Elif'in kalbi hâlâ Ali'nin bakışlarında duyduğu yoğun tutkuyu hissediyordu. Yavaş yavaş pazar yerinden uzaklaşıp, bahçesine dönerken, aklında bir karışıklık vardı. O gün pazar yerinde yaşadıkları, hem mutluluğun hem de korkunun tuhaf bir karışımına dönüşmüştü. Kehanet gibi gözüken duvarların arkasındaki her şeyin, Elif'in kendi sebeplerine neden olabileceğini bilmemesi zor olsa da, onun duygularına yön verecek güçte olduğu kesin gibiydi. Fakat yaşamı, aşka dair istediği ve gerçek hisleriyle sıkça çelişen gelenekler arasında bir savaş veriyordu.
Güneş, yavaşça batmaya başlamıştı. Elif, akşam yemeğini hazırlamak için mutfağa geçti. Yemekten sonra, nenesinin eski hikayelerinden bazılarını hatırlamak için rüzgârın fısıldadığı hikayeleri gözlerinin önünde canlandırmaya çalıştı. Nenesi, her zaman Elif'e, "Kırmızı çiçekler, özlem ve sevdalı kalpler için semboldür," derdi. O an, elindeki sebzeleri keserken düşünceleri kafasında dönmeye başladı. Kırmızı çiçeklerin biraz özel olduğunu hiçbir zaman anlamadınız, diyordu kendi kendine.
O sırada kapı çaldı. Elif yere attığı bıçağı, içeri kaçan gözleriyle değiştirdi. Kapıyı açtığında, Derya ve Fatma'yı gördü. İki arkadaş, Elif ile vakit geçirmek için sabırsızlanıyorlardı. Fatma'nın elinde, canlı yeşil bir elbise vardı.
"Bak, Elif! Ne dersin? Bu elbise seni dev gibi gösterir!" diye bağırdı. Elif gülümsedi, Fatma her zaman neşeyi dikenli bir kaktüs gibi sunuyordu.
Derya, her zaman ciddi olan kişiydi. "Ama bu onun hiç çekimserlik duymasına neden olmuyor," derken, gözleri dikkatle Elif'i izlerken delik bir bakışla sarıldı. "Güzellikle ilgili her şey, onun köyün genelinde izlenmesine bağlıdır," dedi. "Ama bir elbise bana eski geleneklerin düşündürdüğünden daha fazlası yoktur."
Fatma, muzip bir gülümsemeyle yüzünü ekşitti. "Sevdiğim şeyleri gösteren eski değerlerin aynısıdır. Sen nerede saklı gökyüzlerinde özgürlük buluyorsun, Elif?" dedi. Elif, gülüşlerini yanıtlayarak, "Her ne olursa olsun, sevgi yanıma geldiğinde kalbime birkaç şey bırakır, bunu biliyorum. Özgürlük onun iradesi değil, aşkın gerçeklerinde gizlidir," diye yanıtladı.
Konuşmadan kısa bir süre sonra, arkadaşları Elif'in yaşadığı alanda dolaşmaya başladı. Çiçekler üzerinden birbirlerine şakalaşarak, bahçede nereye gideceklerini ve nasıl eğleneceklerini tartışıyorlardı. Güzel köyün akşam atmosferinde umut ve dostluk dolup taşıyordu. Ama Elif'in içindeki huzursuzluk, gerçekten ağır bir gerçekti; zaman zaman en zor anlarında kararan bu, köy yaşamının derinliklerinde gizli olan uyanışları duyabiliyordu.
Eve dönen görüşü ve Ali'yle yaşanan her aşamayı önceden hissetmeye çalışan Elif, düşüncelerinde kaybolmuşken içini sıkan korkular huzursuz ediyordu. Arkadaşlarının gülümsemeleri ve kahkahaları arasında altın gibi ışıyan bir umut bulduğunu da biliyordu ama içindeki sıkıntılar, geleneğin kurallarının baskısıyla süslüydü.
O akşam, Elif uyuyamayarak döndü. Düşünceleri, köyün uykusu içinde yankı yapıyordu. Her defasında Ali'nin onu sevdiği, Cem'le olan ilişkisini baskılayıp yazılı olmayan bir sözleşme yaratabileceği endişeleri, sonsuz bir yola çıktığını gürültülü şekilde kuvvetlendiriyordu. Düşleri esaret altında yatan yönlendirme ile dolu olduğu için Elif, sonunda sabahın sonuçlarını beklemeye başlamıştı.
Gün doğmuştu ve Elif, uyku yoksunluğu ile yorgun gözlerle uyanarak bahçeye koştu. Kalbindeki karmaşa, onu Ali ile olan konuşmalara ve görsel hayaline yönlendirmekte sağlıklı oldu. Bahçe, kırmızı çiçeklerle doluydu; ancak Ali'nin gözlerinin derinliklerine olan özlemi, suyun hafif dalgalarına akmış gibiydi. Gün geçtikçe, bu derin sevda ona bir daha meyil yapısında kelimelerle anlatamayacağı bir sır gibi görünüyordu.
Tüm uğultular içinde dışarı çıktığında, Elif'i bekleyen Mehrab genç kadın Sirin'le karşılaştı. Neşeli bir şekilde çözülmüş elbisesi hakimiyetindeyken, "Evet, haber gelmeyen Ali'yi aramadı bort café değil mi?" diye ona şakalaşıyordu. "Sana anlatabilir olan herkes, bir samimi çekiş yapar."
Elif bu alaycı sesle görünmek istemesede yalnızlığıyla hapsolmuştu. Sirin ise, meyve teridi üzerinde paylaşımlarla ve aşk bulduğunda uyanan güçlü özgüvenle dikkat çekerken derin tartışmalara çıkmayı yeğlerdi.
Elif, gülümseyerek, "Yaşamak bir pencerede sabitlenen durum ve olay odakları önerir; ama içimi yiyip bitirecek meyilli ve dayanakları devam ettirecek bir odaklanma peşinde değilim," dedi.
O gün pazar yerini, sadece gençlerin değil, köydeki diğer insanlarla zenginleştirmek üzere gelinen hayalla ayakta kalmalıydılar. Herhangi bir özlem ya da korku taşımadan yola çıktığında, bir destinasyon olan bir başka akşam karşısında spora yönelerek olmalıydılar.
Elif'in köydeki yaşamı, geçmişin gelenekleriyle örülmüştü. Küçüklüğünden beri nenesinin belleklerinde yer etmiş hikayeler, ona her zaman nasıl davranması gerektiğini ve köyde neye göre hareket etmesi gerektiğini öğretmişti. Aile, ondan her zaman geleneklere ve öğretilere bağlı kalmasını bekliyordu. Bu bağlılık, Elif'in içsel bir zorunluluk gibi hissettiği derin bir sorumluluk hissetmesine neden oldu. Her düğün ve bayramda aile kontrolü altındaki törenler, onun için birer sınav niteliği taşıyordu. Nişan, evlenme ve bütün bunların getirdiği ağır yük, onu endişelendiriyordu; ama en derinlerinde kendi isteklerinin ve mutluluğunun fani birer aldatmacadan ibaret olduğunu biliyordu.
Cem ise, Elif'in bağımlılığına bir başka açıdan yaklaşan saplantılı bir karaktere dönüşüyordu. Başlarda Elif'in nazik ve masum tavırlarına hayranlık duysa da, zamanla bu his, içten içe kıskançlık ve sahiplenme isteği ile karıştı. Cem, kendine göre mükemmel bir gelin adayı olan Elif'i tamahkâr bir varlık olarak görmeye başlamıştı. Elif'in güzelliği ve doğallığı, onu çılgınca sahiplenmek için birer bahane olmuştu. Cem, köydeki herkesin Elif'e olan hayranlığını kıskanıyor ve onu sadece kendisinin olduğuna inanıyordu.
Bir akşam, Elif'in bahçesinde Ali ile geçirdiği huzurlu bir an, Cem'in kontrol etme isteğini tetikledi. O anlar, Cem için adeta bir kriz anıydı. Kendi içinde düzensiz bir karmaşa yaşarken, Elif'in Ali ile gülüşlerini ve enerjisini görmek onu öfkeye sürüklüyordu. Elif, Ali'nin yanında gülündüğünde, güya her şeyin kontrol altında olduğunu sanıyordu; fakat Cem'deki saplantı giderek büyüyordu.
Cem, Elif'in Ali ile kurduğu bağın neden bu kadar derinleştiğini anlamak için köydeki söylentilere göz kulak olmaya başladı. Her gün, akşam vardığında Elif'in yine bahçede meyveleri sulayıp sulamadığını görmek için dışarı bakıyor; Ali'nin gelmeyeceği bir yeri gözlemliyordu. Hatta zamanla, Ali'nin hareketlerini izlemek için bahçenin arka tarafına gizlice saklanır hâle gelmişti. Her seferinde Elif ve Ali'nin bir araya gelmelerinden önce belirsizlik içindeki cümleleri ve göz temaslarını gizlice izliyordu. Bu durum, Cem'in içindeki kıskanç samuray ruhunu daha da alevlendiriyordu.
Bir gece, Elif, bahçede Ali ile gizlice görüşmeye hazırlandığında, Cem onu izliyordu. Elif, hayattan daha çok şey istediğini ve Ali ile kurduğu bağın daha derin imkânlar sunduğunu biliyordu; ancak boş yere kendini hissetmek de istemiyordu. Cem'in izlediğini bilse de, içine doğan sevgi ve hikâyesini derinlemesine yaşamak istiyordu. Kaybolmuş anların getirdiği cesaret ve özgürlük, her düşleyişte artarak çoğalan kartlarını iyice sağlamlaştırıyordu.
Ali gülümseyerek karşısında belirdiğinde, Elif'in içindeki kıpırtı daha da artmaya başladı. "Bugün bahçenin güzelliği senin içindeki aşkı temsil ediyor gibi," dedi, Elif'e dönerek. Kalbinde yüreğinin derinliklerinde hissettiklerini dile getirmek istese de, Elif, geleneklerin taşınmaz yapısını görerek yine düşüncelere daldı; ama bu anda Ali'yi tamamen duymak ve anlamak mümkün olmuyordu.
Elif'in başında dönen düşünceler, Cem'in öfkeli bakışlarında yankı buluyordu. Cem, Elif ve Ali'nin yakınlaşmalarını bildiği zamanda, durum daha kızışmış bir hâle elverişli oldu. Tam o sırada, Cem dışarıya fırladı, sanki hiçbir şekilde hiç kimsenin önünde durmadığını göstermek istiyormuş gibi yanıma doğru ilerliyordu.
"Ne yapıyorsunuz burada?" Cem gırtlağındaki sert sesle yankılandı. Elif ve Ali donakalmıştı. Cem'in geniş omuzları ve sert bakışları altında Elif, eti yenilebilecek düşüncelerini besleyebilecek bölmeler aramıştı. Bakışlarındaki çatışma, ikisi arasındaki anlığı peşinden sürüklemişti.
Ali, gerilimi kırmak için kendini ileri attı: "Biz sadece normal konuşuyorduk, Cem!" dedi, fakat içsel bir korkunun içerisinden de Ali'nin cesareti kalan kalabalıkla sınanıyordu. Cildindeki kanmışlık ve dövüşmeden bertaraf olma isteği belirsiz bir müdahale başlattı. Cem'in gözlerindeki ateş, onu sonuna kadar zorlamış bir halde ve düşmandı.
Elif, durumu düzeltmek ve Cem'in kıskanç bakışlarından kaçınmak için elini Ali'ye doğru uzattı. "Cem! Bu sadece iki arkadaşın buluşması. Lütfen, bu kadar büyütme!" dedi derin bir üzüntü içerisinde. Ama Cem, arkadaşlık ifadelerini duymazdan geldi; iradesindeki saplantı, harekete geçmeye karar kılan bir manivela olarak dönüştü. Artık hiçbir şey, onu durduramazdı.
Cem, Elif'e ulaşmak için adımını hızlandırdı. "Seninle birlikte olmam gereken her anı pas geçmene izin vermem," diye bağırdı. Bu yüksek ses, Elif'in içindeki bütün çekimleri ortaya çıkardı.
Elif, köyün toplumsal kurallarını geçersiz kılacak duruma yuvarlanmaya başlarken, kalbindeki hisler de daha öncesinde düşündüğünden çok daha karmaşık hâle geldi. Ali, Cem'in hareket etme hırsından çekildi ve ona vurma isteğiyle yanına vardı, Elif, ikisine de adım atarak alışıldıklarının tüm geleneklerine bir bağ ayağında eksiklik bırakıyordu.
"Tüm bu kurallar ve geleneğin kucaklayıcı inanışları, seni bana bağlamayacak," dedi ruhsal bir özgürlük bekleyerek.
Fakat Cem'in karakteri, Elif'in bağımlılığını ve Ali'ye olan hislerini destekleyemeyecekti.
O gün, Elif, ruhunu büyük bir kırılma noktasına getirmişti. Kem gözlerinin arka planda çevresinde yasalarının kendisini sarmalaması, Ali'ye düşkünlüğünü tarttığı ağır öfkesinden besliyordu. Artık, ne yazık ki gelenekten aldığı baskı ile saplantılar birer kütük gibi kadim zamanların kesinliğine döndü. Başaracaksa, geleneksel topluluğun yanı sınıra ulaşmasını umarak yargılamayı doğru bulacak kadar geniş bir ufka duyuracaktı.