Bölüm – “Yoğunluk Arasında Bir Nefes”

555 Words
Klinik o sabah olağanüstü hareketliydi. Sabah gelen kuduz şüphesiyle acil aşılanan sokak köpeği, öğleye doğru doğum yapan sokak kedisi, üzerine bir köylünün koyunlarını kontrol ettirmeye gelmesi derken, masanın üzeri evrakla, aklı da yorgunlukla dolmuştu. Elinde stetoskop, yüzünde ince bir ter. Mert başka bir köye hasta ziyareti için çıkmıştı. Yardımcısı da izindeydi. Klinik bugün sadece ona emanetti. Saat 17:46. Başını hafifçe kaldırıp cama baktı. Gün batmaya yakın, ışık yumuşamıştı. Gözlerinin altı morarmış gibiydi. Sırtı ağrıyordu ama o hâlâ masasındaki son kan tahlili sonuçlarını inceliyordu. İçinden sadece bir şey geçiyordu: “Küçük bir kahve molası olsa, şöyle sessizce…” Tam o anda kapı açıldı. DENİZ – kendi kendine: “Bugün de bitmeyecek belli ki…” Kapıya baktığında önce şaşırdı. Sonra gözleri parladı. Yiğit. Elinde bir buket papatya ve lavanta karışımıyla oradaydı. Yorgun, terli ama her zamanki gibi dimdik duruyordu. Üniforması yoktu, sade bir gri tişört ve siyah pantolon giymişti ama hâlâ bir asker gibi kokuyordu. Yiğit – ciddi ama yumuşak bir sesle: “Bugün seni özledim.” Deniz’in nefesi kesildi. Gözleri dolu dolu oldu ama gülümsemekten kendini alamadı. DENİZ: “Ben de seni.” Çiçeği aldı, burnuna götürdü. Tam lavanta kokusu içini sararken, Yiğit’in o derin sesi tekrar duyuldu. Yiğit: “Çok yorulmuşsun. Belli. Ama geldim işte. Seni iki dakikalığına bile olsa susturmak için.” DENİZ – gülerek: “İki dakikada susmam ben. Ama çiçek alırsan üç dakikaya uzatabiliriz.” İkisi de güldü. Gözlerinin içiyle. Eller, çiçekle birlikte birbirine değdi. Kalpleri başka dillerle konuştu. ⸻ O sırada, Yiğit’in iç sesi: “Bugün operasyon sabah 5’te başladı. Bir çatışma, iki arama, üç saatlik brifing. Ama asıl savaş… Şu gözlerde. Bu kadın beni mahvediyor. Onu bir gün görmeyince eksik hissediyorum. Ve bu eksikliği susturmak için sadece ellerine çiçek değil… kalbimi de bıraksam az gibi geliyor.” DENİZ (Anlatıcı): Çiçekleri steril tezgâhın üzerine bıraktım. Küçük vazonun yerini değiştirdim, bir anlığına kendimi evimdeymiş gibi hissettim. Sonra mutfağa geçip iki kahve yaptım. Biri sade, biri orta şekerli. Hangisi kimin olduğunu bilmeden ama sanki onun damak tadını yıllardır ezberlemişim gibi… Yiğit sessizce pencerenin kenarına oturdu. Elinde çiçekleri getirdiği kâğıt, kıvırıp duruyordu. Gergin değildi. Ama… içinde bir şeyler vardı. Bekleyen. Tutulan. Bastırılan. “Klinik bugün savaş alanı gibiydi. Şu kahveye ancak şimdi oturabildim.” (Bardağı uzatırken gülümsedi.) “Seninki sade sanırım. Kırmızı kupada olan.” Yiğit bardağı aldı, bir yudum aldıktan sonra gözlerini kıstı. “Tam isabet. Nasıl bildin?” Omuzlarımı hafif hareket ettirdim “Kimseye kolay kolay sade kahve vermem. Ama sen… her şeyin gerçeğini seviyorsun gibi.” YİĞİT – başıyla onayladı “Maskeleri değil… Gerçeği severim. Acıysa da, sadeyse de… doğruysa severim.” Kelimeler, kahveyle birlikte içime işliyordu. Gözlerimi kaçırdım. Çünkü onun bakışı, içimi fazlasıyla okuyordu. Ama sustu. Üzerime gelmedi. Yanıma oturdu. YİĞİT – kahvesinden bir yudum daha alarak: “Bazen… sadece bir fincan kahve yeter. Günün tüm gürültüsünü susturmak için.” “Benim için bazen bir çift göz yetiyor.” Dedim. Sustum. Fazla mıydı? Fazlaydı belki. Ama artık içimde ne varsa taşıyamıyordum. Yiğit bana döndü, gözlerinin içinde yorgun bir savaşçının kırılganlığı vardı. Bir sessizlik oldu. Ama bu sessizlik rahatsız edici değildi. Aksine, huzur doluydu. Birbirimizin nefesini duyabildiğimiz, kalbimizin atışını fark edebildiğimiz o nadir anlardan biriydi. YİĞİT: “Yarın… yine çok yoğun olacağını biliyorum. Ama ben… yine geleceğim.” gülümsedim “Çiçeksiz gelme, bağımlılık yapıyor.” İkimizde gülümsedik. Kupalarımızdan son yudumları aldık. Göz göze gelindimizde o söylenmeyen şeyler, dudaklarımızda. önce bakışlarda buluştu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD