Planımızı uygulama aşaması için eve geçmiştik. Salon kapısını açtığımızda annemler masaya oturmuş yemekleri yiyordu babam bizi görünce homurdandı.
"Benim soframdan yemek yemeyince doymaz." Bu sözü tamamen Fiko'ya idi.
Fiko tabi ki de ona aldırmadı.
"Hizmetçilerimi masörlerimi evden kovdun ne yapacaktım ben mi pişirecektim yemeği."
"Pişirseydin."
Annem hemen atıldı.
"Burak."
"Hiç savunma Eylül şunu üç tane adamı gizli gizli arka bahçeden evine sokmaya çalışıyordu. Yakalanınca da öttü hemen. Neymiş masörmüş onlar masaj yaptıracakmış. Kendisine yaptırsa yine iyi Yağmur'da gelecek diyor. "
Fiko'nun umurunda mı elbette hayır. Yemek görünce dünyayı unutuyordu. hiç ona söylenmiyormuş gibi masaya kurulup tabağına yemek koymaya girişmişti çoktan. Babamın sözü bitince bir kaşık aldığı barbunyanın tadından yumuşayan yüzü ile konuştu,
"İki aya kalmaz kafanı taşlara vuracaksın. O zaman göreceğim ben seni."
"Sen bir daha arkamdan iş çevir bir erkek sinek sok bahçe kapısından evini yakmazsam."
Fiko evi mevzu bahis olunca kafasını tabağından kaldırıp ters ters söylendi.
"Yak!!! Yak!!! Bende bu eve taşınıp gece gündüz başımın etini yemezsem bana da Fiko demesinler."
Vallahi yapardı, yüzsüzlüğü ele almıştı bir kere, aslında yüzsüzlükte değildi aslında Fiko da babamda birbirlerini çok sever ve sevgilerini böyle gösterirlerdi işte kavga ederek.
Babam pes edercesine
"Ömrümü yedin, ömrümü" deyince fiko'nun gözleri ışıldadı. Tabağına bakıyordu.
"Kömüş, pilavından azıcık koysana, hatta ver ben yiyeyim göbeklendin sen sonra Eylül seni beğenmeyecek. Düşünsene hayatım bu huysuzluğunun üstüne bir de kel ve göbekli. Kusura bakma ama dost acı söyler. Ver sen o pilavı ver ver..." diyerek cevap vermesine fırsat vermeden tabağını önünden aldı.
Babam elini göbeğine koyup anneme baktı, Annemde en yakın kankasına destek çıktı.
"Haklı" diyerek.
"Baba her seferinde kanıyorsun birlik oldular yine" diye araya Bulut girdi. Kendisi telefondan ve kızlardan vakit bulduğu zamanlarda bizi hatırlardı ya da işi düştüğünde.
Babam tam homurdanacaktı ki annem kaşığını babama uzatınca aşkla ve küçük bir çocuk gibi ağzını açıp ona uzatılan yemeği çevirmedi. Adam bu yaşında aşk böcüğü gibi takılıyordu biz de daha tık yoktu. Üstelik suç ortağımda kendini yemeğe vermişti. Fiko'nun ayağına bir tane vurunca öksürmeye başladı.
"Öhhhöööö öhhhööö."
"Yavaş yavaş öleceksin dirin yetmiyor bir de ölünden çekeceğiz."
Fiko zar zor nefes alıp bana döndü.
"Ay ölüyorum. Kız niye tepikliyorsun?"
Sırtına vururken kimsenin duyamayacağı tonda fısıldadım.
"Fiko boğazını bırak da anneme çıtlatma mı yapacaksın bomba mı patlatacaksın yap biran önce"
Sonra da suyunu uzatırken sesli sesli söylendim,
"Helal kuşum git elini yüzünü yıka bir"
Fiko sonunda mesajı alıp tamam diyerek salondan öksüre öksüre gitti. Birkaç dakika sonra da bağırmaya başladı.
"Eylülllll!!!"
"Efendim ."
"Bebeğim bir bakar mısın, bu havlu ıslak yenisini getirir misin?"
Annem tam kalkıyordu babam elini tutup durdurdu.
"Yağmur götürsün."
"Yemek yiyorum baba"
Annem hemen kalktı tabi biliyor Fiko asla öyle şeyler yapmaz kendi evi gibi davranır hemen atıldı.
"Dur bakayım."
"Şu adama ilgi gösterme demedim mi?"
"İla ki Burak kaç yıl oldu hala kıskanıyorsun Fiko'yu." Diyen annem güle oynaya kıkırdayarak gözden kayboldu.
Fiko ile ikisi birlikte döndüklerinde keyfi kaçmış gibiydi. Babam ve Bulut hariç üçümüz birlikte sofrayı toplarken Fiko da makinaya yerleştirme işine koyulmuştu. Diloş son haftalarda her şeyi bahane edip edip izin alıyordu. Gözümden kaçmamış değildi yine ortalıklarda olmadığına göre sevgili mi yapmıştı ki?
Son tabakları götürüp Bulut'un elinden telefonu kaptım. Anında zıpladı.
"Kızım bir dursana."
"Babam Toprak'ı peşime taktığında sen destek mi olmuştun."
"Abla!!!"
"Yağmur'a ne oldu. Abla mı oldum son aramasına girip Işıl'ı çevirdim. Bulut'da bu arada telefonu kapmaya çalışıyordu.
Cilveli bir "Aloooo" sesi duyunca çemkirmeye başladım.
"Bana bak Işıl mısın, Işık mısın? Bir daha sevgilimle konuşursan saçını başını yolarım heeee!!"
Kız gık bile diyemeden telefonu suratına kapattım ve koltuğun üstüne attım gidiyordum Bulut'un eli saçıma yapıştı.
"Cazgır mısın, bir haftadır kızın peşinde koşuyorum."
"ahhhh.... Bırak saçımı, madem babam haklıydı sen de kızlarla konuşma o zaman."
Babam araya girdi,
"Bırak ablanı."
"Baba sende mi?"
"Kaç kere diyeceğim sana önce dersler okulun diye her kızın peşinde dolanma diye."
Bulut saçımı bırakıp telefonu kaptığı gibi kayboldu.
Bende mutfaktan bir türlü çıkmayan Fiko ve anneme bakmak için mutfağa geçtim ama fısır fısır bir şeyler konuştukları Toprak lafı ile olduğum yerde kaldım. Anlaşılan Fiko annemi doldurmaya devam edecekti biraz bekleyip annem ikna ettikten sonra içeri girmeye karar verdim.
Annem kahveyi ocağa koyup sordu,
"Emin misin Fiko?"
"Ayyy elbette eminim bebeğim Vedat'ın parmağı var bi kerem. Adam Esra Erol'dan fazla izdivaç kurdu. Maşallah kime el atsa sonu aşk. Eros'un memur kılığına bürünmüş hali gibi."
"Ama Toprak'ın sevgilisi varmış. Kızı seviyormuş "
"Ayyyy adı üstünde sevgili. Bebeğim ne olacak Burak'ta Merve diyordu ne oldu. Valla oku tam kıçından yedi."
Annem çemkirdi,
"Merve deme Fiko bana Merve deme!!!"
"Ay kara musibet, neyse vallahi demedi demeyin Toprak bir pırlanta al Burak'ı vur Toprak'a tip de huy da aynı kızın da sen düşün bir kere bu ikilem nereye varır."
Annem yaptığı kahveyi fincana boşaltmak için Fiko'ya yaklaşınca konuşmanın gerisini anlayamadım. Ama annem hevesle atıldığı kısmı içeri girince duydum.
"Ay hadi inşallah."
"Neye İNŞALLAH anne."
Fiko arkadan kaş göz işareti yapıyordu. Plan tamam demek istediğini anlayınca annemin ne diyeceğini bilmeyen açık kalmış ağzını daha fazla öyle durmasına içim el vermeyip,
"Aman bana ne canım."
Onlar saalona geçerken ben de köpeği alıp odama çıktım. Tembel tembel yatıyordu. Ama bu hali bile ayrı tatlıydı birkaç çizim yapayım derken saat 11:11 görmüştü.
"O prens bozuntusunu bulmak şart olmuştu. Ben daha onu tanımadan hayaller kurarken o hangi kızın peşinde hangi bar da ne fındıklar kırıyordu acaba.
*******
Sabah kalktığımda o kadar çok mutluydum i, Toprak faktöründen de kurtuluyordum annem kesin babama her şeyi her zaman ki gibi dökülmüştür sanırım. Evet özgürlüğe uyanan sabahlara hep birlikte OLEY!!!
Güzel süslenip püslendikten sonra aşağıya indim bugün herkes benden önce inmişlerdi kahvaltıya. Göz ucuyla babama baktım keyfi yerindeydi. Plan tıkır tıkır işiyordu.
"Günaydın." Dedim cıvıl cıvıl. Bulut dışında herkes mutluydu ve diloşta yoktu.
"Diloş nerede?"
"Hastalanmış izinli bugün."
"Koca mı buldu zırt pırt izin alıyor?" diye babam atıldı. Adam resmen aşk düşmanı çıkmıştı.
"Ayyyy Burak evlenmesin mi bizimle yaşıt neredeyse."
"Diloşa bari karışma baba."
"Karışırım ben. Zaten karar aldım."
Ne kararı aldığını biliyordum ve söyler söylemez kalkıp oynamamak için içimden kendimi tembihlemeye koyuldum.
"Toprak için hoş çocuk demişsin Fiko'ya" diye söze girdi babam. "Bende düşündüm taşındım karar verdim."
Kirpiklerimi masum masum kırpıştırıp,
"neye karar verdin babacığım?"
Babam bir soluk verip ciddi ciddi,
"Seni Toprak'a vermeye karar verdim." Dedi.
Bulut
"OHA!!!" diye kafasını kaldırdı. Ben ise hala kelimeleri beyin süzgecinden geçiriyordum. Geçiriyordum da süzülmüyordu, kovdum gitti, peşine iki tane adam dikeceğim bir daha toprak'ı yolda görsen yüzüne bakmayacaksın kelimeleri geçmiyordu.
Onun yerine Torak'a seni verdim gitti. Geçiyordu. Geçerken de hayalleri beyin duvarlarımda canlanmaya başlamıştı bile.
Toprak beyaz bir atlet dedemin gri donlarından bir don bileklerinden yukarı kıvrılmış. Ayakları leğenin içinde ayaklarını yıkıyordum. Güzeller güzeli narin ellerimle, tabi ben ne anlarım ayak yıkamaktan, prensesler ayak mı yıkarmış, güzel yıkmayı beceremeyince kafama da bir tikse.
"Güzel ov dedim kız." Diye böğüren Toprak'a
"Yıkadım ya herif..." diye verdiğim cevap ile yerimden fırladım.
"Hayatta olmaz. Ölsem de o kabadayı kılıklı bıyıklı ile evlenmem."
Babam keyifle kuruldu.
"Bende öyle düşünmüştüm."
Ne dediğimi anlayınca hayal kırıklığı ile yerime otururken Bulut oh olsun anlamında elini karnından aşağı sıvazlıyordu.
"Beni oyuna getirdin baba."
"Sen de babanı oyuna getirme planı yaptın."
"Toprak'ı kovmuyor musun?" dedim son bir umut.
"Cık. Tam tersi en doğru adamı bulmuşum emin oldum." Dedi.
Annem elleri ile boynunu ovalarken kendi kendine bir şeyler söyledi ama kimse anlamayınca, babam,
"Bir şey mi dedin hayatım?" diye sordu.
"Yağmur'un sana oyun oynadığını nerden anladın?"
"Nereden anlayacağım aynı sen surat beş karış Fiko'ya gitti güle oynaya geri geldi, yemekte bakışmalar sana ondan hoşlandığını söylemeler. Sen de bana söyleyeceksin ben de Toprak'ı kızımın yanına yaklaştırmayacağım. Sence Eylül o kıt akıllı Fiko'nun yaptığı bu planı çözemeyecek bir adam mıyım?"
Annem şaşırmış gibi yaparak. Evet şaşırmış gibi yapıyordu çünkü gözlerinde ki cinliği çok iyi biliyordum numara olduğu o kadar belliydi ki.
"AAA beni de kandırmışlar." Dedi.
Babamın keyfi iki kat yerinde,
"Sen o kıl kuyruğu koru daha."
"Çok kırıldım vallaha."dedi annem. Resmen oynuyordu ama anlamadım bir türlü bu kadın neler karıştırıyordu içime bir kurt düştü ama hala kurtulamadığım Toprak aklıma gelince öfkem daha ağır basıp masadan kalkıp sinirle söylendim.
"Yazık olacak bıyıklıya."
Babam hiç takmadı, bu daha da canımı sıktı, hırsla dışarı çıktım Toprak kapıdaydı ve bir gariplik vardı. Bir eksiklik sanki hemen tesbihe baktım elindeydi.
"Günaydın Huysuz prenses."
"Sana da inatçı davar."
"Doğru konuş benimle."
"Sen doğru selam verdin de almadık mı? Ne eksik sende bir değişiklik var."
Toprak bir yüzü düştü, elini bıyıklarından geçirdi. beynim mesaiye başladı. bıyıksız duruyordu. Bıyıksız Toprak. Bir garipti bir değişik, sanki...
"Aman iyi olmuş. Bıyıktan kurtulduk senden de tez elden kurtulurum inşallah."
"O biraz zor."
" Yüzsüzüm diyorsun yani."
"Baban senin şımarık olduğunu söylemişti. O yüzden bu numaraların bana sökmez."
"Biz de sökecek numara buluruz o zaman. Şimdi çeneni kapa da okula gidelim derse geç kalacağız."
O kapıyı sertçe çarpıp dolaşırken Fiko'nun numarasını çevirdim hemen,
"Plan yattı, babam her şeyi sanki kendi kurmuş gibi bir bir ifşa etti."
"Akşama gel bebek hallederiz."
****
O akşam ve ardı sıra takip eden her akşamın devamında hiçbir şey değişmedi, fiko ile gece yarılarına kadar abur cubur atıştırıp plan yapıyor sabah babam hepsinden haberi oluyordu. Bir türlü anlayamadığımız bir noktada hata oluyordu.
Toprak ise sürekli etrafımda dolanıyordu, artık kızlar acayip acayip yakıştırmalara başlamıştı, tavşanla ördek, kanguru ve evladı, edi ile büdü gibi gayet şeker ve tatlı yakıştırmalardı.
Ama ben tam olarak bizi Notre Dame'ın kamburuna benzetiyordum.
Kamburu herkes biliyor Toprak.
Her yerde o vardı sağımda solumda önümde arkamda bu kadar Toprak nereden türüyordu. Çoğalıp çoğalıp üzerime geliyordu aklım almıyordu bir türlü. Babam paralarımıza kıyıp kopya üretimine mi başlamıştı, bilim o kadar geliş miydi? Gelişti ise bir zahmet birkaç tane de benden Fiko'dan yapsaydı. Bir de annemden ama annem olmazdı. Ondan bir tane olsundu.
Offf!!! İçim daraldı nefesim kesildi dünya üzerime üzerime göçmeye başladı. Biri bana cadı büyüsü yapmayı öğretip ortadan kaybetseydi hepsinden kurtulsaydım.. aa neden ben kayboluyordum Toprak kaybolsundu. O gazla okus pokus yaptım.
Farkında olmasam da herkes benim garip iç dünyamın gayet farkında olduğunu kolumun dürtülmesi ile algıladım.
Leyla, "Ne yapıyorsun kızım garip garip herkes sana bakıyor?"
Madam Belda elinde ki çubuğu sandalyeye vurup,
"Madam Beylice ne yapıyorsunuz?"
"Büyü."
Çatıkkaşı ve bozuk aksanını zorlayarak,
"Buyü?" diye sordu.
"Okus pokus madam. Ben kendime yapıyorum ve dersten çıkıyorum siz kovmadan."
Herkesin şaşkın bakışlarında dışarı çıktım. Toprak gene kapıdaydı onu görünce her zaman ki gibi çemkirdim.
"Yine mi? Bir rahat bırak vallahi kendimi köprüden atacağım heee!!!! daraldım üstüme gelmenizden. Senden kurtulamıyorum ve bu daha çok canımı sıkıyor anladın mı? Şimdi toz ol ve anahtarlarımı ver babama da söyle kendini bir yerlerden atacak senin gibi kalpsiz bir babadab kurtulacakmış de."
O da her zamankinin aksine anlayışla başını salladı ve anahtarı uzattı.
"Nefes al Tuana..."
"Ne tuanası be! Ben Yağmur Damla Beylice'yim. "
"Biliyorum, Tuana da; cennete düşen ilk yağmur damlası demek prenses."
Olduğum yerde kala kaldım zaman durdu... saniye kendini bilinmezlikte kaybetti...Tuana öyle anlamlı gelmişti ki, milyonlarca kitap okumuşum, sayfalarda kaybolmuş, denize katılıp dalga olup kıyıları dövmüş, kuş olup özgürlüğün tadın çıkarmış evrenin her bir diyarında bulunmuş, ölüp cehennemde yanmış ve tekrar doğup cennete bir damla olup düşmüştüm.