Bu kadar basitken ölüm, niye yaşmak için sürekli direniyorum. ölebilir, öldürübilirken nasıl tutunabilirim bu hayata. her gün birileri tarafından öldürülme korkusu yaşarken, nasıl hayal kurabilirim...
bu Kader değil, bu bizi hor görenlerin, bizimle oynadığı bir oyundu. kendi amaçları doğrultusunda hareket etmediğimiz zaman sonumuz ölüm olurdu. her lafın sonu ölüm, her sözün başı ölüm...
ellerimi üzerime sürterek ayağa kalktım. karşımda alnından bir kurşunla vurulan adama bakmama çalıştım ama gözlerim yerinde durmuyor, sürekli alnından akan kanı izlemek istiyordu. kolumu burnuma silip, arkamı döndüm. arkamı döndüğümde, giriş kapısının oradaki arabaların yanında duran iki adamı gördüm. biri Arabanın arkasında elleri önünde bağlı dururken, diğeri daha rahat, daha serbest gibiydi. üzerindeki siyah takım elbisenin, siyah gömleği bağrına kadar açık, kapkara dövmeleri görünüyordu. yüzünü cılız ışığın altında goremesemde seçebildiğim kadarıyla ya otuzlarının ortasındaydı, yada kırklarındaydı. kafasında tek bir tel saç yoktu. kel kafası adeta güneş gibi parlıyordu. gözlerim bedeninden aşağı kaydığında ise sağ elinde bir silah gördüm.
yani beni öldürmek istiyen adamı o vurmuştu. iyide neden...
benim gibi buradaki değersiz bir garsonu neden bir korumaya karşı savunmuştu ki.
gözlerimi kısıp yüzüne baktığımda, onunda beni baştan aşağı süzdüğünü fark ettim. bana neden bu kadar uzun baktığını anlamadım, ama sorgulayacak da değildim. burnumun acısıyla ellerimi saçlarıma atıp, düzelttikten sonra hiç vakit kaybetmeden kapıya doğru yürüdüm. bir iki adım atmıştım ki, yine k sesi duydum, o adamın sesi...
" nankörsün... bir teşekkür bile etmiyorsun. işte bu yüzden sürünmek size yakışıyorlar..." duyduklarım zoruma gitsede ona diklenecek değildim, şayet aşağlamak istiyorsa, aşağlayanilir. kapıdan diğer adama baktığımda bariz bir şekilde onun bana öfkeyle karşılık verdiğini, ve bu tanımadığın adamın buradan gitmesiyle eminim ki, benide Tahtalı köye yollayacaktı.
karşımdaki adam kapıdaki korumaya. baktığımı görünce soğuk kanlı bir şekilde silahını kaldırıp, adama doğrultuğunda gözlerim kocaman açıldı, daha adama bakmadan onuda alnın ortasından vurdu. koruma bir anda yere yığıldı, bu adam ya deliydi, yada kedinin fareyle oynadığı gibi benimle oynuyordu. korktuğumu biliyordu. elimdeki silahı arabanın arkasında duran adama doğru uzattığında, hiç beklemeden silahı gelio aldı.
ne kadar rahat ve soğuk kanlıydı bu adam. hiç sormadan, karşı tarafın kendini savunmasına izin vermeden ikisinide vurmuştu. gerçi o vurmasaydı, onlar beni öldürecekti. ama bu sebepsizce onları öldürmek için bir neden değildi. korkudan yutkunup, bir adım gerileyince, kaşları aniden havalandı. yüzüme hafif tebessüm ederek, " sen korktun mu küçük fare? oysa ki gözlerinde korkusuz bir patlama var. " sesinde en ufak bir pişmanlık, bir serzeniş bile yoktu. bu da demek oluyor ki bunu daha önce defalarca yapmış olduğu için artık etkilenmiyordu. arkasındaki adama baktığımda bakışları bir kurdun avını izlemesi gibi bana odaklanmış, izliyordu. elindeki silahı iki elliyle tutmuş, bana bir nevi göz dağı vermek istercesine önünde tutuyordu. neyle karşılaştığımı bilmiyordum, ama burnuma hiçte iyi kokular gelmiyordu. bu adamı daha önce hiç buralarda girmedim. kaldı ki aşağılayıcı, ve alaycı konuşması onunda en üstekilerden olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. ve en ufak yanlış hareketim de sonumun, kapı önünde gözleri açık bir şekilde ölen adamdan farkım kalmazdı. ellerimi pantolonuma sürterek, gerginliğimi dağıtmaya çalıştım. gözleri inatla bedenimde dolanıyor, yarım ağız sırıtarak gerginliğime gerginlik katıyordu.
sakin kalmaya devam ederek, " t-teşekkür ederim ..." bana bile yabancı çıkan sesim, korkumu ele vermişti. yüzündeki alaycı gülüş tüm yüzüne yayılarak, derin bir nefes verdi. içinde bulunduğum gerginlik, korku hoşuna gidiyomuş gibi gözleri daha da rahatsız edici şekilde bedenimde gezindi. amacı neydi bilmiyorum ama karşısında hafiften titrediğimi anlayınca dudağının kenarını dişleyip bana gözlerini kısarak baktı. elini kaldırıp burnunun ucunu kaşıyarak, " hımmm... teşekkür etmeyi de biliyormuş... iyi kabul ettim, ama bir şartla..." niyeti her neyse beni terletecek kadar korkutmaya yetmişti. başımı sağa doğru eğip, " N-ne... şartınız ne?" elini ceketinin iç cebine atıp, bir sigara çıkartıp dudaklarına götürdü, arkada kalan adam hemen koşup cebinden çıkardığı çakmakla sigarasını yakıp, iki adım arkasına geçti.
vay anasını... demek bu zibidiler gerçekten büyük koltuklarda oturuyorlar... sigarasından derin bir nefes alıp, yüzüme doğru üfledi.
dumanın dağılmasını beklerken, yine o soğuk sesini duydum. " bilmem, fikrimi değiştirdim, beni memnun edecek bir şeyler yapabilirsin mesela." oruspu çocuğu. kendini bir halt sanıp onun gibi zengin züpelwrin ağzından konuşuyordu. ama bu kötü itaama ona güzel bir cevap vererek bitireceğim.
elimi Doğu uzatarak, yalandan bir gülüşle, " tabiii... içeride birbirinden güzel sarışın, esmer... hatta melez hizmet veren çalışanlar var... eminim sizi memnun etmekten son derece keyif alırlar. hatta ister bir ister iki... hiç farketmez. yeterki kaç kişiyi istediğinizi söyleyin, gerisi onların yapacağı işte saklı...." söylediklerime tahammül edemez bir surat ifadesiyle yüzünü buruşturup kapıya baktı.
hayret... bu işler için gelmiyorlarmıydı buraya. acaba ben söyleyince gururları zedemi gördü. halbuki burası en büyük günahların barındığı tek eğlence yeriydi.
elini cebine atmadan önce dudağında ki sigaraya bitirmeden yere atıp ayağıyla ezdi. gerçekten tadı kaçmış olmalıydı. ama gerçekler bunlardı.
bana doğru bir adım atınca istemsizce gerildim. tam karşımda durduğunda, kafamı yavaşça kaldırıp yüzüne baktım.
" sen belliki onlardan değilsin. ve ben onlardan olmayanları istiyorum... ve açık konuşmak gerekirse, evet, melezler dikkatimi çekiyor... ama seninle de deneyebiliriz küçük fare." ağzım açık şekilde söylediklerini anlamaya çalıştım. beynim ilk üç saniye boyunca dediklerini algılayamamış, sonrasında söylediklerini birer birer sindire sindire aklıma ekmişti.
ellimi kaldırıp var gücümle göğsüne yumruğumu geçirdim, beklemediği için birden hafif geriye doğru sarsılmış, geri toparlanmıştı. yüzüne yüzüne bağırdım.
" ne diyorsunuz siz... aklınız başınızdam-" gerisini getiremeden arkadaki adam silahı kaldırıp, tam kulağımın yanından kıl payı geçecek şekilde ateş etmişti... dudaklarımda kelimelerim asılı kalırken, karşımda ki adam, " sen galiba çok fazla film izlemişsin.... o senaryolar gerçek hayatta işlenmiyor. ve... sanırım sol koluna veda etmenin zamanı gelmiş küçük fare "