Mardin ’ in suskun taşları arasında hüküm süren ve kudretli olan Aziz Ağa bir isimdi. Tıpkı adının anlamı gibi büyüklüğü de hem kendi yöresin de hüküm sürerdi hem de herkesi görünüşü ile korkudan titretirdi. Sözünün üstüne söz söylenmez bakışıyla dağlar eğilirdi.
Ailesinin uygun gördüğü gelinle evlendiğin de onun gönülsüzlüğünden habersizdi. Ne kalbini sorguladı ne de gözlerin de başkasını aradı. Onun için nikâh, kaderin bir çizgisiydi. Susar, katlanır, yaşanırdı.
Ama o gelin için de başka bir aşkın yangınını taşıyarak evlenmişti. Halbuki Aziz Ağa ' nın karşısına çıksa istemiyorum dese kimse ona bir şey yapamazdı. Ama o da herkes gibi ondan o kadar korkmuştu ki susmuştu.
Sonra bir gece hiçbir iz bırakmadan gitti.Ve kimse fark etmedi. Yerine ise sessizce geçen kişi onun günahına ortak ettiği ikiz kardeşiydi.
Aynı yüz aynı ses ama bambaşka bir ruh. Aziz Ağa hâlâ aynı kadının yanın da yaşadığını sanıyordu. Fark etmedi ama o yeni gelin her geçen gün ona gerçekten âşık oldu. Görmediği bilmediği bu aşk sessizce büyüdü. Bir sırdı araların da ki mesafe. Bir yalandı araların da ki güven.Ve bir gün o sır açığa çıktığın da herkes bir günahın ortasında kalacaktı.
Peki…
Bir adam bilmeden işlediği bir günahla nasıl yüzleşir?
Ve bir kadın başkasının yerine sevdiği adamı ne kadar daha kendinden saklayabilir?