ZÖHREDEN...
Yeni güne uyanırken İlkbaharın son esintileri odamıza vurduğunda, ablamın hala uyuyor olduğunu gördüğümde yüzümde hınzır bir gülümsemeyle yataktan doğruldum. ablamı gıdıklamaya başladım. Benim bu hınzırlığımı bildiği için hemen beni altına aldı. Ben kahkahalar atarken, ablamda beni gıdıklamaya devam ediyordu. "Kriz geçiriyorum, abla dur! Allah'ını seversen, bir daha yapmayacağım, dur abla!" Altında çırpınıp durdum. Nefes nefese kaldığımda Ablam "yoo olur mu? Sen arlanmazsın, biliyorum ben seni, yine aynısını yaparsın." dedi. Biraz daha gıdıklayıp, üzerimden yan tarafa kendini attı. Hala gülüşümüz odayı dolduruyordu.
Ben de doğrulup oturdum, saçımı başımı düzeltip yüzümde tebessümle, "Abla, bugün şehre gideceksiniz ya, Kimler gidecek?" Aklıma hala Süleyman ağabeyin dedikleri geldikçe kasılıyorum, sinirlerim bozuluyor. "Ben bunu ablama nasıl derdim ki? Bu işin içinden nasıl çıkarım böyle?"
Ablam çok güzel bir kız; bu köyün en güzel kızlarından biri. Elimi çenemin altına koyup uzun uzun ona baktım. Uzun kumral saçları beline kadar dalgalı, kahverenginin en güzel tonlarında gözleri var. Az çekik gözleri, yüzü oval, burnu yüzüne göre orantılı, birde iki yanağında gamzesi buğday tenli, dudakları dolgun. Televizyondaki birçok kadından, kızdan daha çekici ve güzel bir aurası var.
Çevre köylerden biri istemeye gelmişti. Behice ablamı nişanlısının adı Yiğitti.Bir yıl nişanlı kaldılar.Bir gün nişanı attılar.Ve babam ve olduğunu anlamadan bir gün ailenin kapısına gittiler. Hiçbir zaman demediler, bu sebepten nişanı attık diye; haber gönderdiler. Gelin nişan buhcanızı alın, dedıler. Tenezzül bile edip gidip almadılar.... Buhcayı....
Osman emmim Süleyman ağabeyin babası gelip "Kızını ben istiyorum gardaşım." Oğlum Süleymana deyip ablamı istemeye geldiler Ailelerin arasında hızla nişan yapıldı.........
Ablam ve Süleyman ağabey evlendikten sonra babam bin dönüm arazi verecek olmuş...Süleyman ağabey istememiş Babam Turgut ben kızıma veriyorum Deyip konuyu kapatacaktı. . Emmim "Yok" dese de, "Olmaz" dese de babam vermeye gönüllü; bin dönüm arazi sonuçta kızından kıymetli değil ya, çünkü bu zamanda bir kızın nişandan dönmesi demek, evde cenaze çıkmış gibi olurdu buralarda....
O kızı bir daha kimse almaz dediler. öyle söylentiler işte. Nasıl bir zihniyetti bu böyle...
Elimi yüzümden çekip ayağa kalktım. "Abla," dedim. Ablam "Hıım" diyerek bana dönüp yüzümde samimi bir gülüşle. "Ablacım, çok güzel bir kızsın, biliyorsun değil mi? hayranlıkla baktım.Seni çok seviyorum." Dere başında yaşadıklarıma, düşüncelere tezat olarak, Süleyman ağabey çok şanslı biri olduğunu söylediğimde ablamın gözleri ışıldadı. Başını yere eğip yüzü al al oldu.
O da sevmese de alışıyordu Süleyman ağabey'e. "Hadi, çok konuştun. Yürü bakalım, üzerini değiştir de çıkalım, birazdan gelirler almaya bizi," dedi. Duyduğum sözlerle yönümü ablama tekrar döndüm . "İyi de abla, ben gitmeyeceğim diye biliyordum, değişen ne oldu?" dedim. "Kız, annem sana da çeyiz alacak artık yavaş yavaş. Malum, geçen günlerde Mehmet abim ortaya laf attı ya," dedi imalı bir şekilde. Yüzündeki sırıtışla sonra tekrar aynaya dönüp saçını eliyle düzeltip bana bakınca, aynadan göz devirmeden edemedi. "Kız, hadi hazırlan!" diyerek bana tekrar dönüp baktığında alık alık suratına. Yeniden "Hadi!" dediğini duyunca, "Tamam abla!" dedim odadan çıkacakken, kıçıma vurmasıyla küçük bir çığlık attım. "Hadi, hadi gelin adayı, sana da sıra geldi!" deyip gülüyordu bana.
İyi de ben evlenmek istemiyordum ki, okuyacaktım ben. Hem tanımadığım biriyle evlenmek... Ne bileyim, içimden geçirdiğim düşüncelerle "Of abla ya!" diyerek odadan çıkarken, kıçımı ovuşturarak, "Eli de ağır hee," diyerek yüzümü buruşturup dışarı attım kendimi. Evin avlusuna çıkıp çeşmenin başına geçip elimi yüzümü yıkadım.
Eve gireceğim anda sırtımda bir bakış hissettim. Arkamı döndüğümde kimseyi göremedim. Eve tekrar dönüp girecekken abimin yüzüme bakmasıyla "Ne oldu, Zöhre?" dedi.
Oda benim baktığım yöne bakınca abim de 'Ne oldu?' dedi. Bir şey görmeyince bana bakıp, 'Çabuk hazırlanın, gideceğiz,' deyip o da çeşmeye doğru gitti. Elini yüzünü yıkayacağı anda
Bana seslenip, 'Zöhre abicim, bana da havlu versene,' deyince askıdan olan havluyu ona uzatıp eve geçtim.
İçim ürpermişti ama niye böyle oldu ki diye düşünüp içeri girdim. Hızlıca üzerime uzun kollu, ayak bileklerime kadar olan sade yeşil elbisemi giydim. Aynada kendime bakıp saçıma elimle şekil verip sesli bir nefes verdim. Hazırdım.
Bir diktiğim elbiseyi de ablamın üzerinde görmek beni çok mutlu etmişti ve çok da yakışmıştı. Benim giydiğim elbisenin yeşilinin kırmızı modeliydi. Çok marifetliydim, bunu içimden düşünüp ablama beğeni dolu bakışlarımı yolladım. Süleyman ağabeyim ve ablam Ayşe abla birlikte kendi arabalarına gittiler.
Annem, babam ve emmim yengem de şehre erken inmişlerdi. Biz de abimle aynı arabaya bindik; şehre inip alışveriş yapacaktık. Tamam, çok zengin değildik ama emmilerim toprak ağasıydı. Babam onlara nazaran, kendi alın teri ile kazanıp almıştı tarlalarını. Beş bin dönüm babamın, yirmi bin dönüm emmilerimin vardı. Onlar kaçakçılık yaptıkları için babam ve abim sadece alın teri ile yaptıklarını meydanda sergilerdi.
Babam, hiçbir zaman alın terinden hariç bir çöpe bile tamah etmezdi ama hiçbir şeyimiz de eksik değildi. Diğer emmilerime göre babam daha lüks yaşardı. Onlar yemez, biriktirirlerdi; ne yapacaklarsa artık, babam bunu çok söylerdi gardaşlarına.
YAZARDAN;;;
Ayşe, arka koltukta dik oturmuştu. Gözlerini Behice’den alıp Süleyman’a çevirdi.
"Süleyman," dedi usulca.
Genç adam gözlerini yoldan ayırmadan, "Efendim abla," diye yanıtladı.
"Buradayken konuşalım dedim. İkinizi zor bir arada görüyorum artık," dedi Ayşe, sesi yumuşak ama ima yüklüydü.
Behice, her zaman Ayşe’den çekinmişti. Nedenini bilmezdi ama bir şeyler içinde kıpırdar, onu huzursuz ederdi. Ayşe kötü biri değildi, ama insanın içini soğutan bir yanı vardı.
"Ne diyeceksin abla?" dedi. Süleyman, dikiz aynasından ablasına baktı, sonra yanındaki Behice’ye. İçinde bir sıkışma hissetti. Arabayı sürüyordu, ama direksiyonun başında, yanında müstakbel nişanlısıyla oturmak başka bir tür ağırlıktı. Derin bir nefes aldı.
Kafasının içinde hâlâ o gün vardı. Şehirden döndüğü gün... Behice’yi beklerken Zöhre’yi görmüştü. Ve her şey o anda değişmişti.
"Tamam, güzeldi Behice," dedi içinden, "ama gönlüm kaymıştı Zöhre’ye."
Düşüncelerini susturmak istercesine boğazını temizledi. Direksiyona öyle bir asılmıştı ki, parmak boğumları beyazlamıştı. Behice, farkında olmadan ürperdi.
Süleyman gözlerini yoldan ayırmadan, "Ne diyeceksen de abla," dedi.
Ayşe hiç bozuntuya vermedi.
"Ablacım, siz hangi konakta kalacaksınız?" diye sordu. Soru basitti ama etkisi büyüktü. Arabanın içi bir anda soğudu.
Süleyman aynadan ablasına baktı.
"Büyük konakta kalacağız," dedi.
Behice’nin yüzüne bir rahatlama yayıldı. Ayşe ise başını arkaya yaslayıp gözlerini kıstı. İçinden geçenleri kimse bilmesin isterdi. Bilinse, evlerden ırak...
Süleyman arabayı kenara çekip durdu. Gözlüğünü takıp arabadan aşağı indi. Yürüyüp arabanın kapısını açtı.
Müstakbel nişanlısına gel diyerek arabadan inince genç kıza döndü,ikili birbirine kaçamak bakışlar attığında genç kızla yan yana yürümeye başladı..
Birlikte yürümeye devam ettiler...Gaziantep’in taş sokakları, hanları, çarşıları önlerinden geçtikçe, Süleyman’ın içi titredi.
"Az vakit geçirmedim buralarda," dedi içinden. "Her köşede bir hatıram var."
Behice, yavaş adımlarla yanında yürürken, naif sesiyle sordu:
"Nasılsın Süleyman? İyi misin?"
Genç adam sustu önce. Ne desindi? Bu kıza bakınca susmak kolay, konuşmak zordu. Onu sevmek istemişti belki, ama kalbi başka bir yöne akıyordu. Etrafa göz gezdirdi; içinde ince bir sıkıntı kıpırdadı.
Evet, burada bir saygınlığı vardı. Esnafın adamları selam verirken başlarını eğmişlerdi ama bakışları Behice’de geziniyordu. Bu onu huzursuz etti.
"Ben sana ne dedim, Behice?" dedi bir anda.
"Senin böyle giyinmeni istemiyorum."
Kız hemen toparlandı. Kısık sesiyle,
"Süleyman, şehre geldik. Nasıl giyinmem gerekiyorsa öyle giyindim," dedi.
Süleyman derin bir nefes alıp başını çevirdi. Ayşe hâlâ tezgahtaki kadınla konuşuyordu ama göz ucuyla onları da izliyordu. Sonra tekrar genç kıza döndü.
"Behice," dedi. Ellerini cebine sokup etrafa baktı.
"Sen böyle salına salına benimle yürüyünce, ben... katil olmamak için kendimi zor tutuyorum."
Bir an sustu.
"Az sen de beni anla emi, emmim kızı."
Cümlesinin sonuna bir göz kırpma iliştirdi. Dudaklarında hafif bir tebessüm vardı. Behice’nin yüzü bir anda kıpkırmızı kesildi.
Süleyman bile şaşırdı kendi haline. O sözleri ağzından dökülürken, içinde bir şey çözülmüş gibiydi. Belki de birine değer vermek, sevmekten farklıydı. Mecburiyetin sevdadan ağır geldiği yerler vardı. Ve bu, onlardan biriydi....