bc

Sana Anne Diyebilir miyim?

book_age12+
1.0K
FOLLOW
3.6K
READ
family
HE
fated
friends to lovers
drama
comedy
sweet
humorous
first love
spiritual
like
intro-logo
Blurb

Tamamlanmış hikaye.

Deneyimli/Deneyimsiz Anne Aranıyor.

*30-39Yaşları arasında kadın

*Babamızın karısı olacak

*Çok çocuk seven

*Masal bilen

*İletişim becerisi yüksek

*Ev ekonomisi konusunda bilgili

*Düzenli, hızlı, enerjik

*Organizasyon yeteneğine sahip

*Diksiyonu düzgün

*Prezantabl

*Tercihen güzel yemek yapan ve sesi güzel olan anne aranmaktadır.

İlgilenenlerin resimli özgeçmişlerini aşağıdaki mail adresine göndermeleri rica olunur.

Tüm sosyal haklar mevcuttur (SGK+Yemek+İkramiye).

Not: Resimsiz özgeçmişler dikkate alınmayacaktır.

Toprak Ailesi

Ayrıntılı bilgi için: 0353 3300000 - Mert TOPRAK

E-mail: anneariyoruz@gmail.com

Bu bir aile komedisidir ama şu yeşilçam filmlerindeki aileler gibi sıcak ve içten olanlardan... Hani baba Münir Özkul, anne Adile Naşit'tir ya. Ha! İşte o aile komedilerinden. Güle güle okuyun...

chap-preview
Free preview
Bölüm|1
‘‘Evet, canım dinleyicilerim bugün 7 Ağustos Cuma ve saatlerimiz 21.00’ı gösteriyor. Hafta içinin o yorucu koşuşturması nihayet bitti. Hafta sonuna yavaştan demir attığımız şu güzel saatlerde sizlere Barış Manço’nun ‘Gibi Gibi’ parçasıyla merhaba demek istiyorum. Merhaba dostlar, merhaba…’’   ‘‘Ben yaralı kurt sen kınalı kuzu Biraz cilve aşkın biberi tuzu Sanki biraz naz ediyorsun ama Senin bana gönlün var gibi gibi Yüzüme karşı git diyorsun ama Sanki gözlerin kal der gibi gibi…’’   Şarkının melodisinin girmesiyle radyoyu kapattı Mert. Dirseklerini masaya dayayıp yumruk yaptığı ellerini de çenesinin altında birleştirdi. Yıllardır birlikte olduğu Leyla ile aralarındaki ilişkiyi resmiyete dökmelerinin vakti gelmişti. Karşısında duran Leyla’ya içtenlikle gülümsedi. Derin bir iç çekişin ardından sesi duyuldu.   ‘‘Biliyorum sen de benim gibi düşünüyorsun,’’ derken oldukça samimiydi. ‘‘Çok uzadı bu iş Leyla’m. Milletin ağzına sakız olduk yeterince. He de evlenelim artık.’’   Leyla’nın sessizliğini utandığına yorup devam etti. ‘‘Tamam, kız evi naz evidir ama sence de biraz fazla abartmıyor musun?’’   Naz yaptığına iyice emin olduğu Leyla’ya sol gamzesini belli edecek kadar gülümsedi. Kollarını masaya yaslayıp ellerini Leyla’ya doğru uzattı. ‘‘Evleneceksem seninle evlenirim Leyla’m. Madem rahat batacak tam batsın öyle değil mi?’’ gülümseyip düşündüklerini harfi harfine söyledi: ‘‘Hem senin dırdırın da yok. Yeme içmene değinmiyorum bile. Senden iyisini mi bulacağım kızım? Hadi be güzelim bir evet demene bakar, yarın kıyarız nikâhı.’’ Aklına gelen düşünceyle yerinde doğrulup sağ elinin işaret parmağını Leyla’ya doğru sallamaya başladı.  ‘‘Ama bak şimdiden anlaşalım. Öyle evlendikten sonra değişmek yok. Bugün neysen yarın da o olacaksın. Ha bir de kimi sulayacağıma karışmak yok. Eyvallah önce sen vardın ama paylaşımcı olacaksın. Bu su hepinize yeter,’’ gözleriyle masadaki sürahiyi işaret ederek bitirdi konuşmasını. Mert kararını vermişti, artık evlenecekti ama bir sorun vardı. Bu evliliğin kanunen tanınması imkânsızdı. Zira hiçbir resmi kurumdan bir kaktüsle evlenmek için izin alamazdı. Bu soruna da en kolay çözümü getirmişti tabii genç adam. ‘‘İmam nikâhı kıyarız olur biter. Allah’ın emri ile alırım seni. Mehir olarak da saksını yenileriz Leyla’m, olmaz mı?’’ masadaki kaktüse göz kırpıp gülümsedi. ‘‘Evleninceye kadar çiçek açarsın değil mi? Gelin buketiyle uğraşmayalım bir de... Yalnız, sakın kırmızı çiçek açayım deme! Fazla dikkat çekersin. Ben kıskanç adamım, sarı ya da beyaz olsun mümkünse çiçeğin, tamam mı Leyla’m?’’ Cuma yoğunluğu sebebiyle sahibi olduğu kafeden evine bu akşam geç dönmüş, çocuklarıyla biraz televizyon izledikten sonra da kendini evinin bahçesine atmıştı Mert. Sırdaşı bilip adını Leyla koyduğu kaktüsüne asılması ise ne yorgunluktan ne de aklıyla zoru olduğundandı; Mert’in derdi başkaydı. Tüm sıkıntısı ilk karısı Hülya ve öz ablası gibi benimsediği Kevser’in başının altından çıkmıştı. Eğer onlar vefat eden ikinci karısından sahip olduğu çocuklarının aklını bir anne hayaliyle süslemeselerdi Mert de şimdi kaktüsüyle evlilik planları yapıyor olmazdı. Gerçi halinden şikâyetçi olduğu da söylenemezdi. Bu kadar yıldan sonra Leyla ile aralarındaki ilişkiyi resmiyete dökmeleri en doğrusuydu Mert için de. O da isterdi çocuklarının boynu bükük, sol yanları öksüz kalmasın ama takdiri ilahiydi. Uçan balonları, sabunlu sudan yapılan hava kabarcıklarını ne çok severdi oysaki zamanında. Gel gör ki, adına anevrizma dedikleri o lanet baloncuk karısının ölümüne neden olduğundan beri nefret ediyordu bunlardan. Kimse ne olduğunu anlamadan geldiği gibi gitmişti Müjde. Gelişi nasıl bir şaşkınlık yaratmış, Mert’in yüreğinde çiçekler açtırmışsa gidişi de aynı şekilde şaşkınlıkla karşılanmış ve o çiçekleri soldurmaya yetmişti. Müjde ile yaşlanacaktı Mert. İlk karısı Hülya ile başına yıkılan hayallerini ikinci karısı ile yeniden inşa edecekti, olmadı, olamadı. Mert ömründe iki defa aynı yerden, kalbinden kırıldı. İşte şimdi onu yeniden kırmak istiyorlardı. Bu yüzden bir kaktüsle evlenirdi daha iyiydi. En azından kaktüsü onu asla terk etmez ya da ölmezdi. Dolayısıyla bir daha aynı yerden kırılmazdı Mert ama göz ardı ettiği bir gerçek vardı; o da hiçbir kaktüsün evlatlarına annelik yapamayacak olmasıydı. Kafasına dank eden düşünceyle irkildi. ‘‘İyi hoş da benim çocuklarımın sarılabilecekleri bir anneye ihtiyaçları var. Bakma bana öyle Leyla’m. Senin dikenlerin bir tek benim canımı yakmıyor. Ben de isterdim seninle bir ömür huzurlu olmayı ama bizimkiler beni mutsuz etmeye kararlı.’’ Derin bir iç çekişin ardından oturduğu yerde doğruldu. Sigaraya ihtiyacı vardı. Belki bir duble rakı, beyaz peynir ve kavun... Her şeyden öte Mert’in anlayışa ihtiyacı vardı, maalesef o da evde kalmamıştı. İçine düştüğü duruma üzülürken yalnız değildi genç adam. Uzun bir süredir onu pencereden izleyen kız kardeşi de Mert’in haline oldukça üzülüyordu. Nitekim onun da elinden bir şey gelmiyordu. En azından ağabeyinin sıkıntısını paylaşmak adına salonun bahçeye açılan cam kapısını aralayıp bahçeye çıktı genç kadın. Sırtı ona dönük oturan ağabeyinin yanına kadar gelip ‘‘Muhabbetiniz bol olsun. Ben de katılabilir miyim abi?’’ diye sordu. Bu evde herkes Leyla’yı bilir ve ona göre davranırdı. İlk başlarda Mert’in Leyla ile konuşmaları ev ahalisinde huzursuzluk yaratsa da duruma zamanla alışılmış ve hatta çocuklar kendi yaramazlıklarının suçlarını sıkıştıklarında Leyla’ya atmaya başlamışlardı. ‘‘Gel Nilüfer,’’ deyip kardeşine oturması için çaprazındaki sandalyeyi işaret etti. Sandalyeye oturup ‘‘E, ne diyor seninki?’’ diye sordu genç kadın. Mert az önceki evlilik teklifine bir yanıt alamasa da bunu Nilüfer’e söyleme gereği duymadı. ‘‘Ne diyecek Lülü? Hep aynı şeyler işte,’’ deyip elini geçiştirir gibi havada salladı. ‘‘Hep ne diyor ki?’’ Başını arkaya atıp gökyüzündeki yıldızları izlemeye başladı adam. Ciğerlerini temiz hava ile buluşturup ondan bir cevap bekleyen kardeşine ‘‘Bensiz yapamazmış onu söylüyordu sen gelmeden önce,’’ dedi ve ekledi: ‘‘Neymiş efendim çok yakışıklıymışım da hayatının aşkıymışım da bensiz buraların çölden farkı olmazmış da ben olmasam susuz kalırmış da bilmem ne. Yani anlayacağın Leyla, Leyla olmuş kardeşim.’’ ‘‘Bak sen Leyla’ya,’’ diyen kardeşine gülümseyip gözlerini kapattı. İç çekip eliyle alnını sıvazladı. ‘‘Çocuklar ne yapıyor? Hiç sesleri çıkmadı,’’ sorusunu gözleri kapalıyken sorduğundan Nilüfer’in şaşkınlıkla açılan gözlerini görememişti. ‘‘Abi bir tek evi yıkmadıkları kaldı ve sen sesleri çıkmıyor mu diyorsun? Senin kulakların işitmiyor mu artık? Yok, yaşlandın sen. Genç yaşında üzüntüden kocadın. Tabi daha ne olacaktı? Çöktüğ doğ gibo adaoom.’’ Mert, Nilüfer’in ağzını eliyle kapatmasaydı daha saydıracağına emindi. ‘‘Kızım bir sus. Bak yine motora bağladın. Ne olacak senin bu halin?’’ Nilüfer ağzını ağabeyinin elinden kurtarıp sordu. ‘‘Ne varmış benim halimde?’’ ‘‘Hem yazıp hem oynuyorsun. İki dakikada kocattın benim gibi adamı daha ne olsun?’’ Ağzının içinde homurdanıp ellerini göğsünün üstünde bağlayan kardeşine tebessümle baktı Mert ama çok geçmeden dudaklarındaki tebessümün yerini o bilindik düz çizgi almıştı. Bir saatten fazladır bahçede oturuyor olmasına rağmen bir kez bile evlatlarının seslerini duymamıştı. Ne olacak benim bu halim? diye geçirdi içinden. Büyük bir çıkmazdaydı. Ailesinin sorumluluğu yetmezmiş gibi bir de evlilik baskısı kurulmuştu üzerinde. İşin can alıcı kısmı ise bu baskının çoğunluğu kendi öz evlatları tarafından yapılıyordu. Nilüfer’den başka ona destek çıkan kimse de yoktu. Gerçi Nilüfer de yeğenlerinin ısrarları karşısında o eski kararlı tutumunu sergileyemiyordu artık. Mert iyice savunmasız kalmıştı. Ona destek olacak bir arkadaşa deli gibi ihtiyaç duyuyordu. Düşündükçe başının ağrıdığını fark edince ayaklandı ve kardeşine eliyle gel işareti yapıp ‘‘Hadi içeri geçelim artık,’’ dedi. Leyla’ya göz kırpıp salona açılan cam kapıya doğru yürümeye başladı. Bol gürültülü geçen saatlerden sonra Mert, kucağında uyuyakalan küçük kızına baktı. Uyurken bir melekten farksız olan kızı gözlerini açtığında şeytanın avukatı görevini üstleniyordu. Her ailede diğerlerinden farklı bir çocuk olurdu ya işte Mert’in küçük kızı Çiçek tam da bu kategorideydi. Kavgacı, gürültücü, şımarık, tuttuğunu koparan, deli, dehşet bir çocuktu. Beş çocuk babasıydı Mert. İlk karısı Hülya ile evliliğinden olan ikiz kızları Gülce ve Gurur 19 yaşlarına girmek üzereydiler. Müjde ile yaptığı ikinci evliliğinden olan Mehmet 12, ikiz kardeşler olan Can ve Çiçek ise 7 yaşlarındaydılar. Vaktinin çoğunu babasının kucağında geçirirdi Çiçek. Mert evde olduğu sürece adresleri üçlü koltuk, oturma düzenleri ise Mert’in kucağında Çiçek, sağ ve sol kollarının altındaysa Can ve Mehmet şeklindeydi. Bazen şanslılarsa Mert’in büyük kızları da o omuzlara başlarını yaslayabilirlerdi. Yarının getireceklerinden habersiz tüm çocuklarını yatırdı genç baba. Hepsine tek tek iyi geceler öpücüklerini verip saçlarını okşadı ve usulca kulaklarına onları sevdiğini fısıldadı. Odasına girip kapıyı ardından kapatınca kendini yatağının üstüne bıraktı. Ellerini başının altına koyup iç çekti. İçinde bitmek bilmeyen bir huzursuzluk vardı ne zamandır. Yüreğini sıkan o elden bahsetmeye gerek bile yoktu. Evlatları sayesinde ayaktaydı ve onlar olmasaydı yaşamaya değecek, umut edecek bir hayatı da olmayacaktı, emindi buna. Yatağının yanındaki komodine uzanıp çoraplarını koyduğu alttaki çekmeceden, sakladığı uyku ilacını ve antidepresan haplarını aldı. Bu ilaçlar olmadan ne uyku uyuyabiliyor ne de kafasındaki düşünceleri bertaraf edebiliyordu. Müjde öldükten kısa bir süre sonra kardeşinin zoruyla gitmişti psikiyatriste. Şimdi düşününce ‘‘İyi ki de gitmişim,’’ diyordu. Biraz olsun iyiyse, bunu çocuklarına ve bu ilaçlara borçluydu. ‘‘Gel bakalım pembelim seni içip rahatlayalım. Sarılı senin ne işe yaradığını bilmiyorum ama başarılarının devamını dilerim. İşte kaldık baş başa. Sözü uzatmayacağım, kar beyaz seni de içip güzel bir uyku çekelim, ne dersin? Hadi bakalım iyi yolcuklar size.’’ Her gece olduğu gibi bu gece de haplarıyla konuşarak içti onları. Zaten yıllardır insanlardan çok diğer varlıklarla konuşur olmuştu. Alışkanlıktan öte bir şeydi bu onun için. En doğal haliydi hayatının. Kaktüsü ile dertleşir, bazen de kavga ederdi onunla. Kahve fincanlarına laf atar, kum torbasına sinir olur, kol saatlerine atarlı davranırdı. Garip bir adam olma yolunda uygun adım ilerliyordu Mert. Başını yastığına koyup bir kez de karanlığa fısıldadı. ‘‘Sana da iyi geceler Müjde’m.’’

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
521.6K
bc

HÜKÜM

read
223.8K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook