı yaşındaki Lowell'ı koysa da Annemarie oğlunu bu dünyadan uzak tutmak istiyordu.
Bu gece bu odaya toplanan adamların konuştuğu tek mesele, gece kulübünde olan patlamaydı. Josep henüz bu konuda yorum yapmamış olsa da canının sıkkın olduğunu yüz ifadesi ele veriyordu. Masanın etrafını saran adamlar da onun gibi sessizdi. Josep birine konuşma izni vermediği sürece kimse ağzını açamaz, tek bir kelime dahi edemezdi. Josep'in sağ kolu çaprazındaki koltuğa oturmuş, olay yerinden gelen bilgileri alıyor, önünde duran telefonuna gelen şifreli mesajları hafızasına kaydediyordu. Josep altmış yaşına merdiven dayamış bir adam olsa da hala dinç ve güçlüydü. On beş yıl önce kendisine kurulan bir pusuda kaybettiği sağ bacağının yerine konulan protez bacak bile gücünden hiçbir şey kaybettirmemişti. Elbette ki bu hainliğin intikamını almıştı. Kendisine buna yapanlar şu an yaşamıyordu. Ve şimdi aklından geçen tek şey de patlamayı planlayan ve yaptıran düşmanlarını yok etmekti.
Koltukta arkasına yaslanıp, masada duran viski dolu bardağı eline alıp, tek nefeste yarısına kadar içerek, tekrar masaya koydu. İçki ve kadına zaafı olan erkeklerden olmamıştı. Kolay sarhoş olmadığı gibi kolay da aşık olmazdı. Hayatı boyunca yatağına giren hatırlamadığı kadar kadın olsa da sadece bir kadına aşık olmuş, onunla evlenmiş, üç yıl önce de karısını paranın ve gücün asla iyileştiremeyeceği bir hastalık sebebiyle kaybetmişti.
Annemarie şu an yirmi dokuz yaşındaydı. Güzelliğini annesinden cesaretini ise babasından almış bir kadındı. Josep kızının doktor olmasını istemiş, Annemarie de bu isteğe boyun eğmişti. Her yönden mükemmel bir kadın olsa da yedi yıl önce tanıştığı bir serseriden hamile kalmak bir hataya düşmüş, adam da arkasına bakmadan çekip gitmişti. O zamanlar Josep torunun babasının ölümüne karar vermiş, kızı karşı çıkınca vazgeçmek zorunda kalmıştı. Annemarie oğlunu doğurduğu yılın sonunda ise o adam bir trafik kazasında ölmüştü.
Josep bunda parmağı olmadığını söylese de Annemarie bazen ona inanmakta güçlük çekiyordu. Aslında çok da önemsemiyordu. Lowell bir aşk çocuğu değildi. Birkaç ay süren bir arkadaşlığın sonucunda Annemarie'nin iki kez almayı unuttuğu haplarının bedeliydi.
"Kanın bedelinin kan olacağını biliyorlar." dedi Josep ağır ve hafif boğuk sesiyle. "Bunu kimlerin yaptırdığını hepimiz biliyoruz." Birkaç saniye ara verip gülümsedi. Beyazlamış saçlarına inat parlayan gözleri masadaki adamların yüzünde gezindi. Soğuk bakışları bile ne kadar tehlikeli bir adam olduğunu kanıtlıyordu. "Bu bir savaş beyler. Acımasız bir savaş... Küçük bir patlamanın Josep Bennett'ı korkutabileceğini mi sanıyorlar?"
Josep'in bakışları sağ kolu olan Li Jie' ye kaydı. Li Jie Çin asıllı, elli yaşlarında ve sağlam bir adamdı. Onunla yirmi küsür yıldır birlikte çalıyordu ve bugüne kadar sadakatinden en ufak bir şüphe duymamıştı. Hatta hayatında güvendiği tek insan bile sayılabilirdi. Hayatta değer verdiği iki insanı kızı ve torununu gözü kapalı ona emanet ederdi. Li Jie'nin bir ailesi ve geçmişi yoktu. İngilizceyi ana dili gibi biliyordu. Bunun yanında Rusça, Almanca ve Japonca'yı da çok iyi konuşuyordu. Kısa boylu ve zayıf bir adam olmasına rağmen iki parmağıyla iri yarı bir adamı bile saniyeler içinde boğabilirdi. Uzak Doğu sporlarında yetenekli olduğunu söylemeye gerek bile yoktu. Kendine has sorgu yöntemleriyle, dirayetli ve güçlü bir adamı konuşturmakta güçlük çekmezdi. Acımazsızdı Li Jie. Kalbinde merhamet olmadığını onu tanıyan herkes bildiği için ondan korkardı. Josep'in yanında çalışacak adamları o seçerdi. Onun onay vermediği hiç kimse kalesinden içeri adım dahi atamazdı. İşte tüm bu sebeplerden dolayı Josep'in en yakın dostu ve sağ koluydu. Aralarında sır yoktu.
Li Jie kendisine söz hakkı veren Josep'i başıyla onaylayıp, kendisini izleyen adamlara döndü.
"Patlamanın amacı dikkatleri üzerimize çekmek. Bunun bir iç hesaplaşma olduğunu düşünüyorlar. Ancak henüz ellerinde bir kanıt yok. Araştırmanın sonucunda ulaşacakları tek bilgi canı sıkılan bir adamın yaptığı katliam olacak. Arkasında bir terör bağlantısı bulamayacaklar. Adını ve hangi ülkenin vatandaşı olduğunu bile bulmaları imkansız çünkü gereken yapıldı. Hiç doğmamış ve hiç yaşamamış bir hayaleti takip edemezler." Keyifle gülümsedi Li Jie. En sevdiği işlerden biri olan sanal korsanlıkla dünya üzerindeki tüm ülkelerin hazine hesaplarını sadece bir gün de boşaltabilir, dünya borsasını yerle bir edebilir, adı bile duyulmamış bir kripto parayla servet elde edebilirdi. Elbette ki bunu tek başına yapamazdı. Elinde üç tane güvenilir adamdan oluşan sanal korsan takımı vardı. Biri Çinli, diğeri Amerikalı ve diğeri de İsrail asıllıydı. Bu adamların yaptığı işi yapabilecek hiç kimse olamazdı. Şimdi ise patlamada kendini yok eden eylemcinin bir zamanlar yaşadığına dair tüm kayıtlar silinmişti. Kulübün kamera kayıtları da polisten önce ele geçirilmiş, kendi veri kayıt bankalarına kopyalanmıştı. Yani devlet bu işin peşini kısa süre sonra bırakmak zorunda kalacaktı.
"Planlarımızda küçük bir değişiklik oldu. Önünüzdeki dosyada ne olduğu yazıyor."
Adamların her biri dosyayı açıp okudu ve hemen sonra korumalar dosyaları toplayıp, içindeki evrağı alarak yanan şöminenin içine attılar.
*
Amir Ralp arabanın ön koltuğuna oturmuş, bölge savcısı ile yaptığı hararetli konuşmayı düşünürken hala öfkeliydi. Gorden'ı yanına almış, Josep Bennett'a patlama hakkında soru sormak için yola çıkmıştı. Canını sıkan şey de adamın evini arama kararı çıkaramamasıydı. Savcı böyle bir şeyin mümkün olmadığını kendince haklı gerekçeler sunarak reddetmişti. Ona göre Josep Bennett şu an suçlu değil, mağdurdu. Kendi kulübünü bombalamadığı için suçlu olması da imkansızdı. Yine de o adamdan her şeyin bekleneceğini düşünüyordu. Onunla bu ilk görüşmesi değildi. Birkaç yıl önce, sahip olduğu yük gemisinin bulunduğu limanda işlenen bir cinayetle ilgili de onunla kısa bir konuşma yapmıştı. Sonucunda cinayetin sebebi sokak çeteleri arasında geçen çatışmaya bağlanmış, Bennett'ın adamlarının bununla bir ilgisi olmadığı kayıtlara geçmişti. İlgisi olsaydı bile o adamın yakalanamayacağını adı gibi biliyordu.
Dünya çapında bir mafya lideriydi Bennett. İtalyan, Rus ve Çin mafyası kadar güçlü olan bir teşkilata sahipti. Her ne kadar kendini dürüst ve ahlaklı bir iş adamı olarak lanse etse de sahip olduğu serveti sadece ticaret yaparak kazanması olası bile değildi. Zekasının da küçümsenemeyecek derecede yüksek olduğu açıktı. Oxford'da matematik bölümünü derece yaparak bitirmişti. Son yıllarda onun geçmişini o kadar çok araştırmıştı ki en sevdiği yemeğin somon ızgara olduğunu bile öğrenmişti. Normalde suçlular hakkında bu kadar meraklı olmaz ve kafasına takmazdı ancak Josep Bennett'ı yakalamayı, emekli olmadan onu içeri tıkmayı her şeyden çok istiyordu. Bunu başarırsa şeref madalyası ile otuz yıldır süren meslek hayatını onurlandıracak ve belki de tarihe adını bile yazdırabilecekti. Josep Bennett'ı yargı önüne çıkarmanın başka ne gibi bir karşılığı olabilirdi ki? Bunu hayal edince yüzüne sinsi bir gülümseme yayıldı. Golden fark etmiş olacak ki ona doğru seslendi.
"Onunla daha önce karşılaştın değil mi?"
"Evet." dedi Ralp o günü tekrar hatırlayarak.
"Polislerden hiç hoşlanmadığına eminim. Bizi gördüğüne sevinmeyecektir."
"Josep çok akıllı bir adam Gorden. Adamı yalan makinesine bağlasan dünyanın en dürüst insanı bile çıkabilir. Zekası konusunda hiç şüphem yok ama her insanın zayıf bir yönü vardır. Bir gün mutlaka kendini ele verecek bir hata yapacak."
"Ona ne sormayı düşünüyorsun?"
"Henüz karar vermedim. Soracağım sorulara verecek mantıklı bir cevabı mutlaka olacak ama bu ona inanacağımız anlamına gelmiyor."
"Doğrusunu istersen Josep'ten çok kızını merak ediyorum." diyerek güldü Gorden. "Onu sorgulamayı başarabilirsek belki..."
Ralp'in kahkahası genç adamın sesini kesti.
"Josep için kızı sahip olduğu tüm mal varlığından çok daha değerli. Ona yaklaşmayı hatta adını dahi anmayı sakın deneme. Bugün o evden canlı çıkmak istiyorsan bu işi bana bırak. Dostunun evine kahve içmeye değil, yılanın inine çomak sokmaya gidiyoruz."
Gorden sigarasından derin bir nefes çekerek, camdan dışarı üfledikten sonra yarısı dökülmüş saçlarından sonra açıkta kalan kafasını kaşıdı. Otuz beş yaşında bir adam olmasına rağmen saçları yüzünden daha yaşlı görünüyordu. İki yıl önce ayrıldığı ve hala nafaka ödediği eski karısının da boşanma sebebi kel bir adam olmasıydı.