11

2237 Words
Düşe kalka gelmiştim buraya. Düşe kalka çıkmıştım bu yolu. Hayat beni bu yoldan döndürmek için her şeyi yapmıştı şimdiye kadar. Ama artık çok geç kalmış hissediyordum kendimi. Her şeye karşı çok geç kalmış ve çok kez mağlup olmuştum. Böyle olmaması gerekiyordu ama böyle olmuştu. Ben acılarımla yaşarken karanlıkla sınanmıştım. Yıllardır inandığım tek bir şey vardı bu yolda. O da... Öldürmeyen acı güçlendirir olgusuydu. İnsan ölmediği sürece katlanmak zorundaydı. Ölmediği sürece omuzlarına yüklenmiş her yükü kaldırmak zorundaydı. Hayat bir yarıştı ve bu yarışı iyi kalpliler değil, güçlüler kazanacaktı. "İyiler her zaman kazanır." Masalları geride kalmıştı artık. Öyle bir şey yoktu. İyiler her zaman kazanmazdı. "Kötüler her zaman kaybeder" Bu düşünce de külliyen yanlıştı. Kötüler, doğuştan kötü olmazdı her zaman. Hayat bazen bazı insanlara öyle oyunlar oynardı ki insan ölmediği sürece atlattığı her oyunda hem güçlenir, hem güçsüzleşirdi. Evet, belki güçlenmiştim. "Yapamazsın, başaramazsın, senden olmaz." diyenlere inat başarmıştım ve inandığım yolda yürümüştüm. Güçlüydüm ama... Ama her zaman değil işte. İnsan her zaman güçlü olamazdı, kalamazdı. Ben de kalamamıştım. Bu yolda duygularımı kaybetmişim. İnsan duygusuz olunca çok tehlikeli oluyordu. Ben de tehlikeliydim. Duygusuz olmak beni kötü biri olmaya itti. Kendimi tanıyamıyordum artık. Bambaşka bir kıza dönmüştüm, hiç tanımadığım bu kız bana zarar veriyordu. Çünkü içinde hiçbir umut kırıntısı yoktu. Beni en çok da bu yıpratmıştı işte. İçimdeki her güzel şeyi birer birer kaybetmiştim. Ve kaybettiklerim arasında en çok kendimi özlemiştim. Ama geç kaldım bir şeylere yeniden başlamak ve bozduğum şeyleri düzeltmek için. Geç kaldım, sadece bunun için değil her şey için. Şu lanet kız isteme merasiminin üstünden tam iki gün geçmişti. Dudağımdaki patlak, kabuk tutmuş ve suratımdaki kırmızı parmak izleri gitmişti. Ama kalbimdeki yaralar, hâlâ geçmemiş ve bana acı çektirmeye yeminliymişçesine sızlamaya devam ediyordu. Derin bir nefes alıp aynanın karşısına geçtiğim sırada kapı çaldı. "Gel Arda." Dedim bir an bile tereddüt etmeden çünkü bu evde benim kapımı Arda'dan başkası çalmazdı. Neyse ki iki gün önce aptal babamın kırdığı bu kapının parasını kendi cebimden ödeyerek tamir ettirmiştim. Arda kapının kulpuna aşağı doğru çekip kafasını içeri doğru uzattı. "Müsait misin abla?" Dudağımdaki patlağa rağmen gülümsemeye çalışarak başımı olumlu anlamda salladım. Bu dünyada kan bağım olarak sevdiğim tek kişi Arda'ydı ve onu asla geri çevirmezdim. Arda heybetli bedenini içeri soktuğunda çatık kaşlarla bana doğru ilerledi. "Sana kaç kere söyledim bana Arda deme diye?" Sesini kızgın çıkartmaya çalışıyordu ama bana istese de kızamazdı o, bilirdim onu. "Ya ne diyeyim Arda Bey?" Yorgun düşen bacaklarımı yatağa doğru uzattığımda boşta kalan yerde Arda oturdu. "Benim iki ismim var, Arda Akın Akalay. Arda isminden nefret ettiğimi biliyorsun, Akın de bana. Arda deme." Bıkkın bir nefes verip yatağımın yanındaki komodinin üstünde duran oyuncak ayıyı kafasına doğru fırlattım. Oyuncak, çok hafif olduğu için canını acıtmamıştı. Yoksa ona kıyamazdım. "Arda." Göz devirerek cümlemi düzelttim. "Aman Akın! Gelmişsin yirmi bir yaşına uğraştığın şeye bak." Umarım hayatın oyuncu hiçbir zaman benim gibi dertlerin olmaz ablacığım... "Aman abla ya sen de ha!" Kafasını iki yaba sallayıp tekrar söze girdi. "Neyse ya ben buraya bunun için gelmedim." Bu cümleyi kurduktan sonra uzun bir süre sustu. Devamında ne söyleyeceğini merak ettiğim için onun konuşmasını beklemeden odadaki uzun sessizliği ben bozdum "Ne için geldim buraya o zaman Ard... Yani Akın?" Arda ismini sevmiyordu çünkü son kız arkadaşlarından biri onu "Ardalar şerefsiz olur " diyerek terk etmişti. Bunu bana ilk anlattığında şapkasız beş dakika boyunca aralıksız gülmüştüm. Gülmüştüm... Vay be demek ki eskiden gülebiliyormuşum. Oysa şimdi ne kadar da uzak geliyor bana içten güldüğüm, gülebildiğim o günler... Sanki bir daha ömrümün sonuna kadar hiç gülmeyecekmişim gibi bir acı var içimde. "İyi misin diye sormaya geldim." Sorusunu duyduğum an ağlamak istedim, hüngür hüngür ağlamak hem de... Birinin bana iyi misin diye sorma sana o kadar ihtiyacım vardı ki... Bazen insan, yaşadıklarına karşı öyle çok dolardı ki bir soru bile onu ağlatacak hâle getirirdi, hüngür hüngür ağlatacak hâle hem de... "İyiyim." Dedim. İçim kan ağlarken yalan söylemiştim. Kötüyüm desem ne olacaktı ki, değişmeyecekti hiçbir şey. Bu gerçek beni daha çok üzdü. İyi olmadığımı bile bile devam etmek acı çekmemi sağlıyordu. "İyi değilsin abla, ben anlarım seni." Acı bir tebessüm oluştu yüzümde. Dertlerimi anlatarak Arda'yı da üzmek istemiyordum çünkü ve bu konuyu hemen kapatmak en öncelikli niyetimdi. "Aynen öyle ablacığım. İyi değilim canım yanıyor ve bunu değil anlatmak düşünmek bile kusacakmıs gibi olmama sebep oluyor. O yüzden boşver beni, seni anlat. Seni anlat çünkü aklımdaki lanet düşüncelerden uzaklaşmaya ihtiyacım var." Arda, bu söylediklerime ikna olmamış gibi çattı kaşlarını. "Hep böyle yapıyorsun abla ne zaman bir sorunun olsa, bir derdin olsa hep içine atıyorsun anlatmak istemiyorsun konuyu değiştirmeye çalışıyorsun. Aslında bunu yaptıkça kendine zarar veriyorsun. O yüzden yapma bu acıyı kendine daha fazla çektirme lütfen. Anlat, belki seninle birlikte bir çözüm yolu buluruz. Ama... Ama böyle içine atıp kendini üzdükçe beni de üzüyorsun. Yapma... Yapma lütfen bunu kendine." Arda'nın bana duyduğu sevgi bu dünyada ki belki de tek tesellimdi. Ama yine de olanları ona anlatmak istemiyordum çünkü olanları eğer ona anlatırsam bir şeyler yapmak isteyecekti, derdime çare bulmak isteyecekti ama ikimiz de hiçbir şey bulamayacaktık. Bu, Arda'yı daha da çok üzmekten başka bir şey değildi. O yüzden olanları ona anlatmakta kararlıydım. "Ne oldu senin şu ismin için senden ayrılan kız arkadaşın, barıştınız mı onunla?" dedim konuyu değiştirme çabası içine girerken. Ama yemedi tabii. Arda zekiydi, anında fark etti. "Abla yapma. Sana anlat diyorum olanları, sen bana yüzünü şeytan göresice hiç sevmediğim eski, çok eski kız arkadaşım ile olan ilişkimi soruyorsun ya!" İstemsiz bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. 'yüzünü şeytan göresice hiç sevmediğim eski, çok eski kız arkadaşım...' dediği kısım tekrar tekrar kulaklarımda yankılandı. "Ulan Akın, harbiden komik çocuksun. Şu yüzünü şeytan göresice hiç sevmediğim eski, çok eski kız arkadaşın senden ayrılarak büyük hata etmiş. Aptal işte, boşver. Yakışıklı çocuksun sen, elini sallasan ellisi. Boşver o sürtüğü. Daha güzelini buluruz sana. Adı neydi hem onun? Şermin mi, Serpil mi, Selin mi... Ne?" "Sanem." diye düzeltti beni. "Ayrıca kız çirkin değildi." Göz devirdim bu söylediklerine. "Çirkin değildi tamam kabul ama senin kadar yakışıklı, boylu poslu bir delikanlının yanına o yer cücesi hiç mi hiç yakışmıyor, haberin olsun kardeşim. İyi ki ayrılmışsınız. Ama benim şey zoruma gitti..." Dedim ve tam bu noktada sustum tepkisini ölçmek için. "Ne zoruna gitti abla?" diye sorduğunda rahat bir nefes vermek istedim ama fark eder diye sustum. İyi, şu zoraki evlilik konusunu unutmuştu çok şükür. "Şey zoruma gitti." Dedim ama devamında ne söyleyeceğimi unutmuştum. Tepkisini ölçmek isterken kendi söyleyeceklerimi unutmuştum, şaka gibi! "Hah, hatırladım. O sana bu saçma bahaneyi söylediğinde sen ona doğru dürüst bir cevap veremedin mi?" Güldü. Gülünce kısılan gözleri ve gamzeleri vardı. Harbiden yakışıklı çocuktu baya. O aptal kız ne diye ayrılmıştı, anlam veremiyordum. "Siktir git dedim abla, ne diyeceğim başka? Beyin hücreleri ölmüş birine ne söylenebilir?" Bu cümleden sonra ikimiz de kahkaha atmaya başladık. Beyin hücreleri ölmüş birine ne söylenebilir?" aslında bir yemek programındaki replikti. Biz izlerken bir kadın, diğer yarışmacıya bunu sormuştu ve o an bayağı gülmüştük tıpkı şimdiki gibi. "Zeki çocuksun vesselam." dedim omzuna şakadan vururken. "Her zamanki hâlim işte." Yapmacık bir egoyla güldüğünde omzundaki elimi geri çekip ben de güldüm. "Başka biri olmadı mı peki hayatında?" Başını olumsuz anlamda iki yana salladığında üzüntü ile kafamı salladım. Başka biri olsun isterdim çünkü Arda'nın kafasını bu evden uzaklaştıracak birine ihtiyacı vardı. Bu evde huzursuzluk ve uğursuzluktan başka bir şey yoktu. Sanki o da aklımdan geçenleri okumuş gibi soru sordu bana. "Abla ya... Sen gidince ben ne yapacağım bu lanet evde?" Üzüntü ile başımı salladım. "Dayan be Ard-" "Ne Arda'sı ya, Akın benim ismim. Akın, unutma abla gözünü seveyim. Arda'nın A'sını duymak istemiyorum artık." "Anladık nefret ettin şu yer cücesinden. Vra mı yenisi peki, sen ondan haber ver asıl?" Sorum üzerine gözleri parladı. Ben ablaydım, anlardım. Demek ki yeni birisi vardı hayatında. Ama anlaşılan ben onu zorlamadan anlatmaya başlamayacaktı. "Anlat ulan. Haydi seni bekliyorum elli saattir burada!" Başını olumlu anlamda salladığında gözlerime değil, yere bakıyordu. Kıyamam, utandı. "Aslında... Aslında biri var." dedi hafif tereddüt içinde. "Kimmiş bu şanslı kız?" Bu sorum üzerine sustu. "Kim cevap versene Ard- Aman Akın. Her neyse! Kim?" Akın gözlerini ısrarla odanın her yerinde gezdirdi. Birazdan nasıl olsa konuşmaya başlardı, o yüzden onu zorlamak niyetinde değildim. Nitekim tahminim tuttu. İki dakika sonra her şeyi baştan sona anlatmaya başladı. "Biri var aslında. Gülünce gözleri kısılıyor, burnunun üstünde yakından bakınca belli olan çilleri var. Uzun saçları beline kadar geliyor. Sarışın bir de renkli gözlü. Diğer kızların aksine boyu uzun, omzuna geliyor. Şakacı, neşeli, zeki bir kız. İşte böyle..." Gözlerim anaç tavuk ışıltılarıyla parladı. Hadi Akın'ın başını mı bağlıyoruz yoksa? O kadar mutlu olurum ki... Ben olamadım, benim aşktan yana yüzüm hiç gülmedi. Bari o mutlu olsun, onun yüzü gülsün. "Oğlum! Lan oğlum." Heyecanlı heyecanlı yatakta doğrulup fesat bir şekilde işaret parmağımı sallamaya başladım. "Lan sen aşık olmuşsun! Ciddi ciddi aşık olmuşsun!" "Yok be öyle değildir o." Diyerek hemen onlar moduna geçti. Ben bilirdim kardeşimi, kabul etmeyecekti. Hep böyle yapardı, duygularını dışa vurmayı değil içinden yaşamayı ve kendi kabuğuna çekilmeyi seven bir insandı. Ama ben ona bunu bozdurmuştum. Benim sayemde yaşadıklarını yavaş yavaş da olsa anlatmaya başlamıştı bana. Ve bu beni mutlu ediyordu. Ben Rojda'nın aksine başkalarının mutsuzluğundan mutlu olan bir insan değildim, hayatım boyunca da hiçbir zaman böyle biri olmamıştım. Benim içimde kötülük yoktu, iyilik vardı. Ama gel gör ki bu adalet terazisinin tekmelendiği dünyada iyiler hiçbir zaman kazanamıyordu savaşı. Yine de Akın'ın mutluluğu benim mutluluğumdu. O yüzden bu evden gitmeden ömce onun başını şu anlattığı allı pullu sarışın kızla bağlayacak, aralarını bir şekilde yapacaktım. Zordu ama imkansız değildi. Ben Rüya'ydım. Aklıma koydum mu yapardım. Akın da aşık oldu... Vay be... Ben olamadım, olmak bir yana dursun lanet olası aşktan da vazgeçtim şimdi. Ama keşke istemediğim biriyle evlenmek zorunda bırakmasaydım. Bütün bunlar yetmezmiş gibi basit yıkık dökük bir ev için bir psikopat adama satılmış olmak, canımı bugüne kadar yaşadığım bütün gerçeklerden daha çok acıtıyordu. Keşke böyle olmasaydı diyeyim kaçıncı gününü bilmiyorum ama keşkeler bitirdi insanı. O yüzden artık bırakmıştım bunu söylemeyi. Bazen çözüm yolunu çok arardı insan, bulmak için çok çabalardı, emek gösterir gerekirse kendini yiyip bitirirdi. Ama olmazdı... Sonra her ne kadar istemese de boyun eğer, kabullenmek zorunda kalır. Kaybetse bile en azından kazanmak için savaştım diyebilir. Ben de şu an tam o noktadaydım. Ailemle girdiğim bu zoraki evlilik savaşını o kadar savaşmama rağmen kaybetmiştim. Ama en azından kaybettim derken bile savaştım ve elimden geleni yaptım diyebiliyordum. "Abla iyi misin, daldın gittin yine? Abla, abla!" Arda Akın'ın sesiyle kendime geldiğimde yüzümdeki hayal kırıklıklarını toplamaya çalışıp sahte bir tebessüm kondurdum dudaklarıma. "İyiyim, iyiyim. Yok bir şey merak etme sen." dedim bütün yalancılık gücümü kullanarak. Ama mağlup ayrılmış gibi hissediyordum kendimi. "Ben de senin gibi her şeyi içine atan bir insandım eskiden. Sonra sen öğrettin bana olayları ve yaşadıklarını içine atmanın bir zehir olduğunu. Hem sen dememiş miydin bana, içine atarsan başkasını değil, kendini öldürürsün diye? Şimdi ne değişti abla? Sen niye anlatıyorsun yaşadıklarını?" "Çünkü benim derdimin dermanı yok!" Aniden sesimi yükselttiğim için pişman olmuştum. Daha alçak bir tona getirip konuşmaya devam ettim. "Anlatmayı bırak, düşündükçe kahroluyorum. O yüzden anlatmıyorum." Elimi yavaşça uzatıp Arda Akın'ın elini tuttum. "Anla beni ablacığım, sen benim her şeyimsin. Yapabileceğin bir şey olsa ilk sana anlatırdım. Ama bu saatten sonra, ne senin ne de benim yapabileceğim bir şey yok, bitti. Keşke böyle olmasaydı, evet çok üzgünüm ama elden bir şey gelmez bu saatten sonra maalesef." dedim ama sesimi, titrememesi için çok zor tutuyordum. "Sana dedim değil mi bir yıl önce? Gel, kaçalım bu evden defolup gidelim. Kendimize yeni hayat kuralım dedim değil mi? Dinlemedin, nerede kalacağız yerimiz yurdumuz belli en azından burada dedin. Bak işte, ne oldu şimdi? Ben başından biliyordum bu ailenin başımıza bela açacağını?" Evet bundan bir yıl önce Akın bana gel bu evden kaçalım demişti ama ben kabul etmemiştim. Ben neyse de Akın'ı öyle veriyorlar sürükle yemezdim ne olacağı belli olmaz da ayrıca Akın üniversiteye devam ediyordu çalışamazlık ona izin veremezdim. Ama yine de şu an pişman hissediyordum kendimi. Evet, belki başta çok zorluk çekerdik çok aç kalırdık çok üşürdük ama bir şekilde yolumuzu bulurduk. En azından kafamız rahat ve huzurlu olurdu. "Geç değil aslında." "Olmaz." Diye ona çıkışarak anında reddettim söylediklerini çünkü bu olamazdı. Ateş artık benim peşimdeydi meğer kaçtıktan sonra beni bulursa bu sefer sadece bana değil Akın'a da zarar verirdi. Ateş Çok tehlikeliydi ve Akın'ın bu işten uzaktan yakından alakası olmasını istemiyordum. Bu lanet evlilikte başına zarar gelmesini isteyeceğim en son kişi bile değildi Akın. Belki kendimi koruyamamışım ama onu bu riske atamazdım. En azından ona korucaktım. "Boşver artık. Hem zenginmiş." Dedim aklıma gelen ilk bahaneyi söyleyerek. Ama nedense benim aklıma ilk gelen yollar hep en saçması olurdu. "Abla sen çıldırdın mı? Sen kendi ağzınla söylemedin mi burada yeri göğü inletti bağırırken adam psikopat diye? Ya sana zarar verirse? Allah korusun ama ya böyle bir şey yaparsa? Hangi yüzyılda yaşıyoruz abla böyle iş mi olur? Keşke karşı çıkabilseydim. Babama olmaz diyecektim ama beni de tehdit etti." Biliyordum tehdit ettiğini zira o gün aklın hiç sesini çıkarmamıştı ve ben o gün şüphelenmiştim bu olayın bir de arka perdesi olduğuna dair. Nitekim şüphelerimde her zamanki gibi haklı çıkmıştım. Babam onu tehdit etti diye Akın susmak zorunda kalmıştı. "Bu işe bulaşmanı istemiyorum. Ne olursa olsun, duydun mu?" Sesim sert çıkmıştı çünkü gerçekten onun bu işe bulaşmasını istemiyordum. "Hadi hadi. Kapat bu konuyu da senin şu kıza gelelim. İsmin Arda diye terk etmez değil mi seni?" O da güldü. "Etmez değil mi? Ayrıca bana Arda deme, Akın ben!" Gülerek başımı olumlu anlamda sallayıp omzuna tekrar vurdum. "Omzum çürüdü senin yüzünden." diye homurdandığını duydum ama duymamış gibi yapıp devam ettim konuşmaya. "Artık kızın bu bahane ile senden ayrılması ne kadar dert olmuşsa sana! Kırk yıllık Arda, oldu bize Akın." "Olsun." Dedi beni konunun gerçekliğinden uzaklaştırmaya çalışarak. "İkinci bir ismim var çok şükür. Biri gider, diğeri gelir." Aslında burada kız arkadaşlarına gönderme yapıyordu. Fark etmiş gibi bıyık altından sırıtmaya başladığımda bu hareketime karşılık göz devirdi. "Abla yapma ya! O anlamda söylemediğimi sen de biliyorsun!" "Hı hı, tabii canım inandık." "Çok gıcıksın." "Sadece sana karşı ablacığım." dedim göz kırparken ve tam o sırada kapı çalınmadan sertçe açıldı. Gereksiz Rojda gelmişti. Onun yüzünü görmek bile öfkemi iki katına çıkartıyordu resmen. Arda sayesinde rahatlamış hissettim ya iki dakikalığına, o bile batmıştı bu aptal Rojda'ya. Dert oluyordu mutluluğum ona tabii, gelip bozacak illa! Yoksa rahat edemez bu pislik! "Maşallah, maşallah, maşallah size ya! Sohbetinize de doyum olmuyor. Ta salondan duyuluyor kahkahalarınız." Arda tam Rojda'ya cevap verecekken ona susması için dur işareti yapıp söze ben girdim. Arda'nın konuşmasına gerek yoktu. Rojda ile biri kavga edecekse ben edecektim. "Sana ne lan? Sana mı battı bizim gülüş seslerimiz?" Arda, abla yapma dercesine bana bakarken onu umursamadım. Öfkemi, özellikle de içimde o psikopata karşı biriken öfkeyi birinden çıkarmaya ihtiyacım vardı ve bu iş için en ideal kişi tam karşımda duran Rojda'dan başkası değildi! "Daha iki gün önce hüngür hüngür ağlamıyor muydun sen? Anne baba yalvarırım beni o psikopata vermeyin diye? Hayatın yalan kızım senin! Çok mutlusun değil mi zengin aileye gelin gideceksin diye. Hem kocan da yakışıklı! Hep numara yaptın burada, istemiyorum ayağına yattın. Sırf benim niyetimi görmek için değil mi, için kötü senin için!" Arda ile birbirimize şok olmuş bir şekilde baktık. Böyle bir kafada kurma seviye görmemiştim ben. Olamazdı da zaten. Bu... Bu bambaşka, apayrı bir seviyeydi. Bu kız tek kelime ile çıldırmıştı. Yok, yani yok! Bunun başka açıklaması yok. Rojda... Her şeyin sorumlusu O'ydu!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD