"Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınız Rüya'yı oğlumuz Ateş'e istiyoruz."
Bir insanın kendi kız isteme merasiminde mutlu olması gerekirdi değil mi? Yok, yemin ederim içimden mutluluğun zerre kalıntısı yok. Umudum da yok. Beni, ne kadar inkar edersem edeyim ne kadar istemediğimi söylersem söyleyeyim zorla bu adama vereceklerdi. Artık bu yolun geri dönüşü yoktu, acı bir şekilde de olsa gerçek kafama dank etmişti. Şimdi ağlayamıyordum bile bu duruma. Hayatım ellerimden kayıp giderken öylece izliyordum, başka çarem yoktu.
Çareler bile çaresizdi artık benim için.
"Verdim gitti!"
Babam, gelenek gereği bana dönüp kızım Senin de bu oğlanda gönlün var mı sorusunu sorma gereği bile bulmamıştı. Çünkü biliyordu, yine ters bir şey söyleyeyip ortalığı karıştıracaktım. Ah, keşke tekrar yapabilseydim dünyanın kaç bucak olduğunu görseydiniz.
Üstünden kaç yıl geçerse geçsin, sizin o küstah kadından haksız yere özür dilemenizi asla unutmayacağım. Para karşılığı Beni onlara vermenizi de asla unutmayacağım.
"Hayırlı olsun o hâlde." dedi Ateş'in babası güleç bir yüz ifadesi takınarak. Ben hariç herkes mutluydu sanki. Bir de Ateş vardı tabii.
Beni bu evde ilk gördüğü andan beri bir kez olsun bakışlarını üstümden çekmemişti hiç. Israrla ve sürekli bana bakıyordu sanki. Şayet gözleri ile birini öldürme gücü olsaydı ben çoktan mezardaydım şimdi. Sevmiyordu işte beni, kör sağır bile anlardı bunu. Ne diye istemişti o zaman? Ailesi mi baskı yapmıştı beni alması için? Hoş, ben kimdim ki? Şu annesi olacak küstah kadına bakılırsa o benden çok daha iyilerini isterdi oğluna. Öyleyse neydi bu ısrar, ne diye beni istemeye gelmişlerdi? Üstelik de bir saat önce tabak, çanak ne varsa yere döküp kırmama ve tüm mahalleyi sarsacak kadar bağırıp ailemizi rezil etmeme rağmen hala vazgeçmemişlerdi kararlarından.
Aklımda deli sorular vardı ve anlaşılan o ki bunları Ateş ile konuşmadan çözemeyecektim. Ve onunla konuşmak şu an için isteyeceğim son şey bile değildi.
"Söz keselim artık o zaman. Düğünü de bir iki haftaya hallederiz."
Ne? Ne? Ne dedi o? Bir ya da iki haftaya hallederiz mi dedi ben mi yanlış duydum? Ciddi ciddi düğünü bir ikj haftada halledecekler miydi? Neden yangından mal kaçırır gibi gelin almaya çalışıyorlardı bunlar?
İçimi nedensiz bir korkuyla karışık hüzün kapladı ansızın. Canım öyle sıkılmıştı ki nefesimin kesildiğini hissettim. Bir üç yıllık hayatımda kendimi İlk defa bu kadar eli kolu bağlı çaresiz hissediyordum.
Evleniyordum ya, evleniyordum! Hem de psikopat adamın tekiyle evleniyordum! Bana hayatı zindan edeceğini kendi ağzıyla söylemiş bir adamla evleniyor! Bu işin şakası mı olurdu, bu insanlar benimle dalga mı geçiyordu?
Aileme ilk defa lanet ettim.
Bugüne kadar onlara çok kızmıştım oldu onlarla defalarca belki de yüzlerce kez kavga ettim. Ama neticede O benim annem dokuz ay benim karnında taşıdı emzirdi, yedirdi, giydirdi, içirdi. O neticede benim babam gecelere kadar çalışıp bize baktı... Dedim, dedim, dedim. Evet, yıllarca bunu söyledim ama buraya kadar.
Lanet olsun böyle aileye.
Beni istemediğim birine sırf bir ev karşılığı verecek, benim canımı hiçe sayacak bu aile artık benim ailem değildi.
Hani babam bana tokat attı saat demişti ya bu evden ya gelinlikle çıkarsın ya da kefenle diye, işte şu an tam da o noktadaydım istisnasız. Bugün tam da şu dakika fark ettim. Ölmek için kefen giymeye gerek yokmuş. Ben aslında yıllardır ölü bir ruhun izlerini haykırmıs, ölü bir ruhu bedenimde taşımışım. Ben zaten ölmüştüm ve bu evden her türlü kefenle çıkacaktım. Çünkü giydiğim gelinlik bile bu saatten sonra benim için kefenden fazlası değildi, olamazdı da.
"Çok iyi düşünmüşsümüz. Bence de beklemeyelim, yapalım hemen düğünü."
Babamdan çıkan bu söz, benim için bardağı taşıran son damlaydı. Yakmak istedim, her şeyi ve de herkesi yakıp yıkmak istedim o an. İstemediğim bir adamla evlenecektim. Ve bunu yapan, beni göz göre göre bu ölüme sürükleyen ailemden başkası değildi!
"E hadi madem gençler, ayağa kalkın da sözü keselim o hâlde!"
Ateş'in babası gereksiz bir mutluluk ve heyecanla söze girdiği sırada kendimi kusmamak için zor tutuyordum. Başım dönüyordu, her an bayılacak gibi olduğum için yanımdaki duvardan destek aldım. Zorlukla ayağa kalktığımda herkes öylesine derin bir sohbete dalmıştı ki kimse benim ne hâlde olduğumu umursamadı.
Ta ki kolumda güçlü bir elin parmaklarını hissedene kadar...
Korkuyla o yöne döndüğümde ateş saçan gözlerle göz göze geldim. Ateş Karahisar.
"O suratını bir daha ekşitirsen seni dağıtırım."
Tehdidiyle birlikte kalbime keskin bir kurşun saplanmış gibi bir acı silsilesi nüksetti bedenime. Yıllar sonra ilk kez sesini duyuyordum ve sesi, fazlasıyla sertti. Yıllara meydan okuyan yüzü yakışıklı oluşunda zerre bir şey kaybetmemişti. Boyu bile uzamıştı. Hatta o kadar uzundu ki ayağımdaki topuklu ayakkabılara rağmen yüzünü görmek için kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım.
Ama değişmeyen tek bir şey vardı. Gözleri...
Gözleri hala eskisi gibiydi, aynı öfke aynı kin aynı nefret. Neden bilmiyorum ama ben, O bana her baktığında bu duygulardan başka bir şey görmüyordum. Evet, itiraf etmek gerekirse tehdidi beni korkutmuştu hatta çok korkutmuştu Ama aklımı yiyip bitiren sürekli beni düşündüren şey bu değildi. Ben eğer onunla evlenirsem bu kadar çileye ömrümün sonuna kadar katlanabilecek miydim acaba?
Boşanmak... O an aklıma gelen tek fikirdi ondan kurtulmak için. Başka bir çözüm yolu yoktu ama onunla evlendikten sonra ondan boşanmak da net bir çözüm yolu muydu emin değildim. Ya izin vermezse? Ya istemezse?
Allah'ım nasıl bir çıkmaz bu, nasıl baş edeceğim bununla ben?
"O suratını bir daha ekşitirsen seni dağıtırım."
Kurduğu cümle art arda kulaklarımda yankılandı. Sırf suratımı ekşitmem bile ona batıyordu demek ki.
"Dağıtsana. Ne duruyorsun?"
Sesimi, Ateş hariç kimsenin duymaması için kısık sesle çıkarmaya çalışmıştım. Şu söz yüzükleri yüzünden salonda zaten yeterince büyük bir kargaşa vardı biri makası arıyordu biri kırmızı ipi diğeri de yüzüklerle uğraşıyordu bir diğeri de tepsiyle. Kalanlar da kendi arasında sohbet etmeye başlamıştı. Çıldırmamak elde değildi yemin ederim tam da şu an özellikle. Ben ölmenin yollarını düşünüyordum, onlar ise hayatlarında sanki hiçbir şey değişmemiş gibi devam ediyordu sohbet etmeye ve gülüşmeye.
"Bekle küçük kız. Daha onun sırası gelmedi."
Küçük kız... Lisede de bana aynen bu şekilde hitap ederdi bu psikopat.
Derin bir dejavu hissi ile sarsıldım. Kalbim hızlı hızlı çarparken gözlerim ölümü göremeyecek kadar bulanmıştı. Kusacak gibiydim ve kendimi o kadar zor tutuyordum ki bana verdiği tehditkâr cevabı karşılık hiçbir şey söylemeden sustum. Zira eğer konuşursam salonun ortasında kusacaktım, zaten yeterince rezil olmuştum daha fazlasına gerek yoktu.
"Kızım! Rüya! Uzatsana yüzük parmağını!"
Annemin asla duymak istemediğim sesini duyduğumda onu öldürmek ister gibi ateş saçan bakışlarımı gözlerine çevirdim. Ama onun gözlerinde görmek istediğim hiç bir duyguyu görememiştim. Pişmanlık yoktu, üzüntü yoktu. Bari hiç değilse bir özür dileseydi... Kızım seni bu psikopat asıl para için verdik kusura bakma. deseydi...
Yok. Cahil insanlar para için her şeyi ama her şeyi yaparlar. Bugün buna bir kez daha emin oldum.
El mahkum uzattım yüzük parmağımı. Ama içimden bir parça kopuyordu sanki o yüzük parmağıma takıldığında.
Küçükken beni her şeye inandırabilirlerdi ama istemediğim bir adamla evlilik yapacağıma asla. Bu da başıma gelmişti işte.
Hayatım boyunca asla dediğim ne varsa yaşadım. Bu da onlardan bir tanesi işte.
"Evet bu mutlu günde..."
Ne mutlu gününden bahsediyorlar ya? Az önce onları bütün mahalleye bağıra bağıra rezil etmiştim ama kimsenin umrunda olmamıştı sanki. Babamın attığı tokatın acısını hala suratımda hissetmesem bağıra çağıra onları rezil edişimin sadece bir hayalden olduğunu düşünmeye başlayacaktım artık.
"Düğünü Afro'da yapalım diyoruz, ne dersiniz?"
Ateş'in teyzesi olduğu tahmin ettiğim akrabası, gereksiz bir mutlulukla lafa dalarken dövmemek için zor tutuyordum kendimi.
"Afro şu deniz kıyısı olan mekan mı?"
Rojda, sesinden gizli olmayan büyük bir kıskançlık duygusu ile sorduğu soruya; düğünü Afro da yapalım diyen kadın olumlu anlamda kafasını sallayarak cevap verdi.
"Aynen öyle, hem deniz kıyısına da yakın. Bizim çok tanıdığımız var düğün bayağı kalabalık olacak anlayacağız." Güldü. Hay gülüşüne tükürüğüm. Suçlu olsun ya da olmasın Ateş'in akrabası, tanıdığı ya da arkadaşı olan herkesten nefret ediyordum.
"Biz teyzeleri olarak bile sırf altı kişiyiz."
Göz devirdim. Bu sohbet ilerledikçe benim canım daha fazla sıkılmaya başlamıştı. Bakışlarım ister istemez yavaşça Rojda ya kaydığında gözlerindeki kıskançlık duygusu beni bile korkutmuştu. Küçüklüğümden beri hep beni kıskandığını gözlerinden anladım ama bu sefer gözlerinde dönüp duran o duygu kıskançlıktan da fazlaydı, daha ötesiydi.
Sanki benim yerimde o olmalıymış gibi aynı zamanda da beni öldürmek ister gibi bakıyordu.
Aman ne psikopatmış be! Al ulan, al Ateş'i paşa paşa senin olsun, kocan olsun. İstemiyorum onu al senin olsun, sen de kurtul ben de. Ama seni öldürürse göreceğim ben seni gülebilecek misin bakalım o zaman ? Aptal Rojda, bir kere de gözlerin paradan başka bir şey görsün be! Para, para? Nereye kadar?
"Hayırlı uğurlu olsun, bir yastıkta kocayın ömür boyu mutlu olun inşallah. Bu evlilik hem size hem çevrenizdeki insanlara mutluluk getirir umarım. Çocuklu çocuklu uzun ömürlü bir aile olun evlatlarım."
Rojda'ya olan nefretim durduk yere artarken tam o sırada yüzüm bağlı olduğu kırmızı kurdeleyi kestiklerini gördüm. Kurdeleyi kesen ailenin en yaşlısı, Ateş'in dedesiydi.
Yaptığı konuşmayı dinlememiştim çünkü onun sözde yaptığı her iyi dua benim için bedduadan farksızdı. Ateş ile bir ömür geçirecektim ne de olsa... Nasıl olur da iyi geçerdi? Bana lise hayatımı zindan eden bu adam, liseden sonraki hayatımı da zindan etmeye kararlıydı anlaşılan.
"Ay hadi hayırlısı inşallah!"
Bu ses kimden çıktı bilmiyorum. Zaman kavramını yitirmiş gibi hissediyordum kendimi. Bu öyle bir karadelikti ki hem beni içine çekiyor, hem de yalnızlık ile sınıyordu. Hiçbir şey ve hiçkimse umrumda değildi artık. Ne dağıttıkları lokum ne de kuyruğa girip beni tebrik eden insanlar.
Ne için tebrik ediyorlardı, neyi kutluyorlardı? Canım öylesine sıkkın da ki bu soruların hiçbirine cevap veremedi zihnim. Öylece susup boşluğa bakıyordum ama tek kelime çıkmıyordu ağzımdan bütün bu tebriklere karşı. Nefes alıp veren ben olabilirdim belki ama kesinlikle yaşayan kişi ben değilimdim. Benim ruhumu öldürmüşlerdi ama ben ağzımı açıp tek kelime edemedim.
"Afro iyi bence ya. Deniz kıyısında bir düğün. Harika ötesi olur, düğününüz 40 gün kırk gece konuşulur. Sen ne dersin Rüya?"
Selim'in sesiydi bu. Kuzenim Selin. Herkes benim hayatıma müdahale etmek ister gibi söze giriyor fikir veriyor ve sanki her şey çok güzelmiş de evlilik zoraki değilmiş gibi kahkahalar atıyorlardı. Her birinin kahkahası ayrı ayrı midemi bulandırdı. Hiç kimsenin ne sesini duymak istiyordum ne de yüzüne bakmak istiyordum.
"Rüya! Rüya! Ay kime sesleniyorum ben acaba? Rüya, kız Rüya! Ay bu kızın kulaklarında problem var kesin yemin ederim şaka gibi duymuyor resmen bizi!"
Söylenen her şeye özellikle cevap vermiyordum.
"Müsaadenizle ben bir lavaboya gidip geleceğim." dedim salondaki karışıklıklardan faydalanıp aniden sızdım mutfağa doğru. Mutfağın dışarıya açılan bir kapısı vardı. Ondan faydalanıp hızlıca kolu aşağı indirdim mi gecenin karanlığında dışarıya çıktım.
Kimsenin yüzünü görmek istemiyordum artık. Koştum, koştum, koştum... Ayağımdaki topuklular ayak tabanlarının batmaya başladığında onları çıkartıp elime aldım ve koşmaya devam ettim. Nereye gittiğime dair tek bir fikrim bile yoktu ama istediğim şeyi iyi biliyordum. O da buradan kurtulmak istediğim idi.
Sonunda ormanlık bir alana girdiğimde durup soluklanmaya başladım. Nefesim boğazıma diziliyordu.
"Bir yere mi gidiyorsun?"
Saçımdan tutan eller beni sertçe durdurdu. Saçımı çekmiyordu ama daha fazla ilerlemem için saçımı tutmuştu.
Ve bu ses...
Siktir ya!
Ateş'in sesiydi bu!