Uğursuz...

2235 Words
Burada kalmak bile başlı başına bir gerilim sebebi iken bir de yatmadan önce duyduğum şeyler zihnimi yormaya, uykumu kovmaya ve beni boğmaya yetti de arttı. Benim bilmemem gereken neler dönüyordu? Tamam bir kukla olarak kullanıldığımı fark edeli epey oldu ancak; bilgim dışında hayatıma müdahale ediliyor olduğunu bilmekle aynı şey değil bu durum. Neler döndüğünü bir an önce öğrenmem lazım. Sabah resmen üzerime doğmuştu ve ben kısacık bir an bile gözümü kırpmamıştım. Yaklaşık yarım saat sonra Ümran hanım kahvaltı masasının başında hazır olur, günlük gazetelerini okur ve 1 saat kadar oyalandıktan sonra da aracına binerek yayın evinin yolunu tutardı. Sabah kahvesini asla evde içmezdi. Ofisine girer girmez asistanı kahvesini önüne koyar, rutininden bir an bile şaşmazdı. Dün geldiğimde üzerimden çıkardıklarımı giyip salona indim. Kahvaltı masası tek kişi için hazırlanmıştı. Ben, evdeki varlığım unutuldu diye düşünürken Emine hanım; "Gülce hanım anneniz sizin için kahvaltı hazırlamamı söyledi. Kendisi yorgun hissettiği için yayın evine öğleden sonra gidecekmiş." dedi. Bakın bu, gerçekten de olağan dışı gelişen bir durumdu. Sabah erken saatlerde yemek yeme alışkanlığım olmamasına rağmen, belki Emine hanımdan bir şeyler öğrenebilirim umuduyla sofraya oturdum. "Çay mı alırsınız, yoksa kahve mi Gülce hanım?" "Sert bir kahve iyi olur aslında. Kendinize de içecek bir şeyler alın ve bana eşlik edin lütfen. Bu evde yalnız başıma yemekten pek hoşlanmıyorum." "Aman efendim nasıl olur, ben size rahatsızlık vermeyeyim." "Olur mu öyle şey Emine hanım, sizin yanınızda büyüdüm sayılır. Bunca zamandan sonra bu şekilde bir resmiyet gerçekten fazla oluyor." "Doğru söylüyorsunuz ama, yıllardır alışılagelmiş bir düzen var. Haliyle düzenin dışına çıkmak kolay olmuyor." "Evet, Ümran hanım ve düzen düşkünü halleri. Bu arada, bu şekilde günü harcadığı daha önce pek görülmüş bir şey değil. Son zamanlarda sık sık yaşanıyor mu bu durum?" "Şey, efendim. Biliyorsunuz Ümran hanım kendisi hakkında yorum yapılmasını pek sevmez. Ne desem bilemedim ki." "Çekinmeyin Emine hanım. Her ne kadar öyle görünmese de ben onun kızıyım. Ve benimle onun sağlığı hakkında konuşmanız pek de dedikodu sayılmaz." "Elbette öyle, beni yanlış anladınız. Ümran hanım bu aralar çok uykusuz kaldığı için bazı günler tam dinlenememiş hissediyor. O yüzden arada böyle kendisine izin verdiğini söylüyor. Yani ben de onun yalancısıyım." "İlginç. O ne yorgunluklardan sonra hiç bir şey olmamış gibi işine sarıldı. Buna siz de şahit oldunuz. Neyse, elbet yakında çıkar kokusu. Her şey için teşekkür ederim." "Ama efendim, daha hiçbir şeye dokunmadınız bile." "Son anda aklıma, yapmam gereken önemli bir işim olduğu geldi. Ümran hanıma iletirsiniz. Size kolay gelsin." "Ama Ümran hanım bir şeyler yesin mutlaka demişti, hay Allah." Ümran hanımın bu, beni her zamankinden fazla düşünür halleri aklımı giderek karıştırıyor. Benim hakkımda planları olduğu hissi ağır bassa da, ne olursa olsun alışkanlıklarını hiçbir şekilde böylesine kolay değiştiren birisi olmayışı durumun altından farklı şeyler aramama sebep oluyordu. Garip bir şekilde onun esrarengiz davranışlarının altında yatanı merak eder oluşum da benim için oldukça yeni bir durumdu. Çünkü zamanla kendimi olduğum gibi kabul ettiremediğim fikrine alışmış ve her şeyi akışına bırakmıştım. İtiraf etmek gerekirse kendi iplerimi onun eline ben vermiştim. Her seferinde aynı şeyleri bekleyip, beklentimde asla yanılmadan yaptığım ev ziyaretleri; bu kez aklımda yeni soru işaretleriyle son buldu. Ben onun kendi elleriyle ayakta tuttuğu resmiyeti hiç itiraz etmeden sürdürürken; o birden bütün dengeyi tepetaklak etmiş ve sanki resmiyette direten benmişim gibi dert yanmıştı. Sebebi her ne ise öğrenip, gerekiyorsa müdahale etmeye karar verdim. Kafamdaki bu bulanık düşüncelerle ve uzun bir yolculuğun ardından dinlenme fırsatını bulamamanın bitkinliği ile Oran'dan ayrıldım. Öyle bir çıkmazdaydım ki, Ümran hanımın tamamen kapalı bir kutuydu ve onun hakkında bir şeyler öğrenmenin oldukça zor olması adım atmama engel oluyordu. Nihayet evime geldiğimde ise; Kars'a giderken gazı kapadığım için buz gibi dört duvar karşılamıştı beni. Evi ısıtana kadar üzerimdeki kabanı çıkarmadım. İçemediğim sabah kahvemi yapmak için mutfağa gittiğimde ise, uzun bir süredir mutfak alışverişi yapmadığım için kahve kalmadığını farketmem her şeyin üzerine geldi. Bıkkınlıkla sandalyeye çöktüğümde, bir süre sanki büyük bir sorun yumağına dolanmış gibi hiçbir şey yapmadın oturdum. Mutfak adasının arkasındaki bilgisayar çantam gözüme iliştiğinde ise Bahtışen'in masalsı hayatının kendi sesinden anlatımıyla uykuya dalmanın iyi olacağını düşündüm. Yorgun bedenimi güçlükle kaldırıp kendi küçük ama benim için bir dünya olan evimin koridoruna yöneldim. Dar ve kısa bir koridor, koridorun sağ tarafında ufak bir banyo ve onun karşısında da benim yatak odam vardı. Babamın bütün ısrarlarına rağmen bu ufak evi çok sevmiş, ve daha büyüğünde rahat edemeyeceğimi defaatle söylemek zorunda kalmıştım. Şaşaalı, bol odalı evlerde süren yalnızlık daha çekilmez oluyordu elbet. Dar bir alanda nereye dönsem kendime çarpacak olsam da bu şekilde kalabalık hissedeceğim düşüncesi her ne kadar gülünç bir durum olsa da, zamanla kendi kalabalığımı oluşturmaya başlamış ve dünyamı biraz kitaplarla biraz da yeni yeni tanıdığım insanlarla zenginleştirmiştim. Ev henüz tam ısınmadığı için kalın bir pijama takımı almış ve bağrını açmış beni bekleyen yatağımın şefkatli kollarına kendimi bırakmıştım. Yorgunluktan uykuya bile dalamayan bir bedenim vardı. Bilinenin aksine yorulunca uyuyamayanlardandım. Çocukluk çağında kendi masalını dahi kendi okuyup uykusuna yatan biri olarak, bu kez Bahtışen'in masalını yoldaş edindim kendime... ... Esme ile eve vardık. Öğlen vaktiydi. Nenem çorbayı ocağa koymuş amma başka bir şeye yetişememişti. Birazdan dayım gelirdi tarladan. Tütün tarlasını dolanmaya gitmişti bugün. Hasata az bi zaman kala tayfa götürür, kaç adam lazım diye baktırırdı. Bazen belli olmaz yanında misafirle geliverirdi. O yüzden ocaklığın üzerinde mutlaka iki çeşit aş her vakit kaynardı. Aceleyle vardım sebzeliğin başına, baktım yeteri patates sovan var, bi oturtma koyuverdim sobanın maşıngasına. Az biraz da odunu harladım ki tez pişsin. Bir de domates sovan salatası, yanına da koyun yoğurdu çıkardım mı adamı abad ederdi. Allah bereket versin, soframız hep doluydu. Anamın hakkı olan tarlanın mahsulünü de dayım gil toplardı. Bir günden bir güne nerde benim hakkım, verin de kenarı yığam, cehiz parası edem demedim. Yatacak yer, doyacak yal veriyolardı ya daha ne olsun? Nenem pek bir memnundu elimin çabukluğundan. Anama çekmişim öyle der dururdu. Ben de bir kabarır bir şişinirdim sorma. Nenem karılıklı biriydi, elinden her iş gelir, her kesin işini de beğenmezdi. Beni beğeniyodu ya göğsüm kabarırdı. İşte öyle ufak şeylerle dünyam güzelleşirdi benim. Yemek vakti geldi, sobayı uyuya aldım, tencereleri dizdim üstüne ki sıcak dursun aşlar. Siniyi de sofaya kurdum bi güzel. Bekle Allah bekle dayım gelmedi. İşin garibi Gülhanım anam da yok ortalarda. Sonra avluda bir tarana kopuverdi. Dayım ile yengem bağrış çağrış, söve söve yanaştılar sofaya. Daha ben ne olduğunu anlamadan dayım asıldı yazmamlan beraber saçlarıma, başladı kötek vurmaya. Allah dedim gene ne ettim? Gülhanım anam hayıflanır "namusumuza halel getirecek bu nursuz" der. Dayım "sen benim şerefimi iki paralık mı etçen" diye sorar. Bana mı derler anlamam ki, ben ne etmişim? Sonra çıktı işin kokusu meydana. Hasan mesmursuzu sabah önümüzü kesti ya meydanda, köyün kendini bilmez karıları Gülhanım anamı doldurmuş; "evde bu yaşta bekar kız varsa adamın başını belaya sokar, senin uşakları da yoldan çıkarır." Diye. Neymiş; ben yüz vermeseymişim Hasan iti dolanmazmış peşimde. Kuru iftira bu kadar can yakar mı? Hemi de ne yakar. Nenem girdi araya; "ben emanetime kefilim, üç beş namussuzun iftirasıyla bu günahsıza ettiğiniz zulum yeter." Diye. Dayım ana ata dinlemedi ona da yükseltti sesini. Bunca yaş yaşadım nenem ilk defa o gün analık hakkı ile tehdit etti dayımı. Allah canımı alana kadar bu kıza bir daha el kaldırırsan hakkım helal değil dedi. Dayıma sorsan sofu adam, hak dedin mi durdu akan sular amma dayak bitti de eziyet bitti mi, biter mi heç? Esme haftanın beş günü gidecek o mektebe. Benden başka götürecek kimse de yok. Az biraz büyüse takılır diğer uşakların peşine amma şimdi yalanız bırakılmaz ki sabi. Olur da başına bir iş gelirse Allah korusun, müsebibi yine Bahtışen olur. Zate Bahtışen dağda düşüp ayağını kıran öküzün de dereye düşen kuzunun da sebebidir onlara göre. Uğursuz Bahtışen ne olacak. Az biraz uğuru olsaydı zate külleri kalmazdı o ataşta. Uğursuz ki yaşadı... Uykuya Bahtışen'in yaşamayı uğursuzluk olarak gördüğü anda dalmıştım. Haliyle olanca karmaşayı taşımaya çalışan zihnim de aynı karmaşıklıktaki rüyalarla bana eşlik etmişti. Kâh Bahtışen'in yerine azar işitmiş, kâh muallim olup ders anlatmış, kâh da dereden kuzu atlatmıştım. Haliyle uyandığımda çetin bir savaştan çıkmış gibiydim. Saat henüz öğleden sonra 3'ü gösteriyordu. Ev yeteri kadar ısınmıştı ama tam takır buz dolabı beni sokağa çıkmam, insan içine karışmam için zorluyordu. Aç karnımı doyurmanın yanı sıra birileriyle konuşmaya da ihtiyaç duyduğum için Hakan'ı aradım ve kafede olup olmadığını sordum. Yakın çevremde beni yargılamadan sadece dinleyen ve ben sormadıkça akıl vermeyen eşsiz bir sohbet arkadaşıydı. Elbette bu sohbetlerin karşılığı ise tezgah arkasında ona yardım etmemden geçiyordu. Anlatırken aynı zamanda başka bir meşguliyetle ilgilenmek daha fazla rahatlamama sebep olduğu için bu duruma asla burun kıvırmadım. Aksine tezgâhın arkasına her seferinde isteyerek ve severek geçtim. Üzerimi değiştirip yorgunluğun izlerini bir nebze olsun sildiğimde sadece telefonumu ve cüzdanımı alarak evime çok yakın olan kahve dükkanının yolunu tuttum. Bir süre orada vakit geçirecek, bir şeyler atıştıracak ve eksiklerimi alıp eve geri dönecektim. Bu günü de bu şekilde geçirip bundan sonraki günlerde yayın evindeki görevime yoğunlaşmam gerekiyordu. Yazı köşemin yanı sıra çeviri kitapları da kontrol etme işi bendeydi ve geçen haftadan da dahil olmak üzere 4 kitabın kontrolünü ay sonuna kadar yetiştirmek zorundaydım. Kafeye girdiğimde Hakan bir masanın siparişlerini götürmek üzereydi. Ben de direk personel bölümüne geçip Hakan'ın benim için özel yaptırdığı, kendi karikatürümü taşıyan önlüğü üzerime geçirdim. Bankonun arkasına geçip kendim için bir kahve hazırlamaya başladığımda Hakan işini bitirip yanıma gelmişti. "Selamsız sabahsız gelip, direk tezgahın başına geçtiğine göre bu kez konu epey büyük sanırım." "Nereden anladın demeyeceğim. Çünkü sen bir müneccimsin. Konu bu kez de Ümran hanım ile ilgili ama bu sefer farklı ve gizemli şeyler dönüyor ortada." "Vay! Bak gizem deyince daha da çok ilgimi çekti. Bana da bir orta şekerli yap bari de şu gizemi çözmeye çalışalım." "Senin Türk kahvesi saatin akşam yemeğinden sonra değil miydi? Bugün bayağı erkencisin." "Dedikodusunu yapacağımız kişi Türk edebiyatının son kalelerinden olduğu için, saygıda kusur etmek istemedim." "Ha yani dedikodusunu yaparken ayıp olmuyor da Americano içerken arkasından konuşmak mı ayıp oluyor?" "Karışma benim işime. Hadi bak cezve orda, yap bir orta. Sevmiyorum makine kahvesini." Kahvesini yapıp önüne koyduğumda, önce bir kokusunu çekti sonra da sesli bir yudum aldı. Dün gelişimden sonra annemin arayışından bu sabaha kadar olan ne varsa her şeyi anlattım. Ama o, benim asıl aklımı meşgul eden konu yerine, Nazım denilen adamın rahatsız edici bakışlarına takıldı. Yeni tanıştığımız zamanlarda açıkça bana ilgi duyduğunu söylemişti Hakan. Ama sonrasında bizden iyi birer sevgili değil de iyi birer dost olacağımız konusunda onu ikna etmiştim. Bu takılmasının sebebinin kıskançlık olduğunu düşünmüyorum, belki sadece kendimi korumam gerektiğini dile getirecek bilmiyorum. Bu meseleyi biraz daha açmasını söylediğimde ise beni yanıltmadı. "O heriften hoşlanmadım çünkü, yeni tanıştığı birine, rahatsız olduğunu bile bile gözlerini dikip bakan bir adam arıza çıkarabilir. Sen yine de dikkatli ol derim. Belli ki bu ortaklık meselesi yüzünden daha sık görüşeceksiniz. Zamanla niyeti anlaşılır ama sen yine de kendine dikkat et." "Of Hakan kafamı bulandırma benim. Benim derdim annemin birden bire değişen davranışları. " "Ümran hanım bir şey isteyecekse direk söyler bence. Böyle gizli kapaklı iş çevirmez." "O zaman neden Emine hanıma, Gülce asla bilmeyecek diye direktif veriyordu? Belli işte özellikle benim bilmememi istediği bir şeyler çeviriyor." "Vallahi güzellik orasını ben bilemeyeceğim ama yakında çıkar kokusu. Merak etme sen." "Umarım dediğin gibi olur. Yoksa ben kafayı ona yormaktan başka işe güce bakamam." "Bir bırakamadın şu takıntılı huyunu. Rahat ol bence seni ilgilendirdiğini düşünmemiştir, o yüzden öyle demiştir. Sen benden daha iyi biliyorsun, annenin kendini ilgilendiren şeyler konusunda ne kadar ketum olduğunu." Evet, kendisini ilgilendiren konuları asla benimle konuşmadığı, benimle hiçbir paylaşımda bulunmadığı için zaten anne yerine Ümran hanım diyordum ya. Hiçbir zaman anne kız gibi birbirimizin derdini, sıkıntısını paylaşmadık ki bu güne kadar. Hep maddi konular konuşuldu. Harçlıklarımın ne kadar artacağı, seçtiğim okulun eğitim kalitesi, giyim tarzım, yaşam tarzım. Ona uymayan ne varsa onlar mevzu oldu aramızda. Bir gün bile karşılıklı oturup neler hissettiğimden, nelerden hoşlandığımdan ya da hoşlanmadığımdan konuşmadık. Elbette şimdi de bilmemi istemediği konular olabilirdi ama evin hizmetçisinin bilip de benim bilmemem gereken konu neydi? Kafamı asıl kurcalayan şeyi tam olarak anlatamadım sanırım Hakan'a. Zaten son sözlerimizin üzerine kafeye kalabalık bir gurup geldi ve iki saat boyunca benim de yardımımla siparişleri yetiştirmeye çalıştı. Kafeden nihayet çıktığımda ise hava tamamen kararmıştı. Acil lazım olanları yakınlardaki ufak marketten de alabileceğim için arabamı almaya gerek duymamıştım. Zaten biraz daha acele etmezsem orası da kapanacaktı. Bu düşüncelerle adımlarıma hız verirken cebimdeki telefon çalmaya başladı. Arayan tanımadığım bir numaraydı. "Gülce hanım iyi akşamlar. Ben Nazım, nasılsınız?" "Teşekkür ederim Nazım bey iyim ama size telefon numaramı verdiğimi hatırlamıyorum. " "Haklısınız siz vermediniz. Ben yayın evinden aldım numaranızı. Kusura bakmayın bu şekilde rahatsız etmek istemezdim ama mecbur kaldım. Ümran hanıma ulaşamadım bir türlü. Bugün biyopsi için randevu vermiştim kendisine ama gelmedi." "Pardon afedersiniz ama siz ne biyopsisinden bahsediyorsunuz?" "Özür dilerim ama ben sizin bilginiz olduğunu düşünmüştüm. Annenize bugün akciğer biyopsisi yapılacaktı. Özellikle benim yapmamı rica etmişti, ben de mesai saatinden sonraya zaman verdim daha rahat olur diye. Ancak kendisi bir saat önceki randevusuna gelmedi. Sekreterim arıyor fakat ulaşamıyoruz kendisine." "Anlıyorum. Sağ olun haber verdiğiniz için. Ben bir şekilde kendisine ulaşmaya çalışırım. Dışardayım şu anda, yanına gitmem biraz zaman alabilir. Siz isterseniz daha fazla beklemeyin, bu saatten sonra gelebileceğini sanmıyorum." "Peki, tekrar özür dilerim sizi rahatsız ettiğim için. İyi akşamlar." "Size de iyi akşamlar Nazım bey." Bütün teorilerimin, bütün kaygılarımın çöp olduğu bir konuşmaydı. Ümran hanımın, annemin böyle bir sorununun olabileceğini asla tahayyül etmemiştim. Ömrüm boyunca onu bir kez bile bitkin görmemiştim. Sabahlara kadar çalıştığı, günlerce ağzına bir lokma koymadığı günlere şahit olmuştum ve zaman şikayetçi olduğunu görmedim. Bu sabah ki tavrından dahi böyle bir şey olacağını düşünememiştim. Şimdi nasıl davranmam, ne düşünmem gerektiğini de bilmiyorum. İçimdeki derin boşluğa dolan bir şeyler var ama boşluk dolduğu için neden mutlu değilim?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD