Bir Çığlıktır HAYAT...
Bir Hıçkırık....
Bir Nefes....
Son Nefestir Hayatın Tüm Özeti...
Her şey o son nefeste saklıdır.
Yaşamınıza ait tüm hatıralar gözünüzün önünden bir bir geçer. Yaptığınız iyilikler, kötülükler bir bir suratınıza vurulur. O an öldüğünüzü anlamazsınız. Kendinizi zaman makinesinde gibi hissedersiniz. Zaman geriye akar ve yaptığınız iyiliklerdeki mutluluk., yaptığınız kötülüklerdeki nefret tekrar doğar içinizde. Peki ölüm nasıl bir duyguya nasıl bir renge sahiptir. Beyaz mıdır rengi? Kırmızı? Mavi? Yeşil? Peki şuan benim gördüğüm gibi siyah mıdır? Duygularınız sevinç midir? Hüzün? Acı? Pişmanlık? Peki şu an benim hislerim gibi midir? Hissizlik midir?
Eğer öyleyse şu an ölüyordum. Hissizlik içimi yakıp kavuruyor. Simsiyah karanlık beni boğuyordu...
Gözlerimi açma isteğim beni korkutuyordu. Gözlerimi açsam karşımda intihar etmenin cezasını çekecekmişim gibi geliyordu. En sonunda gözlerimi açma isteği galip geldi ve yavaşça gözlerimi açtım. Bembeyaz bir odadaydım. Neredeydim ben? Bir hastahane odası gibi duruyordu. Her yaz izlemekten sıkıldığım ancak bir türlü vazgeçemediğim DOKTORLAR dizisi aklıma geldi. Orda başrol yani Ela öldüğü yerde kalkıyordu. Acaba beni bulup hastahaneye mi getirmişlerdi diye düşündüm. Olası bir ihtimaldi. Kapının açılmasıyla korkuyla oraya baktım, beyaz hemşire kıyafetli bir kadın içeri girdi.
" Uyandınız mı?" dedi kadın cevap vermeden korku dolu gözlerimi ona diktim.
.
"Ben ailenizi çağırayım.." dedi ve kapıyı açtı. Başını dışarıya uzattı.
"Hastamız uyanmış" demesiyle annem içeri girdi.
"Anne" dedim ölmemiştim. Nasıl? Nasıl ölememiştim? Nasıl kurtulmuştum boynumdaki halattan?
" Ne yaptın sen kızım" dedi annem ve bana sarıldı. Gözlerimden benden izinsiz akan yaşlarımın annemin tişörtüne düşmesine izin verdim. Ölmemek benim ödülüm müydü? Yoksa Cezam mıydı? Ödülse hayatımda sahip olduğum en kötü, en berbat ödüldü. Eğer cezamsa ... - ki cezam olduğunu düşünüyorum.- cezamsa hayatımda aldığım en büyük,en kötü, en acımasız cezamdı.
" Sen ne yaptın Heja... "diyerek geri çekildi. Ellerini yanaklarımın iki yanına koydu. "...Niye yaptın " diye devam ettirdi.
"Ben sizin için en doğru, sonuçları en hafif olanı yapmak istedim anne." Dedim.
" Ne diyorsun kızım sana birşey olsaydı biz ne yapardık!" dedi sahi kim bulmuştu beni.
"Kim beni buldu anne?" dedim
" Abin buldu seni, demir gevşemiş zaten düşmüş ve seni o kurtarmış. Eğer o.. o .. de...demir öyle olmasaydı çoktan ölmüştün."
"Anne özür dilerim..." dedim ve tekrar sarıldım.
" Dileme kızım dileme evlenmemek için yaptığını biliyorum." dedi
" Anne ben evleneceğim." dedim
" Ne? " dedi
" Madem ölümle kurtulamıyorum. Evleneceğim anne hem abim... Abim mutlu olduğu sürece bende mutlu olacağım." dedim.
" Kızım." dedi ve tekrar sarıldı.
Ölüme böyle kolay yolla gidemeyecektim demek ki. Ben de uzun yoldan gidecektim ölüme. Evlendikten sonra Azad ve Asmin asla ayıramazlardı. Asmin tamamen Azad'ın olacaktı. Tamamen... Herşeyiyle....
Peki ben? Ben... Herşeyimle Miran Ağa'nın mı olacaktım? O kadar da olmazdı. Benim hayalim sevdiğim adamın olmaktı. Ama şunu hesaba katmamıştım. Ben Mardin'in kızıydım. Ve Mardin' de Sevmek Haramdı. Düşüncelerimden sıyrılmak için aklıma ilk gelen soruyu anneme yönelttim.
" Miran Ağa böyle bir şey yaptığımı biliyor mu?" dedim.
"Yok kızım şimdi çıkaracağız seni buradan eve gideceğiz, akşam istemeye gelecekler." dedi başımı aşağı yukarı salladım.
Ne güzel isteme merasiminden mahrum kalmamıştım(!).
Açılan kapı ile bakışlarımı oraya döndü. Abim bakışları çökmüş bir şekilde içeriye girdi. Gözleri beni bulunca hemen yanıma geldi ve sarıldı.
"Ne yaptın sen değerlim." Sahi ne yapmıştım ben? Ailemi ne kadar üzdüğümün farkında mıydım?
"Özür dilerim abi " dedim
" Dileme Heja Özür dileme... Asıl ben senden özür dilerim seni böyle birşey yapmaya sürükledim." dedi başımı eğdim.
" Hadi seni şuradan çıkaralım. " dedi annem geldi ve kalkmama yardımcı oldu.
**********
Aynadan son görüntüme baktım. Boğazımda kalan kızarıklığı fondötenle kapatmaya çalışmıştım açıkçası işe yaramıştı. Demirin düşmesiyle tavanda oluşan deliğe baktım. 'Biraz daha sağlam olsaydın ne olurdu?' diye düşündüm. Kapımın çalınmasıyla,
"Gir" dedim kapı yavaşça açıldı, gelen Zeynep'ti.
"Abla, geldiler." dedi başımı aşağı yukarı salladım. Tekrar aynadan boğazıma baktım. İz görünmüyordu.
"İnelim."dedim ve beraber odadan çıktık. Merdivenlerden yavaşça inerken
"Abla seni çok seviyorum." dedi Zeynep. Gülümseyerek ona baktım. 18 yaşında güzel bir kızdı Zeynep, mavi gözleri kumral saçlarıyla görenleri kendine hayran bırakıyordu. Ama yaşadığımız şehirde bunun bir önemi yoktu. Tanınan bir ailenin kızıysan, ailenin istediği biriyle evlenirdin. Güzelliğin ön planda olmazdı...
"Ben de seni seviyorum melek yüzlüm." dedim. Aşağı indiğimde direk kapının önündeki yerimi aldım. İçeri yavaş adımlarla giren Asım Ağa ve arkasından onu takip eden Soylu ailesi göründü.
Bir kaç ay sonra bende bu ailenin arasında yerimi alacaktım. Birkaç ay sonra bir aileye yalnız, kimsesiz olarak gidecektim. Zayıf, güçsüz, yalnız ve kimsesiz..
" Heja iyi oldun mu kızım?" diye soran Fatma hanıma,
'Hayır berbatım.!' diye suratına bağırmak istedim.
"İyiyim sağolun" dedim. Bir süre sonra herkes büyük salonda oturmuştu. Nedense kendimi buraya ait hissetmiyordum. İçim tamamen siyaha boyanmış, yalnızlık ve duygusuzluk beni içine çekmeye çalışıyordu. Ama direnmeliydim abim için direnmeliydim. Işıkla bütünleşmek için avizeye gözlerimi diktim. Işığın içime işlemesini isterken gözlerimi zorda olsa açık tutmaya çalışıyordum. Ne zor şeydi ışığa direnmek gözlerimi sımsıkı kapattım ve karanlığın göz bebeklerimi ele geçirmesine izin verdim.
" Sebebi ziyaretimiz belli; Kendi istekleriyle olmasada kaderleri töreyle birleşmiş olan iki gencimizin hayatlarını, kaderlerini birleştirmek... Allah'ın emri Peygamber'in Kavliyle Kızınız Heja'yı oğlumuz Miran'a istiyoruz." dedi Asım Ağa. Kaderim kurtulmak için son çırpınışlarını, son kulaçlarını atarken babama baktım. Belki Hayır derdi. Hayır kızımı vermiyorum!.
"Oğlunuz oğlumuz, kızımız kızınız olsun. Hayırlı olsun!" dedi babam. Kaderimin kolları uyuşmuş, sesi kısılmıştı. Bana çaresiz bir bakış atıp bıraktı kendini okyanusun ortasında. Onun okyanusun dibine karışmasını izliyor gibiydim. Gitmişti. Kaderimin yazısı buraya kadar sürmüştü. Gözümden düşen yaşın sebebi Kaderim miydi yoksa babam mıydı bilmiyordum. Tek bir şeyden emindim,
Artık.
Heja.
Yoktu.
Aileme olan sevgimi renklerle adlandırmıştım;
Asiliği simgeleyen Siyah, Babamdı. O hem karanlığım hem Asiliğimdi.
Saflığım temizliğim Beyazım, Annemdi.
Gökyüzüm, Özgürlüğüm Mavim, Abim'di.
Pembemdi Zeynep'im de.
Şimdi ise beyazım bile artık karanlığa bürünmüş. Siyahım, karanlığımda çoktan yok olmuştu. İçimdeki bütün renkler gitmişti babamın tek bir cümlesiyle artik ben renksiz, boş bir insandım.
Asım Ağa, Miran Ağa ve benim parmağıma yüzük takarken bile artık birşey hissetmiyordum. Duygularım kendini bir odaya kilitlemişti. Bilmem kaç saat sonra kulaklarım çevreyi algıladığında duyduğum cümlelerle sonumun cok yakında olduğunu biliyordum. O gün geldiğinde ruhumda beni terk edecekti.
"Bir hafta sonra bizim konakta düğün olacak." diyen Asım Ağa bunun kanıtıydı.
" Tamam Ağam."dedi babam. Ne kadarda rahattı. Beni darağacına bunca yıllık tek arkadaşımı, ruhumu almaya götürüyordu ama sesinde hiçbir duygu kırıntısı yoktu. Bakışlarımı halıdan aldım. Geldiklerinden beri yüzüne bile bakmadığım celladıma baktım oda az önce benim yaptığım gibi halının desenlerini inceliyordu.
Onunda hiçbir suçu yoktu. Bu oyundaki en masum roller bize verilmişti. Onunda hayatı yerle bir ediliyordu. Belki sevdiği alınıyordu elinden belkide benim ki gibi hayalleri...
Belki kurtulabilirdik bu oyundan.? Evlensek bile boşanabilirdik...
Peki o Kabul eder miydi?...