2. BÖLÜM KARŞI KARŞIYA 5/5

1138 Words
Harry’nin şaşkın bakışları yüzünde belirdi, parmakları sakallarının arasına kaydı. Onu görmeyeli çıkardığı sert, griye çalan kılları okşayarak, neredeyse fısıltıya yakın bir sesle, “Mary?” diyebildi. Sanki beni tanıyormuş ama bu hâlimi yabancı buluyormuş gibi. Bana alışkın olduğu soğuk ruh hâlimden çok uzakta olduğum için şaşırması doğaldı. “Seni görmeyi beklemiyordum,” dedi, sesi derin ama yorgundu. O sırada Evan uzun boyuyla yanımdan geçti. Omuzlarının gölgesi üzerimden kayarken, hızlı adımlarla babasının yanına kuruldu. Koltuğa yan yana oturduklarında, baba ve oğulun cüsseleri koltuğu adeta yutuyordu. İki iri gövde, aynı kanın işaretini taşıyan aynı sert çizgilerle birleşmişti. Aralarındaki benzerlik o an daha da keskin görünüyordu. Harry, sağlam kalan eliyle oğlunun saçlarını okşadı. O iri parmakların tüy gibi hafif hareketine Evan sessizce saçlarının karıştırılmasına izin verdi Bu an öylesine kişisel görünüyordu ki, sanki onların mahremiyetine şahit olmamak için gözlerimi kaçırmalıydım. Ama yapmadım. Çünkü tam o anda Riley, bakışlarını bana çevirmişti. Bu küçük baba-oğul yakınlığını görmezden geliyordu. Bugün üzerimde geniş yakalı, bedeni saran bordo bir bluz vardı. Kumaş ışığı yakaladığında, derin bir kırmızıyı andırıyordu; kanı çağrıştıran bir tonda. Altımda siyah, bol paçalı pantolon; zarif ama özgür bir hareket alanı tanıyordu. Sabah arabadayken Tobias’ın bana attığı o aç, arzulu bakışları hatırladım. Onun gözlerinde kıvranan tutku apaçıktı. Fakat Riley’nin bakışları bambaşkaydı. O mavi gözlerde şehvet yoktu. Arzu da yoktu. Ama merak, tetikte bir dikkat, belki de gizleyemediği bir izleme güdüsü vardı. Bana bakarken sanki derimin altını görüyormuş, içimdeki tüm günahları öğrenmeye çalışıyormuş gibiydi. Ona günah çıkarma yapma niyetinde değildim. Gözlerinin derinliğinde öyle bir yoğunluk vardı ki, bir an için nefesim daraldı. Onun gözlerinde, şehvetin boşluğu yerine daha keskin, daha tehlikeli bir şey vardı: çıplak bir gerçek arayışı. Yalanlarına belki onu inandıramazdım ama kendi sırlarını da korumakta iyi olmadığını biliyordum. Karşısındaki tekli koltuğa sessizce kendimi bıraktım. Döşemenin yayları hafifçe inleyerek odadaki sessizliği yarıp geçti, yankısı taş duvarlarda dolaştı. Kollarımı iki yana, koltuğun koyu kahverengi kenarlarına yayarken aslında dışarıdan bakıldığında rahat görünüyordum; fakat gerçekte bedenimin her kası alarmdaydı. Omuzlarımın gevşek duruşunun altında, damarlarımda gezinen o keskin gerilimi saklıyordum. Riley’nin gözlerinin üzerimde dolaşmasını hissedebiliyordum; nefes alışlarımı, parmak uçlarımın koltuğun kenarına bastığını bile izliyormuş gibiydi. Sanki yapacağım küçücük bir hareket, onun zihninde tehdit mi, yoksa masumiyet mi olduğuma dair kesin bir hüküm doğuracaktı. Oysa ben tehdit değildim. Olsaydım... bunu hem hisseder, hem de ben ona çok net anlatırdım. Bakışlarımı bilinçli bir şekilde üzerinden çekmedim. Gözlerimi kısarak odanın içinde dolaştırdım, nefes aldığım havaya odanın tüm ayrıntılarını sindirmek istercesine. Ortalama boyutlarda bir oturma odasıydı ama havası ağırdı. Köşeleri gölgelerle örtülü, ışığın zayıf sarısı ahşap döşemelerde titreyip duruyordu. Koyu kahve koltuk takımı, yılların yorgunluğunu gizlemeyen taş duvarlarla uyum içindeydi. Şöminenin önünde serili ayı kürkü halı rüstikti. Arkada asılı duran çerçevelerde aile fotoğrafları sıralanmıştı; gülümseyen yüzler vardı. Wendy O’Neill eşi öldüğünde, benim deyimimle kurt lanetinden vazgeçmiş, bir daha dönüşmemişti. Ruhdaş bağıyla bağlı olduğu adamın ölümü onu insan olmaya mahkûm etmişti. Hayatının anlamını yitirmişti sanırım. Şimdi normal bir hayat yaşıyor, ama karşılığında yaşlanıyordu. Harry’nin kız kardeşi olmasına rağmen on yaş daha yaşlı görünmesinin nedeni buydu. Benim için bu imkân imrenilesiydi. Mutfaktan Kyra’nın ince sesi geliyordu, halasıyla sohbet ediyordu. Kahkahalarının yankısı buraya kadar ulaşmıyordu, ama konuşmanın sıcaklığı, evin ağır havasına bir nebze de olsa canlılık katıyordu. Buraya uğramamış olmaları dikkat çekiciydi; demek ki konuşmalarını mutfakta, daha özel bir yerde tutmayı tercih ediyorlardı. Harry oğlunun saçlarını okşamayı bırakıp başını bana çevirdiğinde bakışlarının içinde hem yorgunluk, hem de ölçülü bir sevecenlik vardı. Atel takılı elini dizine yasladı, yüzündeki çizgiler loş ışıkta daha da derinleşmişti. “Seni görmeyi beklemiyordum Maryinn.” dedi, sesi çatallanmıştı; boğazındaki kuruluğu belli ediyordu. “Talihsiz bir av kazası.” diye mırıldandım, sesime özenle endişe yerleştirerek. “Ama iyi görünüyorsun Harry amca. Seni iyi gördüğüme sevindim.” Dudaklarımda masum bir tebessüm belirdi. “Yokluğun hissediliyor. Birlikte yediğimiz akşam yemeklerini özledim.” Harry’nin gözleri kısmen büyüdü, belli ki söylediklerim onu yakalamıştı. “Vanessa da bundan bahsediyordu.” dedi ağır bir iç çekişle. “Yakın zamanda, iyileştiğimde, eminim ki bir akşam yemeği yiyebiliriz.” “Güzel.” dedim, sesim neşeli bir perdeye bürünmüş gibiydi. “Ya iş başına ne zaman dönmeyi düşünüyorsun, kasaba şerifi Wolfe? Kasaba senin yokluğunda daha güvensiz hissettiriyor.” Riley Sinclair dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı, söylediklerimin üzerine alınmış gibi. Şimdi fark ediyordum: dudakları dolgun, biçimliydi. Yakışıklı bir adamdı; keskin hatları, buz gibi mavi gözleriyle kusursuz bir heykeli andırıyordu. Ama o gözler, Sancta Custos’un köpeğine aitti. O yüzden ne kadar çekici görünse de içimde, boynunu kırıp başını gövdesinden ayırma isteğiyle dolup taşan tehlikeli bir dürtü vardı. Harry, konuyu sakince toparlamaya çalıştı. “Önümüzdeki ay umarım… Wendy hala birkaç hafta daha istirahat etmem gerektiğini düşünüyor.” Yüzünde hoşnutsuz ama kibar bir tebessüm vardı. “Emin ol, işimin başına dönmeyi benden çok kimse isteyemez.” Sonra başını birden Riley’ye çevirdi. “Ancak Bay Sinclair iyi iş çıkartıyor. Aileleri yeniden sorguladı, olay mahallerini inceledi, bazı yeni kanıtlara ulaştı.” “Tahmin edeyim, yeni kanıtlar halka gizli.” dedim, başımı yana eğerek Riley’e baktım. O zaten bana bakıyordu. Bakışlarımız çarpıştı, odanın soğukluğunu ateş gibi kesen bir an yaşandı. Dudaklarımda hafif bir gülümseme belirirken sesime güven yerleştirdim. “Size inanıyorum. Eminim ki katili yakın zamanda yakalayacaksınız. Asla umudumu kaybetmedim.” Riley’nin bakışları bir anlığına kaydı, ifadesi duygudan yoksun, buz gibi bir maskeydi. Başını eğdi, sesi alçaldı. “Elimden geleni yapıyorum.” dedi. “Maktullerin yakınları sizin kadar iyimser değil… ama hala umudunuzun olması iyi bir şey. Umut insanı güçlü tutar.” Ben koltuğun kenarına parmaklarımı usulca vurdum; ritmik, sabırlı, sinir bozucu bir tempo. O küçük hareket bile odadaki herkesin dikkatini bana çekti. Dudaklarımda masum bir gülümseme belirdi. “Sara için her zaman umudum var ve her zaman olacak.” dedim kelimeleri özenle telaffuz ederek. “Kasabanın yükü sizin omuzlarınızda. İnsanların güvenliği, umutları… ne kadar da ağır bir sorumluluk. Bunun için size minnettarım.” Sesimde alay yoktu ama sözcüklerin arasında gizlenen bir keskinlik, odanın havasını buz gibi kesti. “Eminim ki geceleri uykunuz bile kaçıyordur. “ Evan’ın kasları gerildi; bana öyle bir bakıyordu ki, tek bir kelimeme atılacak gibiydi. Ama Harry’nin atelli eli onun dizine konduğunda, Evan’ın öfkesi zincirlenmiş bir hayvana dönüştü. Dudaklarını sıktı, bakışlarını kaçırmadı ama hareketsiz kaldı. Beni karşısına alıp, tanımadığı Riley Sinclair’ı bile savunacak durumdaydı. Harry’nin yüzünde belli belirsiz bir gerginlik vardı. “Bu bizim görevimiz.” dedi. “Teşekkür etmene ya da minnet duymana gerek yok Mary.” Sanki onun sözleriyle ilgilenmiyormuş gibi başımı yana eğdim, bakışlarımı Riley’ye diktim. O ise hiç kıpırdamadan bana bakıyordu. Mavi gözlerinde sert bir donukluk vardı ama altında kıpırdayan başka bir şey… merak mıydı, öfke mi, yoksa beni anlamaya çalışırken kendi kendine duyduğu rahatsızlık mı? Bir an için o bakışlarda kaybolacak gibi oldum. Gözlerinin içi, donmuş göller gibi; ama buzların altında hareket eden bir akıntı vardı. Onu daha fazla kışkırtmayacaktım. Bir an önce buradan gitmek istiyordum. “Aslında buraya ikinci bir gelme sebebim var.” dedim birden konuyu değiştirerek, “Harry amca.” dedim, sesimi neredeyse fısıltıya indirerek. “Sana danışmak istediğim bir konu hakkında... Özel olarak konuşabilir miyiz?”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD