Ateş'in sesiydi bu!
Ne yaşadığımı bilmiyordum. Bu öyle bir his de ki bir zehir gibi bedenimi yavaş yavaş istila ediyordu. Yakında öleceğimi bile bile bu kumar masasına oturmuştum. Babamın dediği gibi bu evden kefenle çıkmayacaktım belki ama sonraki hayatımda keşke o evden kefen ile çıksaydım diyecek kadar pişman olacaktım. Bundan emin bir şekilde ruhumu babamın bana tokat attı o yere gömmüştüm.
Artık önümü göremeyecek kadar kör olmuştu gözlerim. Gerçeklik perdesi her yerime kapatmış bir şekilde sarmıştı ruhumu. Ben Rüya Akın, benim artık bir ruhum yoktu. Evet nefes alıp veriyordum, kaburgalarımın arasındaki kalp hızlı hızlı çarpmaya devam ediyordu. Konuşabiliyordum, yiyebiliyordum, uyuyordum, uyanıyordum ama yaşamıyordum.
"Gerçeğinden kaçamazsın." Dedi buz gibi bir sesle. Gözleri Ateş rengi olsa da sesi tıpkı bir buz gibi soğuktu.
"Sen kendini gerçek mi sanıyorsun Ateş Karahisar?"
Sorduğum soru, gözlerindeki öfkeyi tetikledi. Ama artık korkmuyorum, benim ruhum ölmüş iken bedenim yaşamasa da olurdu.
"Peki sen kendini ne sanıyorsun küçük cadı? Her şeyi devirip ve ailede olay çıkartıp benden kaçabileceğini falan mı?"
Üstüme doğru yürümeye başladığında titreyen bacaklarımda geri geri ilerlemeye başladım ben de. "Amacım olay çıkarmak değildi sadece senden kurtulmaya çalışıyordum."
Güldü ama gülüşü o kadar alaycılık doluydu ki ister istemez kaşlarımı çattım. Buradan koşarak uzaklaşmak ondan kaçmak ve bir daha yüzünü hiç görmemek istiyordum ama bu imkansızdı, biliyordum. Keşke ondan kurtulmanın bir yolu olsaydı. İşte o zaman belki gerçekten mutlu olabilirdim ama emin olduğum bir şey varsa bu psikopat hayatımda olduğu sürece asla mutlu olamayacaktım.
Zira ismi gibi ateş saçan gözleri bile benden nefret ettiğini haykırarak bağırıyordu bana.
"Yolun sonundasın cadı, Küçük cadı. Artık ne benden kurtulabilirsin nede gerçekliğinden kaçabilirsin. Ve bunu olmayan o aklına sokarsan iyi edersin."
Midem tekrar bulanmaya başladı. Karşına nefret ettiğin birini görünce ister istemez böyle oluyordum. Canım yanıyordu ve bu somut bir acı değildi. Ama soyut acılar bazen gerçeklikten daha fazla acıtırdı bizi.
"Hoşuna gidiyor değil mi Ateş Karahisar? Beni köşeye sıkıştırmak, bana istediğin her şeyi yaptırmak, emirlerine uyumamı sağlamak... Hoşuna gidiyor değil mi? Annen bile söyledi, ailenin beni istemeye geldiği bu gece annen kendi ağzıyla bizim aileyi istemediğini söyledi, bizi aşağıladı, bizi karaladı. Bana öyle küçümseyen gözlerle baktı ki sanki kız isteme değil de cenaze töreninde ölen kişinin cenazesine katılan katilmişim gibi bakıyordu bana. Ve sen Ateş Karahisar... Çok hoşuna gitti değil mi benim aşağılanmam?"
Gözleri bu söylediklerimi karşın ifadesizdi. Ben acı çekiyordum, konuşurken sesim titriyordu, canım sanki bir ateşe atılmış gibi cayır cayır yanıyordu ve ben, bütün bunları yaşarken onun sanki hiçbir şey olmamış gibi ifadesizce söylediklerimi dinleyen gözleri beni deli ediyordu, çıldırma noktasına gelmiştim artık. Eğer cebimde silah olsa hiç düşünmeden ona sıkardım.
"Sizin ailedeki kızların bana nasıl baktığını görmedin mi Küçük cadı? Hepsi benimle olmak için çıldırıyor da özellikle de o yerden bitme ablan. Hepsi senin yerinde olmak için çıldırıyordu ve sen bunu kendi gözlerinle gördün. Peki hiç düşünmedin mi, etrafımda onca kız varken neden seni seçtim diye?"
Düşündüm, hem de defalarca kez düşündüm ama bunu ona söylemeye niyetim yoktu, sadece içimden geçirmekle yetindim. Başından beri emin olduğun bir şey varsa o da Ateş'in benimle evlenmek istemesinin arkasında yatan bir sebep olduğuydu. Bu sebebi birçok düşünmüştüm ama bulamamıştım. Ama şimdi gerçek tıp babam bana attı tokat gibi yüzüme dank etti.
"Neden seçtin beni? Geçmişin intikamını almak için mi? Neden ya neden? Evet sebebini çok düşündüm ama tıpkı gözlerin gibi çıkmaz sokaktı sebepler bile. Lisede Bir yemin etmiştin bana hayatı dar edeceğine dair. Ne ya benimle derdin, konuş anlat. Ama yok sen konuşmayı değil acı çektirmeyi seversin, pardon unutmuşum!"
Sözlerim Keskin Bir makas gibiydi Belki o değil de yerinde başkası olsa bu söylediklerime üzülürdü. Ama onun kalıbında üzülmek diye bir duygu yoktu. Sadece insanı ateş gibi cayır cayır yakan bir öfkeden oluşmuştu ve şu bir gerçekti ki isminin hakkını fazlasıyla veriyordu.
"Eğer senden intikam almak isteseydim bunu çok daha önceden yapardım!"
"Sebebin yok ki! Benden intikam almamı gerektirecek bir sebebin bile yok ki senin!" Söylediklerime anında itiraz ettim. Güçsüz çıkan sesin ilk defa gücünü kazanmış gibi öfkeliydi.
"Ben sana ne yaptım? Sen bana o kadar acı çektirdin buna rağmen ben sana karşılık bile vermedim! Çünkü biliyorum Eğer karşılık verseydim sana o zamanlar, sen bunu benim burnumdan misli misli çıkartırdın! Ama... Ama ben yapmadım, çünkü senin aksine benim kalbimde kötülük yok! Ben kötü bir insan değilim senin gibi!"
Aniden omzumdan tutup beni ağacın gövdesine yasladı. O kadar sıkıyordu ki ağzımdan acı dolu bir inilti firar etti istemsiz.
"Bak! Bana verecek cevabın bile yok ancak beni köşeye sıkıştırmaya çalıştı Çünkü sen busun, fazlası değil! Kalıbının adamı ol, kalıplaşmış adam değil!"
Eli sertçe çenemi kavradığında konuşmamı engelleyecek kadar sıkıyordu beni. Gözleri hala öfkeliydi.
"Bir de soruyor musun? Senin yüzünden o kız intihar etti! Senin yüzünden duydun mu pislik!"
Söylediği canımı acıtmıştı. Çünkü duyduklarım yalandan fazlası değildi, olamazdı.
"Senin o aptal arkadaşının intihar etmesinin sebebi ben değilim! Olmadım da!"
Çenemde duran eli daha da sertleşti. Canımı acıtıyordu pislik. "Sen onun üstüne gittin. Annesini, babasını kaybetmişti. Yaptıklarından pişmandı ama sen durmadın. Onu kışkırttın. Senin yüzünden intihar etti. Bunu ödeyeceksin!"
"O iyi bir kız değildi! O öldü evet ama birçok kişiyi de sözleriyle öldürdü! Bir insanın ölmesi için sadece nefes almayı bırakması gerekmez, insan yaşarken de öldürme ve o pislik kız, yaşarken birçok insan öldürdü. Sen bana hâlâ onu savunma, duydun mu beni Ateş Akalay? Bana onu savunma!"
Çenemde duran elleri boğazıma kaydığında boğazında duran elinin üstüne koydum elimi. Onu engellemek istiyorum ama imkansızdı, çok güçlüydü beni kolaylıkla altedebilirdi.
"Sen bir insanın ölümüne sebep oldun. Benim en yakın arkadaşımın ölümüne sebep oldun. Bunun bedelini ödemeden yaşayabileceğini mi sanıyorsun? Bunu burnundan fitil fitil getireceğim."
"Bırak beni orospu çocuğu!"
Ona karşı çok ağır bir küfür etmiştim ama umrumda değildi. Annesinin bugün bize söylediklerini, bize olan aşağılayış şeklini düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum. Bana vurmamıştır ama vursa bile umrumda olmazdı bu saatten sonra. Onu sinirlendirmeye devam edecektim geçmişte bunu yapamamıştık ama şimdi yapacaktım!
"Ne dedin sen?"
Ne dediğimi bilmesine rağmen sorduğu soruya gülerek cevap verdim. Canıma susamış gibi gülüyordum hatta kahkaha atıyordum. Ama umrumda değildi. Bana yaşattığın her şeyi ona ödeyecektim.
"Orospu çocuğu dedim, zoruna gitmemiş olması lazım çünkü öylesin!"
Sert bir tokatın yüzümde patladığını hissettiğimde sendeleyerek geriye düştüm. Bu babamın attığı tokattan bile çok daha sertti. Yanağımın sol tarafına hissetmiyordum sanki. Babamın yaklaşık iki katı gücünde olan bu adamın attığı tokat, yüzümü baştan başa uyuşturmuştu.
Kurumuş dudaklarımın yolladığımda azma gelen metalik da zaten bulanmış midemi iyice bulandırdı. Kusmamak için dudağımı ısırdım ama kendimi gerçekten zor tutuyordum. Ve muhtemelen kendimi biraz daha zorlarsan hemen kusmaya başlayacaktım.
"Bak bana fahişe, eğer bir daha aileme özellikle de anneme küfredersen seni gerçek anlamda öldürürüm."
"Öldür!" dedim öfkeli bir sesle. Sesim artık öfkem gibi çığırdan çıkmıştı. Canım yanıyordu ve bunu canımı yakan herkesten çıkartacaktım. Özellikle de karşımdaki adamdan. "Öldürsene hadi, ne bekliyorsun? Sadece tehdit etmekle kalma icraatını da görelim!"
Cebinden bir silah çıkartıp bana doğrulttunda kalbim tekledi. Korku ile yutkunduğumda buradan kaçıp gitmek istiyordum ama en ufak bir hareketimde tetiği çekip ateş edecekti, öyle sert ve de öyle öfkeliydi gözleri.
İleri gitmiş, çok ağır laflar etmiştim, hiç duymak istemeyeceği şeyler söylemiştim ama beni vurmasın asla beklemiyordum. Ve gözlerindeki öfkeye bakılırsa beni gerçekten...
Öldürecekti!