3. BÖLÜM İYİ KIZ 4/2

1500 Words
Odanın içindeki sessizlik, aniden daha da ağırlaştı. Kalbim göğsümde öfkeyle çarpıyordu. Yumruklarımın tırnakları avuçlarıma gömülmüş, bedenim gerilmişti. O an, ona meydan okumak istedim. Ama Harry’nin yüzünde bir şey vardı… inatla sakladığı o çatlak. Sakince derin bir nefes aldım. Sesimi alçaltarak, kelimeleri daha da dikkatli seçtim. “Senin gururunu kırmak istemiyorum, Harry. Liderliğine saygım var. Annemle yaptığınız anlaşmanın devam etmesini istiyorum. Güven istiyorum. Barış. Ama gerçekleri inkâr edersen, kaybedecek çok şeyimiz olacak. Daha çok insan kaybedeceğiz. belki sevdiğimiz insanlar da ölecek.” Sesim hararetliydi ama haklı olduğumu sonuna kadar biliyordum. “Evan, Kyra ve diğerlerini eğitmeme bir şans ver. Arkandan gizli saklı iş çevirmiyorum, senden izin istiyorum Harry amca.” Harry’nin gözlerinde bir kıvılcım yanıp söndü. Sanki söylediklerim göğsünde ağır bir darbe olmuştu. Sandalyeye yeniden yaslandı, derin bir nefes verdi. Gözlerini kapattı bir anlığına, yüzündeki çizgiler daha da derinleşti. “Lanet olsun…” diye mırıldandı, sesi pes etmeye yakındı. “Vanessa ile tartışıyor gibi hissediyorum. Onun kadar inatçı, dediğim dediksin.” “O ergenler kendilerini kanıtlamaya hevesliler. Eğer izin vermezsen, onları örgütlerim. Bir çete gibi... İçlerinde alfa olan biri illa çıkacaktır.” Dudaklarımı kıvrıldı. “Frost da ikinci bir sürü eminim ki istemeyeceğin bir detay olur. İkinci bir alfa, hele ki onun Evan olduğunu bir düşünsene. Baba ve oğul karşı karşıya. Düşüncesi bile trajik. “Tanrım... ” Gözleri açıldığında, bakışlarında teslimiyetle karışık bir ifade vardı. “Tamam iznimi istiyorsan, izin veriyorum. Ama bu, kolay olmayacak Büyüklerden bir iki kurt size mutlaka katılacak. Bana olan sadakatleri ve ebeveynlerine karşı olan bağlılıkları da etkilenmemeli. Özelikle de okulları... Dersleri aksatmamalılar.” Sakallarının altından dudakları kıpırdadı, sert bir ifade takındı. “İstemiyorlarsa onları zorlamanı istemiyorum ve bana yaptığın gibi oğlumu ya da yeğenlerime yanlışlıkla bile olsa zarar vermeni istemiyorum. Dikkat etmelisin.” Sözleri, buz gibi bir tehditti. Ama altındaki gerçeği fark etmiştim: kırılmıştı. Gururu çatlamış, kabullenmek zorunda kalmıştı. Haklı olduğumu bilse de, şimdi kabul ediyordu. Ben ise ağır bir nefes verip başımı salladım. Dudaklarımda bir gülümseme belirdi. “İnan bana pişman olmayacaksın Harry.” Harry, sözlerimin ardından masanın kenarına yaslanan parmaklarını gevşetti, ama bakışları hâlâ sertti. Sakallarının arasındaki dudakları hafifçe titredi, sanki içinden ki korkuyu gizlemeye çalışıyordu. “Şimdiden pişmanım sanırım.” dedi düşük bir sesle. “Bana güvenmek zorundasın. Otoriteni çalmak niyetinde olsaydım, bunu zaten yapardım.” dedim gülümseyerek. “Ama başında Solani Consortium gibi bir otoriteden kaçtım. Liderlikle ilgilenmiyorum. Benim istediğim tek şey katili avlamak.” Harry başını eğdi, alnındaki damarlar belirginleşti. Yavaşça ayağa kalktı, sandalye bacakları tahta zeminde sürtünerek ağır bir gıcırtı çıkardı. Ayağa kalktığında boyu tavana kadar uzadı. “Size geçmiş olsun demek istemiştim ve konuşmamız gerekenleri zaten konuştuk.” Dedektif Sinclair samimi olmasa da gülümsedi. “ “Tamam,” dedi Harry, sonunda tamamen pes etmiş bir adamın sesiyle. Sakallarının arasından çıkan sözleri, yorulmuş bir teslimiyetin ağırlığını taşıyordu. “İyi bir iş çıkardığından emin ol.” Dudaklarım kıvrıldı, gözlerimde kısa bir parıltı belirdi. “Sizin aksinize mi?” Harry başını hafifçe sağa sola sallayıp gözlerini devirdi. “Bizden daha iyi diyelim.” “Evet, öyle diyelim,” diye mırıldandım, dudaklarımda belli belirsiz bir gülümsemeyle. İstediğim cevabı almıştım. “Anlaştığımıza göre gitmeliyim.” Kapıyı açıp ağır tahtaların gıcırtısıyla koridora adım attığımda göğsümden rahat bir nefes salındı. Omuzlarımdaki gerginlik biraz çözülürken içimde sinsi bir gülümseme büyüdü. Odaya bıraktığım hava hâlâ üzerimdeydi; gerilimin kokusu tenime sinmiş gibiydi. Ama adımlarım dondu. Tam karşımda, sanki beni bekliyormuşçasına Riley Sinclair belirdi. Oturma odasının loşundan çıkarken gölgesi uzun bir çizgi gibi koridora taşmıştı. Bakışları keskin ve tetikteydi; soğuk gözlerinde sanki gizlenmiş bir sorgu ışığı vardı. Harry yanımdan geçerken omzum hafifçe gerildi. Yüzünde yorgun bir ifade olsa da, Riley’nin yanına vardığında omzuna dostane sayılabilecek bir tokat bıraktı. O anın basit bir jest gibi görünmesi bile içimde buz gibi bir kıskıvrımı tetikledi. Riley Sinclair’ın kim olduğunu bilmiyordu. “Gidiyor musun?” dedi Harry, sesinde sıradan bir nezaketle. “Mary ile önemli bir konu hakkında konuştuk. Beklettiğim için kusura bakma.” Riley, ince dudaklarının köşelerini zoraki bir tebessümle kıpırdattı. Gülümsemesinde ne samimiyet vardı ne de güven, sadece alışkanlık. “Sizinle tanışmak ve geçmiş olsun demek istemiştim. Konuşmamız gerekenleri de zaten konuştuk.” Bakışları kısa bir an bana kaydı, gözlerinde gizli bir tetikte olma haliyle. “Sizinle çalışmayı dört gözle bekliyor olacağım, Şerif Wolfe.” “Ben de,” dedi Harry, Riley’nin elini sıkarken. Tokalaşmalarında bir güç gösterisi gizliydi; Harry’nin parmakları Riley’nin elinde bir an fazla sıkıldı, Riley ise buna karşılık vermekte gecikmedi. Sanki görünmez bir ip iki gururu birbirine bağlamıştı. “Yakında görüşeceğiz.” O anı izlerken içimdeki öfke kabardı. Riley’nin varlığı boğucu bir gölge gibi üzerime çöküyordu. Birkaç saniye daha yanımda kalırsa, kendimi kontrol edemeyip üzerine atılmaktan korktum. Çenemi sıkarak bakışlarımı çevirdim. Adımlarımı mutfağa yönelttim. Kapının eşiğinden geçtiğimde gözüm hemen masanın kenarında oturan Kyra’ya takıldı. Yanında halası Wendy vardı; fısıldaşmaları yarıda kesilmiş, ikisinin de bakışları bana çevrilmişti. Loş mutfak ışığında yüzlerinin gölgeleri daha da keskin görünüyordu. İçimden bir kez daha aynı his yükseldi: Sancta Custos. Adını bile zihnimde geçirirken damarlarımda buz gibi bir nefret aktı. İlmek ilmek, iliklerime kadar işleyen, beni yakıp kavuran bir nefret. Riley Sinclair’ın yüzüne baktığım her an, o nefret biraz daha büyüyor, beni sınırlarımdan itiyordu. Bir asır daha kaçmaya hiç niyetim yoktu. Kyra beni gördüğünde gülümsüyordu. “İstediğini almışa benziyorsun.” “Her zaman istediğimi alırım.” dedim bir zafer sırıtışıyla. “Şimdi çıkacağım. İstersen Evan ve seni de bırakabilirim.” “Halamla kalacağım. Muhtemelen Evan da seninle gelmek istemez.” dedi Kyra biraz çekingence. “Yarın okulda görüşürüz.” “Elbette. İyi akşamlar Wendy.” Elimi salladım ve yeniden koridora yöneldim. Riley Sinclair çoktan çıkıp gitmiş ve Harry arkasından kapıyı kapatmıştı. Evan oturma odasında koltuğa boylu boyunca uzanmış uyukluyordu. Yorgun olması normaldi. Portmantodan ceketimi alarak üzerime geçirdim. Harry’ye kısa bir bakış attım. “Bir an önce iyileş Harry.” “Sana da iyi akşamlar Maryinn.” dedi samimice gülümseyerek. “Eğitime başlayacağında haber edersin ve dahası annen Vanessa’yı sakın kızdırma.” Sessizce gülümsemekle yetindim. Kapıyı açıp verandaya çıktığımda, loş akşam karanlığının kasabanın üzerine ağır bir battaniye gibi çöktüğünü fark ettim. Gökyüzü bulutların arasında ⁰morla siyah arasında gidip gelen tonlara bürünmüştü, ufukta asılı duran tek tük yıldızlar ise sanki birazdan olacakları izlemeye hazırlanan sabırlı tanıklar gibiydi. Havanın nemi cildime yapışıyor, toprağın kokusu ile benzin kokusu birbirine karışıyordu. Riley Sinclair, siyah Cadillac’ın direksiyonuna eğilmiş, arabayı çalıştırmakla uğraşıyordu. Motorun çıkardığı kesik, öksürür gibi tıkanan sesler, boş sokakta yankılanıp daha da umutsuz bir hâl alıyordu. Onun sabırsızca direksiyona eğildiğini, dudaklarının arasından kaçan boğuk bir küfrü ve ardından gelen sinirli nefesini duyabiliyordum. Vay canına küfürde edebiliyormuş... Kontağı bir kez daha çevirdiğinde motor hırladı ama ardından derin bir sessizliğe gömüldü. Verandanın ahşap merdivenlerinden yavaşça inerken, bu nafile çabasını izlemek bana garip bir zevk veriyordu. Elimi cebime attım, Jeep’in anahtarlarını çıkardım. Metalin birbirine çarpıp çıkardığı şıngırtı havada yankılandığında Riley başını çevirdi. O ana kadar varlığımı fark etmediğini anladım. Göz göze geldiğimizde, kaşları istemsizce kalktı; şaşkınlık, hafif bir öfke ve istemediği bir teslimiyet aynı anda yüzüne yansımıştı. Camı aralayıp dudaklarını kıpırdattı, ama önce hiçbir şey söylemedi. Sessizlik ağırlaştığında, sesimdeki alayı saklamadan, “Gideceğin yere bırakmamı ister misin?” diye sordum. “Araban seni yarı yolda bırakmış gibi görünüyor.” “Gerek yok,” dedi kısa, kesik bir tonda. Omuz silktim, nefesimi usulca bırakarak, “Sen bilirsin,” diye karşılık verdim. Cadillac’ın yanından geçip Jeep’in önüne kadar ilerledim. Kalçamı kaportaya yaslayarak kollarımı göğsümde kavuşturdum. Onun hâlâ direksiyon başında çaresizce çabalayışını izlerken, dudaklarımın kıvrıldığını fark ettim. Motor yeniden öksürür gibi bir ses çıkardı ama bu sefer tamamen sustu. Riley küfür edercesine kapıyı açıp indi. Kaportayı kaldırıp içinde bir şeyler kurcalamaya çalıştı. Fakat arabadan zerre kadar anlamadığı her hareketinden belliydi: bir iki kabloya dokundu, bir kapağı çevirdi, sonra sabırsızca kapağı gürültüyle kapattı. Onun, benim sabırla ve sessizce kendisini izlediğimi bilmesi gerilimini artırıyordu. Sinirinin asıl sebebi Cadillac değildi, ben olduğumun farkındaydım. Göz göze geldiğimizde, yüzümdeki küçümseyici gülümseme yerinden oynamadı. Hiçbir şey söylememe gerek yoktu; sessizlik bile yeterince ağırdı. Sonunda Riley pes etti. Cadillac’ın kapısını açarak içeriden ceketini aldı. Kapıyı sertçe kapatıp kilitledi, sonra tek kelime etmeden yanımdan geçerek Jeep’in ön yolcu koltuğuna oturdu. O an içimden yükselen kahkaha dudaklarıma kadar geldi ama ben onu sert bir yutkunmayla bastırdım. Yavaşça sürücü tarafına geçtim, kapıyı açıp oturdum. O çoktan emniyet kemerini bağlamıştı bile. Siyah gömleğinin göğsüne doğru açık kalan düğmelerinin arasından sarkan küçük haç kolyesi yine dikkatimi çekmişti. Onu koruyan bir tılsım olduğu açıktı. Öyle bakınca, huzursuz hissediyordum. Anahtarı kontağa takıp çevirirken, bakışlarımı arabadan ayırmadan mırıldandım. “1990 model siyah Cadillac Brougham. Güzeldir ama motoru ara sıra naz yapar.” Riley bana cevap vermedi. Beni duymazlıktan geliyordu. Motoru çalıştırdığımda Jeep’in güçlü uğultusu, Cadillac’ın pes etmiş boğuk hırıltısının yerini aldı. Direksiyonu kavrarken, göz ucuyla Riley’ye baktım. Çenesini dik tutuyor, gözlerini camdan dışarıya dikiyordu; ama bakışlarının dalıp gittiği köşelerde hiçbir şey olmadığını biliyordum. O an, kendi içine gömülmek için dışarıya bakıyordu. Kasabanın sokaklarında ilerlerken, Jeep’in içini dolduran tek ses motorun homurtusuydu. Ama o sessizliğin altında, ikimiz de birbirimizin varlığını, gerginliğini ve gizlediği düşüncelerini hissediyorduk. Onu evimizin önündeyken, kovmaktan beter etmiştim. Başında bana karşı olan soğuk mizacının sertleşmesi zaten olasıydı. Elimi vitesin üzerine kaydırırken, dudaklarımda alaycı bir kıvrım belirdi. Sessizliği yine bozan ben oldum. “Dedektifin Cadillac’ını çalıştıramaması… Fazla amatörce görünüyor.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD