"Öğrendin sende iyice…” dedi kulübelere verdiğim sinyali kastederek.
"Yani," dedim yarım ağız.
"Öğrenmen gereken çok daha önemli şeyler var..." deyip bana bakan başını yola çevirdi. Soru sonran gözlerle bakıyordum ona ama o bana bakmıyordu. Anlamazlığa vursam da anlamıştım. Onu sevmeyi öğrenmek çok daha önemliydi. Ve sadece onun için değil benim içinde. İnsan kocasını sevmez mi, değil mi?
Evin önüne arabayı park edip yavaş bir şekilde indim. Uzun zaman sonra ilk kez hava aydınlıkken eve gelmiştim ve uzaktan eve bakmak gelmişti içimden. Dev gibi, denize sıfır, uzaktan bakanın hayran kalacağı bu ev; beni neden mutlu etmiyordu? Ya da ben neden mutlu olamıyordum? İnsanların hayallerini süsleyen eve ve eşe sahiptim. Ama bu beni mutlu etmiyordu. Beş yılım da bu mutsuzlukla geçmişti.
Maalesef.
Kerem evin kapısını açmış içeri girerken bende arkasından onu takip ettim. Hızlı adımlarla çalışma odasına girmişti ve kapıyı da sert olmasa da süratle kapatmıştı. Seri adımlarının çalışma odasına gitmesi, tek bir şeyi ifade ediyordu. Yaptığı 'Yapılmayacaklar Listesinden' bir şeyler silmek için gittiğine emindim. Ben de odaya geçip üzerimdekileri değiştirdim. Kapı onun çalışma odasının kapıya inat aralıklı duruyordu. Sıkı sıkı topladığım saçlarımı açmış ellerimle oynarken kapı tamamen açıldı ve içeri girdi. Yönüm camdan tarafa olduğu için ne yaptığı göremiyordum. Durduğu yerde beni izliyor ve hareket etmiyordu sanırım. Çünkü kulağıma gelen tek şey nefes alıp verişiydi. Sessizlikten rahatsız olmuştum ve bozmak için arkamı dönüp konuşmak istediğim sırada o da hareket etti ve bende olan gözleri çekti.
"Saçlarımı kestirsem mi acaba?" dedim kaşlarımı hafifçe çatıp. Daha iyi bir konu bulamazdım. Aklımda bile olmayan bir şeydi bu. Ne kadar da mükemmel bir sebepten bozdum ama sessizliği.
"Neden?" dedi gözleri sırtımı kapatan saçlarımda gezinirken.
"Bilmem, yük oluyor gibi artık. Yıkaması, kurutması, bakımı…” dedim saçını çeken çocuğu annesine şikayet eden bir kız gibi.
“Bunlardan zevk aldığını sanıyordum. Banyo dolapları bakım eşyalarıyla dolu. Girdin mi çıkmak bilmiyorsun. Sırf zarar görecekler diye fön bile çekmezken, nereden geldi aklına kestirmek?”
Bir kere daha anladım ki, Kerem benim kendime söylediğim yalanları bile gün yüzüne çıkarabilecek potansiyeldeydi. Öylesine konu açtığımı anlamıştı ve bakışlarıyla bana ‘Al bozuldu sessizlik, başka bir isteğin var mı?’ der gibi bakıyordu. Ne diyeceğimi bilmez bir tavırla ona bakarken gülümsedi.
Kerem gerçekten çok güzel gülümsüyordu.
"Bence sana uzun saç çok yakışıyor." dedi naif bir sesle.
"Ama saçlarımı hiç kısa kestirmedim ki ben.”
Gerçekten de kestirmemiştim. Saçlarım kısalınca ömrümde kısalacakmış gelir nedense. O yüzden hep uzatmıştım bugüne kadar. Saçlarımla ilgilendikçe hayatımın daha güzel olacağına inandırılmıştım.
Abim tarafından.
"Bence sen bu halinle çok daha güzelsin.” dedi söylediğim şeyi duymamazlıktan gelerek. Ama eğer böyle söylüyorsa bu halim gerçekten güzeldir. Çünkü Kerem yalan söylemez.
"Peki..."
Yatağın bir ucuna oturup saçlarımı havalandırmaya devam ettim. O da üzerindeki gömleği çıkarıp dolaptan bir şeyler baktı. Kerem düzenli olmasa da sporunu yapan biriydi. Yaz kış demeden yüzer, hatta direk evin arka tarafından denize balıklama atlardı. Bunu genelde ona abi dediğim zamanlar yapması, kendine verdiği bir ceza gibi geliyordu bana. Sanki bunu yapınca bir şeyler yoluna giriyordu. Değişen tek şey, omuz kasları oluyordu genelde. İri cüssesine çok yakışan bu kasları kısmen benim sayemde yapmıştı. Ona abi demesem denize atlamaz, vücudunu geliştiremezdi. En büyük alkış banaydı.
Kerem benim aramda 7 yaş vardı. Yani benden baya baya büyüktü. Evlenmeden 3 yıl önce, üniversiteden mezun olur olmaz gittiği askerlikten geldikten sonra sırtında daha önce fark etmediğim bir iz gözüme çarpmıştı. Kemer izi desem değil, sopa izi desem değil. Birinden dayak yemediği aşikardı. Ne izi olduğunu anlayamamıştık. Ne annemler sormuştu bugüne kadar ne de ben. Ama hep merak etmiştim. Bu sefer karısı sıfatına bürünerek sormam gerektiğini fark ettim.
"Senin sırtındaki iz neyin izi?" Dolabın aynasından göz göze geldiğimizde güldü. Bunca zaman sormayışıma mı yoksa vücuduna bakışıma mı güldü bilmiyorum ama güldü.
"Neden sordun?" dedi tek kaşı havada.
"Özel bir şeyse tamam." dedim gözlerimi ondan çekerek. Bu sözüme kahkaha attı. Elindeki kısa kolluyla bana bakarken ciddiyetle kafasını salladı.
"Evet, çok özel bir şey…” dedi aynı ciddiyetle. Kaşlarım havaya kalkarken dudaklarımı vayy bee der gibi büzdüm.
"İyi tamam." dedim sinirle.
Sinirlenmiştim ve bunu fark ettirmeden odadan çıkmaya çalıştım. Ama kapıyı sertçe çarpmama engel olamadım. Aşağı inip salondaki koltuklardan birine uzanıp tavanı izlediğim esnada Kerem mutfağa girdi ve kokusundan anladığım kadarıyla kendine nane limon yaptı. Elinde iki cam bardak nane limonla yanıma gelirken ben gözlerimi tavandan ayırmadım. Bardaklardan birini önüme bırakıp oturduğu yerde arkasına yaslandı.
"Nane limon, sakinleştirir. İç…” dedi sakin bir sesle. Sesi o kadar sakindi ki benim nefes alıp verişim onun sesinin yanında resmen kükrüyor gibiydi.
"Ben zaten sakinim." dedi çatık kaşlarımı bozmadan.
"Peki…" dedi ve oturduğu yere daha çok yayıldı. Yudum yudum içerken nane limonundan hiç konuşmuyordu. Sadece bana bakıyor ve derin derin nefes alıp veriyordu. Belki de bu bile bana anlatmak istediği bir şeydi. Ama ben onun beden dilini kavrayabilecek kadar çok izlemediğim için onu, anlayamıyordum ne demek istediğini.
"Askerden geldikten sonra seninle motor yarışına gitmiştik hatırlıyor musun? Ben otobüsten iner inmez,” Yüzüne bakmadan başımı salladım. En zevk aldığı şeylerden biriydi motor yarışları ve bende ona sürpriz yapmak için arkadaşlarının yaptığı yarışa götürmüştüm onu.
"Sen o gün ilk kez içmiştin ve haliyle nevrin dönmüştü." dedi, masal anlatıyor gibi. Yine başımı salladım.
"Seni,” dedi ve durdu. Sanırım bunu gözlerine bakmam için yapmıştı. Ki başarılı da olmuştu. Gözünün içine içine bakıyordum. “Arabaya taşımak için kucağıma aldığımda birden dengemi kaybedip tenekenin üzerine düştüm." Söylediği şey beynimde yankılanırken yattığım yerden hızla doğrulup korkuyla ona baktım.
"Hangi tenekenin üzerine?" dedim. Gözlerim dolarken aklımdakini söylememesi için dua ediyordum.
"Senin üşüdüğün için yanında oturduğun, içinde ateş yaktığımız tenekenin üzerine. Yanık izi kalmadı ama o demir tenekenin sırtıma battığı yerlerdeki izler kaldı."
Ben ona şok içinde bakarken o bana oldukça sakin bir şekilde bakıyordu. Demek o yüzden uzun bir süre ne havuza ne de denize girmemişti. Demek o yüzden bunca yıl sürekli gizli gizli sırtına kremler sürmüştü. Demek o yüzden beni bir daha yarışlara götürmemiş, mangal yaparken bile ateşten uzak tutmuştu. Önümde duran bardağı bana doğru biraz daha itip gülümsedi.
"Hadi iç, sakinleştirir..."
Birkaç yudum nane limon içerken ne kadar da tamahkar bir insan olduğumu düşünüyordum. O zaman annemler sormuyor diye sormamış ve hemen unutmuştum. Ama sırf benim için bu denli ağır bir yara alması da beni fazlasıyla üzmüştü.
Kerem koltuktaki oturuşunu bozmadan telefonundan bir şeylere bakarken boşalan bardakları alıp mutfağa götürdüm. Odaya çıkmak ya da çalışma odasına geçmek yerine Kerem'in yanına gittim tekrar. Oturduğu koltuğa uzanıp başımı dizlerine yasladım. Bu evlendikten sonra da devam ettirdiğimiz bir şeydi. Kimin canı sıkkınsa diğerimizin dizine yatardı. Ben Kerem'e dokunmazdım ama o ellerini saç diplerimde, omuzlarımda gezdirirdi. Masaj değildi bu yaptığı ama masaj gibi gelirdi bana. Yine öyle yaptı. Ama bu sefer elleri saçlarımda kaldı ve oynatmadı. Gözlerim kapalı olduğu halde anlıyordum bana bakıp bakmadığını ve telefonuyla ilgileniyormuş gibi yapsa da bana bakıyordu. Yaklaşık bir saat öylece kaldık. Ev sessizdi ama kulağıma gelen Kerem'in nefes alıp verişi bana çok farklı hissettiriyordu.
Bu evin duvarları bizim sırt sırta verip birbirimize bakmayışımıza, hiç konuşmadan geçen günlerimize, benim onun gözlerine bakmayışıma, dizine yatıp uyuyakalışıma çok şahit olmuştu. Ama ilk kez benim Kerem'in varlığına karşı farklı bir şey hissettiğime şahit oluyordu. Düşmana bakar gibi değildim şu an ona karşı.
Bu, benim için büyük bir başarıydı.
Bir saatin sonunda yattığım yerden kalkıp bu bunalımlı halim gitsin diye bir şarkı açıp kahve yapmaya başladım. Benim ondan utanan halime gülerken, kolunu koltuğun kolçağına koymuş beni takip ediyordu. Bir yandan müzik çalarken bende cezveye kahveleri koyuyordum. Kerem'in ayak sesi gelince hafifçe bağırdım. Artık normale dönebilirdik.
"Sakın gelme mutfağa, tişörtün beyaz..." Sesli bir kahkaha atıp adımları basamaklara yöneldiği esnada ben bir yandan da şarkıya eşlik etmeye çalışıyordum.
Ya dön bana artık
Duyuyor musun beni?
Ya çık git dünyamdan
Anlıyorsun değil mi?
Yaptığım kahveyi fincanlara koyarken Kerem geldi ve arkamdaki masaya yerleşti. Tam fincanları elime almış arkamı dönmüş, onun yanına giderken birden onunla göz göze geldik. Bana, başını arkaya yaslamış, gözlerinin içi gülerek bakıyordu. Her zaman baktığı gibi. Gözlerindeki yorgunluğa rağmen bir ışıltı vardı bakışlarında. Ben bu ışıltıyı daha yeni, şimdi, tam da şu an fark ediyordum.
İçimde oluşan, adını bilmediğim değişik histen midir nedir, onu her zaman gördüğümde normal atan kalbim birden hızlı atmaya başlamıştı.
İyi ama neden?