SEHA...
Odun sobasını tutuşturan genç kız, hafifçe araladığı perdeden yağmurun akıbetini tartmaya çalışıyordu. Eğer hava bir süre daha böyle giderse; toprağı sürmek için epeyce bekleyeceklerdi. Babasının gönderdiği para onları en fazla birkaç hafta daha idare edebilirdi. Bu yüzden ekin ekecek köylülere yevmiyeci olarak gitmekten başka şansı yoktu. Bakışlarını tekrar gök yüzüne çevirdi ve sıkıntılı bir soluk aldı. 6 yaşındaki oğlan kardeşi ve 10 yaşındaki kız kardeşi olmasa kuru ekmeğe de dayanırdı ama eli ayağı tutuyorken onları kuru ekmeğe muhtac etmeyi kendine yediremiyordu.
Sırf onları biçare bırakmamak için gelen görücülerin hepsini geri çevirmişti. Bu köyde ailesine hatırı sayılır başlık parası verecek kimse yoktu. Ailesini bırakıp uzak köylere de gitmek istemediği için yaşı geçti, evde kaldı dedikodularına kulak tıkıyordu. Üstelik 20 yaşından daha bir hafta önce gün almıştı. İnsanların acımasızlığı canına tak etse de ailesi üzülmesin diye susmayı tercih etti bu zamana kadar. Perdeyi kapatıp elindeki iğne oyasına geri döndüğünde odanın kapısı gürültüyle açılıp kerpiç duvarda belirgin bir iz bıraktı.
- Abo yetiş. Dermenin geverleri (değirmen arkı) içeri verilmiş. Bizim zahralar hep ıslanmış. İki çuval unumuz varıdı o da getti abo.
İğneyi sinirle sıkan genç kız, parmağından yemeniye değen irice kan damlasını fark etmedi o hınç ile. Oysa elindeki yemeniyi de para karşılığı Cehver'lerin kızı için oyalıyordu. Ne yaptığına bakmadan ayaklandı ve sırtına geçirdiği örtüynen değirmenin yolunu tuttu. Anasının arkasından adını seslenişini duymamıştı bile. Bu kötülüğü kimin yaptığını biliyordu ve artık Sungur'ların bu yaptığı canına tak etmişti genç kızın. Gözünü öyle öfke bürümüştü ki; ne şiddetini arttıran yağmurun ne de yer yüzünü yakıp kavurmak isteyen şimşkelerin farkındaydı. Köyün çıkışındaki değirmene nihayet geldiğinde ise sinirini daha da bozan manzarayla karşılaştı. Kendilerine ait zahra çuvalları, değirmenin içine çevrilen arklar sebebiyle su içinde kalmış ve bütün ekinleri ziyan olmuştu. Oysa yarın sabah erkenden gelip onları öğütmek niyetindeydi. Sinirinden dudakları titriyor, hem soğuktan hem de hızlı yürümekten daralan göğsü bir körük gibi inip kalkıyordu.
Cesur Sungur, atıyla gezintiye çıktığı sırada değirmene doğru hızlı hızlı yürüyen kızı farketmiş ve bu havada dışarıda ne aradığını merak etmişti. Atını değirmenin yakınına kadar sürüp üzerinden indiğinde ise kızın sinirle söylenmelerini işitti. "Bre insafsızlar, bre vicdansızlar. İki çuval unun neyi battı canınıza. Açlıktan öldürmek mi istiyorsunuz bizi? Dilerim Allah'tan bütün bu ettikleriniz gelip ayağınıza dolanır. Bugün bizim olduğumuz hal neyse bin beterini yaşarsınız." Cesur duyduğu ağlamaklı sesle kaşlarını çattı ve değirmenin etrafını dolaşıp açıklıktan içerideki kızın kim olduğunu anlamaya çalıştı. Tam sekiz yıldır İstanbul'da kendi işinin başındaydı ve bu yıl babası elden ayaktan düştüğü için, işleri toparlamak adına gelmişti. Ailesinin güttüğü davadan haberdardı ama bu davanın bir tarafının da şu an içeride ağlayan kız olduğunu bilmiyordu. O, arkası dönük kıza ne olduğunu sormaya hazırlanırken kuvvetli bir şimşek daha çaktı ve Cesur'un atı bu gürültüyle ürküp kişnedi. Çok yakından gelen sesle sıçrayan kız, aniden arkasını dönüce bir yabancının kaşları çatık bir şekilde kendisini seyrettiğini gördü. Yabancı'ın çatık kaşlarından öyle ürkmüştü ki; kendini korumak için terekte duran, çuvalların ağzını açmak için kullandıkları makası eline aldı.
- Kimsin? Ne arıyorsun burada?
- Sakin ol. Sesini duyunca bir şey oldu sandım, bakmaya geldim. İyi misin?
- Sana ne? Sana ne iyi miyim kötü müyüm? Bas git nereden geldiysen oraya.
- Kızım merak ettim diyorum, neden can düşmanını görmüş gibi davranıyorsun?
- Can düşmanı ya, can düşmanı. Bak ne yapmış o canımın düşmanları. Hepi topu iki çuval çıkacak unumun kaydına geçmiş. Ne yiyecez biz?
- Böyle bir kötülüğü kim, neden yapmış olacak ki?
- Kim olacak, Sungurlar. Allah onların bin belasını versin. Elli senedir soyumun iflahını kestiler.
- Sözlerine dikkat et. Sen kim oluyorsun da benim aileme bela okuyorsun?
- Demek sen de o kansızlardansın? Söyle sen mi çevirdin geverleri dermenin içine? Sen mi ettin bu kötülüğü? Bendeki de soru ya; senden başka kansız var mı burada, senden başka kim edecek? Bir de geçmiş karşıma alay geçer gibi kim etmiş bu kötülüğü diye sorarsın. Allah topunuzun belasını versin. Düşün artık yakamızdan. Varlık içinde yüzüyonuz, varlık. Benim iki çuval unum mu battı size?
- Bak anlamadan dinlemeden konuşuyorsun. Emin misin sana bunu yapanın biz olduğumuza, gözlerinle gördün mü?
- Burada senden benden başka kimse var mı? Kimin malı zarar görmüş bak hele. Ayrıca rızka çökmek, kursağımıza girecek iki lokmayı çekip almak sizden sorulur. Bunca sene ettikleriniz yetmedi mi? Ben şimdi evdekilerin yüzüne nasıl bakarım, ne derim onlara? Vicdansız, Allahsızlar.
- Anlaşıldı, seninle konuşulmayacak. Ne halin varsa gör.
Cesur; kıza ardını dönmekle belki de o an için hayatının hatasını yaptı. Elinde sıkı sıkı tuttuğu makası kaldırıp önünü ardını düşünmeden sırtına saplayan kız da hayatının hatasını yaptığının farkında değildi. Cesur, aldığı darbe ile evvela dizlerinin üzerine çöktü, sonra da boylu boyunca çamura uzandı. Hava da sanki bu duruma hiddetlenmiş gibi gürleyip şiddetini daha da arttırdı. Cesur'un sırtından süzülen kan, yağmurla birlikte torağa süzülüyor ve bu lanetli topraklarda yeni intikam tohumları ekiyordu. Seha, elindeki makastan güç almak istercesine daha da sıktı ve önünde boylu boyunca uzanan adama baktı. Öfkesinin kurbanı olmuştu ve bunun farkındalığı ile yaşadığı korku, kalbini durdurmaya yetecek kadar ağırdı. Her korkağın yapacağı gibi can çekişen adamı arkasında bırakarak koşmaya başladı. Makas hala elindeydi. Yağan yağmur, demir parçasındaki kanı akıtıp temizlese de; Seha'nın eline bulaşan kan öyle kolay temizlenemeyecekti. İkindi ezanı okunurken evinin kapısına vardığında derin soluklar alarak kendisini sakinleştirmeye çalıştı. İçeri girip anasına yaptığı fenalığı anlatmak zorundaydı. Belki de evvela muhtarın evine gidip babasını araması gerekiyordu. Bu köyde bir dakika daha kalamayacaklarının farkındaydı. Eğer yaraladığı adam ölürse; Sungur'lar çoluk çocuk demez kimseyi sağ bırakmazdı. Yaptığı hatanın ağırlığı ile sicim gibi yağan yağmurun altında çöküp sırtını evin tahta kapısına dayadı. Evvela içi çıkana kadar ağlayacak, sonra da gücünü toplayıp annesine olanı biteni anlatacaktı.
Beri yandan; rasgele tutuşturulduğu daldan yuları boşalan at, üzerinde Cesur olmadan Sarıyaprak köyüne geri döndü. Evin kahyası atı uzaktan gördüğünde bir sıkıntı olduğunu anlamıştı. Hemen adamlara haber verip Cesur beyinin evden çıkarken gideceğini söylediği yere doğru yola koyuldu. Beyinin başına bir fenalık geldiğinin farkındaydı. Yağmur altında aldıkları yarım saatlik yolun sonunda Cesur Sungur'un adeta cansız gibi duran bedenini değirmen yanında buldular. Kahya'nın önceliği; beyini ilçedeki hastaneye yetiştirmekti. Sonrasında ise Celil ağasında durumu haber edecekti. Besni'nin en acımasız adamı olarak bilinen Celil Sungur, bu vaziyet karşısında ne yapması gerektiğini herkesten iyi bilirdi.
Hastane koridorlarını yanına kattığı adamlarıyla inleten Celil Sungur; oğlunun durumunun iyi olduğunu öğrendikten sonra kahyayı yanına çağırdı.
- Buldun mu?
- Beyim; o mu değil mi bilmem ama Grbüz'ün kızını dermene varırken görmüşler. Sonra da koştura koştura evine varmış. Ondan başka kimseyi gören olmamış. Ne edelim beyim? Buyruğun nedir?
- Kızı alın, haraya hapsedin. Cesur uyanana kadar orada kalacak. Eğer bunun altından Zahir'lerin parmağı çıkarsa; ahdım olsun kundaktaki bebelerine kadar dirir diri gömerim.
- Emrin olur beyim. Cesur ağam uyanmıştır, seni bekler.
Celil ağa kahyasının sözü üzerine derin bir soluk çekip ilk göz aydınlığının kaldığı oadaya girdi. Cesur yatakta oturur vaziyetteydi. Gözü açık, canı sağ görünce derin bir iç çekti ama yine de bunu yapanın yanına bırakmayacaktı.
- Eyi gördüm seni oğul, sızın var mıdır?
- Hamdolsun baba, bir şeyim yok benim.
- Sana bunu yapan Gürbüz'ün kızıdır değil?
- Nereden öğrendiniz, kendisi mi söyledi?
- Onlarda mertçe savaşacak yürek yoktur. Değirmen boyundan kaçarken görenler olmuş. Ama merakta kalmayasın, cezasını bulacak.
- Baba ne yapacaksın kıza, sana yakışır mı?
- Herkes ettiğini bulmalı evlat. Benim ne yapacağımı düşünme sen, iyileşmeye bak. Bana lazımsın.
- Baba eğer o kızın canına zarar verirsen, çeker giderim. Bir daha da beni geri döndüremezsin. Unutma bana bir söz verdin. Ağalığını hayır üzerinde kullanacaksın. Burayı neden terk ettiğimi unutma.
- Oğul, ne dediğini kulağın duyar mı? O kansız senin canına kastetmiş.
- Peki onların iki çuval zahrasını suya veren hangi kansızdı baba? Kızın içi çıkıyordu ağlamaktan.
- Kim yaptıysa eyi yapmış. Onlara aldıkları nefes bile fazla.
- Anlaşıldı baba. Ben sana inanıp buraya gelmekle büyük hata yapmışım. Dedem toprağın altında belki ama onu öldüren adam da farklı yerde değil. Suçsuz günahsız insanlardan neyin intikamını alıyorsun?
- Babasız geçen çocukluğumun öcü öyle kolay alınır mı oğul? Çektiğimi benden başka kimse bilemez. Hele ki anamın çilesi hala gözümün önünde sürerken bana kimse yeter demesin.
- Madem böyle düşünüyorsun; ben de geldiğim gibi İstanbul'a geri dönüyorum. Senin kör intikamına ortak olmamam burada kalıp, kusuruma bakma.
- Oğul!
- Ben diyeceğimi dedim baba. Ya bu davayı bitirir benim burada kalıp işleri yoluna koymamı sağlarsın ya da hem beni kaybedersin hem de variyetini. Karar senin. Benim yaşadığım topraklarda soyumun eli kanlı olarak anılmasını istemem. Ağaları toplayıp sulhu sağlayacaksın. Son sözüm budur.
Gök gürültüsüne eş zamanda yumruklanan hane kapısı hayırlı haber gelmediğinin kanıtıydı. Seha, annesinin kollarında sinmiş olankardeşlerine bakıp güçlükle gülümsedi. Eğer biraz daha yumruklanırsa kapı devrilecek ve Köseceli'nin tüm ayazı iki göz evine dolacaktı. Annesinin ve kardeşlerinin haykırmalarını kulak ardı edip kapıyı açtı. Karşısındaki adamın celladı olduğunu biliyordu ve başını ne olursa olsun dik tutan Seha, celladına gülümsedi...