Akşam Çağla’yla izlediğimiz mükemmel (!) aşk filmimizi Çağla’nın telefon melodisi böldü. Çağla’nın telefonla konuşurken bana bakıp “Hıhı” demesi her ne kadar garip gelse de o filmi izlemediğim için umurumda değildi şu an. Telefon konuşması sona erince gözlerini bana dikti Çağla.
“Yok yok hiç bakma küçük Emrah gibi, bir yere de ikiniz baş başa gidin arkadaş.” diyerek mızmızlandım. Tamam beni düşünmelerini seviyordum ama üçüncü tekil kişi olarak yanlarına gezmeyi pek de sevdiğim söylenemezdi açıkçası.
“Ama ikimiz pikniğe gidip ne yapacağız ki?” diyerek hâlâ acınası bakışlarıyla bana bakan Çağla’ya baktım.
“Piknik?”
“Evet. Havalar güzel, pikniğe gidelim dedi Efe.”
“Tamam ama ondan sonra her gittiğiniz yere götürmeyi kızım beni ya.” diyerek çıkışırken Çağla’nın mırıldanması gözümden kaçmasa da ne dediğini anlayamamıştım.
“Hadi yatalım, yarın erken kalkacağız ne de olsa.” diyerek ayaklanan Çağla’nın ardından ben de ayağa kalkarak odama geçtim. Sevinç dansı yapasım vardı şu an, zorla izlediğim romantik filmi izlemek zorunda kalmayacaktım ne de olsa. Tamam romantik filmler güzel olabilirdi ama birbirini o kadar seven bir çiftin saçma sapan şeyler yüzünden ayrılması çok saçmaydı bana göre. Benim için tek romantik film “Aşk Tesadüfleri Sever” filmiydi. Gerisi yalan arkadaş.
Pijamalarımı giyip yatağa yatarken, filmin sonundan olsa gerek yine ölüm gelmişti aklıma. Keşke benimki de o kadar anlamlı olabilseydi, ya da onun gibi birden.
Kafamdan düşünceleri atmaya çalıştım o an, düşünmek istemiyordum ölümü. Sadece Efe ve Çağla’yla geçecek günlerim huzurlu geçsin istiyordum o kadar.
Uykuya dalarken, ne kadar direnirsem direneyim ölümün nasıl bir şey olduğunu düşünmeden edemediğimi fark ettim.