Gecenin en izbe karanlığı, aydınlığın sonu. Ben hapsolmuştum. Sonu görülmeyen bir yalnızlığa ya uçsuz bucaksız bir geçmişe. Çarem yoktu, belki de çarem en büyük çaresizliğime dönüşmüştü. Bir bilgim yoktu belki ama ben bu müebbet hapisten çok yorulmuştum.
Dilim lal, gözlerim kör, kulaklarım sağır hale geldi bu hayatta. Bıkmıştım artık. Hayattan, insanlardan, onların iki yüzlü olmasından ve daha nicesinden. Sabah aklıma düşen görüntülerle içime doluşan acıyı serbest bıraktım. Dayanamıyordu işte kalbim, ağır geliyordu ne yaparsam yapayım yetersiz kalıyordu. Dinlemiyordu ki benim sözü mü, dinlese unut derdim. Kalbi sana ait olmayan adamı unut derdim.
Elimi kalbimin üstüne götürüp sıktım. Elimin altında büzüşen ıslak kıyafetlerime aldanmadım. Şuan altında bulunduğum buz gibi su bile içimde ki yangına çare olmuyordu işte.
Avazım çıktığı kadar bağırdım. "Yeter." dedim kendi kendime. "Yeter artık söz dinle, atma artık dur." diyip elimin altında ki kalbime vurdum. "Sus artık. Bak sana ait değil, onun için atmayı bırak artık."
Gözümden akan yaşlara izin verdim. Bu sondu diye kendi kendime söz verdim. Bu son, bir daha asla onun için ağlamayacaktım.
Belki de asla tutmayacağım sözü bir kez daha kendime verdim. Herkese katı olan kalbim bir onda bu kadar güçsüzleşiyordu. Ben yenilmeye alışık değildim. Ama konu aşk olunca her zaman yenilmeye mahkum oluyordum. Soğuk suyun içinden çıkarken arkamda bıraktığım arbedeye baktım. Sabah aklıma gelen görüntülerle gözümden bir damla daha yaşın akmasına izin verdim.
8 SAAT ÖNCE
İstifa etmemin üstünden bir hafta geçmişti. O süre zarfında sürekli araştırma yapmış Kartal Karadağ'lı hakkında bilgi edinmiştim. Bilgilerim hala sınırlıydı ama az da olsa işime yarayacak bir kaç şey bulabilmiştim. Sabah gelen mesaj sesiyle gözlerimi açmıştım. O an için iyi ama sonradan kötü bir haber olacağını tahmin etmemiştim.
Bulut'un, "Günaydın güzellik. Bir haftadır kendini eve kapattığın yeter. Sancak kafede seni bekliyorum. Seninle önemli bir konu hakkında konuşacağım. Saat 8'de burada ol." mesajı beni ister istemez gülümsetmişti. İşte o an belki dedim. Belki de seni seviyor düşüncesi yılan zehri gibi yayıldı kalbime. Aklım inkar etti, yok öyle bir şey. Bak üzüleceksin dedi.
Kalbim belki vardır diyip yine bana umut verdi. Kaybedeceğimi bile bile o gün hazırlanmak istedim.
Kolay kolay elbise ya da etek giymezdim ama bugün yapacağım değişikliği zihnim bile kabul etmemişti.
"Ona güzel görünmeyi bırak. Yine üzüleceksin."
Sustum, aynanın karşısında ki kişinin ben olmadığıma yeminler edebilirdim. Siyah saçlarımı belki de aylar sonra ilk defa açık bırakmıştım. Üstüme giyindiğim beyaz krop, altına dizimin bir karış üstünde biten siyah pileli eteğim, deri montum ve en son ne zaman yaptığımı unuttuğum makyajım. Yutkundum, beni beğenir mi bilmiyorum.
"Üzüleceksin. Bu kadar mutluluk sana fazla, yine üzüleceksin."
Askıda duran anahtarı alıp arabama bindim. İçimde en son ne zaman böyle heyecanlı olduğumu sorguladım. Cevabını kendim bile veremedim. Bulut'un olduğu yere doğru arabayı sürerken, saatin çoktan 8'i geçtiğini fark ettim. Of diyip sıktım ellerimi, asla geç kalmayan bana ne olmuştu bugün. Sinirlerim iyice bozulmuştu. Trafik bir türlü beni rahat bırakmamış, kafeye 08.45 geçe ancak gelebilmiştim. Heyecanla arabadan inip kafeye doğru ilerledim.
"Belki de çoktan gitmiştir."
İşte o an gitmiş olmasını diledim. Önüme olan görüntüyü zihnim kabul etmedi. Kafenin kapısının önünde ne yapacağımı şaşırmış şekilde durmuştum. Bir dizi yerde olan Bulut çömelmiş şekilde elinde ki kırmızı küçük kadife kutuyla önünde duran sarışın kıza bakıyordu. Kızdan yükselen "Evet." ile ne yapacağımı şaşırmıştım. Bulut önce kızın parmağına yüzüğü taktı, ardında kızın başını elleri arasına alıp duraklarını kızın dudaklarına yapıştırdı. Kaç saniye ya da kaç dakika orada durdum bilmiyorum ama gözümden akan bir damla yaş ancak beni kendime getirmişti. Oradan kimse beni görmeden hızla uzaklaştım.
Tüm günü nerede nasıl geçirmiştim hiç bir fikrim yoktu ama soluğu evde almıştım. Kendimi saatlerdir soğuk suyun altında bırakmıştım. Başka türlü asla kendime gelemeyeceğimi biliyordum. Vücudum buruş buruş olmuştu. Üstümde ki ıslak kıyafetler kendini yerde bulurken çıplak halde odama yönelmiştim. Dolapta duran siyah ilk çamaşırlara elim giderken vazgeçip kırmızı olana gitti.
Tam giyindim derken kapı çaldığı için sadece ilk çamaşırları giyinebilmiştim. Defalarca çalan zile içerden geldim patlama diye bağırdım. Yatağın üstünde duran bornozu alıp hızla üstüme geçirip kapıya koştum. Gene Fatma teyze geldi kesin. Sabahtan beri sesini duymayınca rahatlamıştım ama rahatlığım bu kadardı işte. Kapıyı açıp "Patladın di mi Fatma teyze."diyip isyan ettim gözlerimi kapatarak.
"Bir Fatma teyze olmadığımız kalmıştı anasını satayım."
Duyduğum sesle hızla gözlerimi açtım.
"B-Bulut?"diye konuştum kekeleyerek. Dilime acı biber sürmek istedim, kekelemekte nereden çıktı şimdi. "Neden geldin?"diye sordum kendimi toparlamış gibi. Neden gelip içimde ki yangına biraz daha ateş attın. Seni unutmaya çalışan kalbime neden biraz daha isyan bayraklarını çektirdin. Bırak sussun, bırak atmayı bıraksın.
"Neden gelmedin?" diye sordu. İnci dişleri hep gülerken çıkarken bu sefer sinirden kendini belli ediyordu. Sarı saçlarının tutamları kendini fırar edip öne atmıştı. Üstüne giydiği siyah balıkçı yaka badisi ile mavi gözlerini kendini inci taneleri gibi öne çıkarmıştı.
"Anlamadım?"diye sordum, zira gerçekten anlamamıştım. Duvara yaslanmış elinde bir şarap şişeyle Bulut vardı, anlamamam çok doğaldı.
Başını önce yüzümde dolaşırdı, ardından tüm vücudumda hüküm sürdü.
"Gelen gidene böyle kapı açıyorsan demedi deme ben çok katil olurum."
"Ha."diye bir tepkide bulundum. Algım kapalıydı ne oluyordu ben bile çözebilmiş değildim. Bulut'un o kızın yanında olması gerekmiyor muydu? Gözleriyle vücudumu gösterdi. Ne vardı ya. Kafamı eğip üstüme baktım. Koca bir siktir. Bulut geldiği için kapıyı nasıl açtığımı tamemen unutmuştum.
"Sen geç ben hemen geliyorum." diyip, koşarak odanın yolunu tutmuştum. Daha ne kadar utanabilirdim bilmiyorum. Rezil birisin kızım rezil. Üstüme hızla bir şort ve şortu kapatan tişört giymiştim. Utana sıkıla salona geçerken, Bulut ayaklarını sehpaya uzatmıştı. Beni görünce sırıttı, nefret ettiğimi bile bile ayaklarını uzatmıştı. Hırsla gidip sehpanın üstünde ki ayağına tekme attım.
"Siktir git. Kıracağım şimdi ayaklarını."diye konuştum sinirle.
"Ne var kızım ya öldün mü?"diye kızdı. Bunu daha çok beni sinir etmek için yağtığını biliyordum.
"Evet öldüm oraları temizleyene kadar anam ağlıyor benim. Düzgün otur yoksa siktir git evden." dedim. Sinirim mi üzüntüm mü daha ağır basıyordu bilmiyorum şuan.
Sinirle yüzüne baktım ama o beni umursamadan elinde ki şarap şişesiyle oynamaya devam etti. Bazen beni sinir ediyordu, ne kadar uyuz olduğunu en az o da benim kadar biliyordu. Karşısına geçip en sevdiğim mavi tekli kadife koltuğuma oturdum.
"Eeee." dedim uzatarak, bana bir cevap vermesini bekliyordum. "Ne eee Gece?" diye sordu bilmemezlik ayağına yatarak.
"Neden buradasın Bulut?"
"Benim de bunu sana sormam gerek Gece." dedi uzatarak, "Neden gelmedin? Seni bekledim ama hanımefendi evinden çıkma zahmetine girmedi onu da geçtim ya bir haber bile vermedin. En azından bugün yanımda olmanı isterdim."
"Ne için geleyim ha!" diye bağırdım, "Ne için geleyim, senin o kıza nasıl evlenme teklifi ettiğini görmek için mi?" Sinirle ayağa kalktım, ne yapacağımı şaşırmış gibi bir o tarafa bir bu tarafa yürüyordum. Aklım almıyordu kalkmış bir de bana hesap soruyordu beyefendi. "Sen geldin mi?" diye sordu, bu sorusu daha çok kendine gibiydi.
"Evet." diye bağırdım. İçimden nasıl bir canavar çıkmıştı ben bile çözemiyordum. Bağırmaya bile hakkım yokken hesap sormaya çalışıyordum.
"Ben o belasını vermiş olan yere geldim. Yüzümde kocaman bir gülümseme, elimde bir avuç umutla gelmiştim. Geç kaldım ama geldim ama geldiğim zaman ne göreyim. Beyefendi diz çökmüş yere, evlenme teklifi ediyordu." Sinirlerim bozulmuştu. "Ama neden?"diye sordu tereddüt ederek, benden duyacağı şeylere hazır değildi ya da duymak istemiyordu.
"Neden yanıma gelmedin?" diye sordu. Sesi içine kaçmıştı sanki. Duymak istemeyeceği şeyleri dillendirmemden korkuyordu.
"Ben gelemezdim. " dedim sessizce. Az önce bağıran halimden eser yoktu. "İstesem de gelemem, göremezdim. Buna dayanamazdım. " sesim biraz daha yükseliyordu.
"Neden ama Gece. " diye bağırdı. "Neden gelemezdin, neden göremezdin Gece, neden dayanamazdın? "
"Seni seviyorum, Allah'ın belası."diye bağırdım, "Kendimi bildim bileli de sevdim. Beni gör diye yapmadığım bok kalmadı." Gözlerimden yaşlar akarken bir an önce bu anın bitmesi için dua ettim. Bitsin gitsin bu acı dinsin istedim.
Gitmedi.
Bitmedi.
"Ben bi-bilmiyordum yani fark etmedim." diye konuştu kekeledi. O asla kekelemezdi cümleler heps istedi ölçüde Beydah olurdu dilinde.
"Biliyorum beni fark etmediğini." diye konuştum. Gözlerimden yaşlar akarken önüm bulanıklaşmaya başladı. "Herkesi fark ettiğini ama sadece beni fark etmediğini biliyorum. Ben her zaman senin için bir dost en önemlisi de müdürünün kızı oldum."
Ayağa kalkıp tereddüt ederek yanıma geldi dokunmaya, üzmeye korkar gibi baktı. Dayanamamış gibi sarıldı. Kulağıma, "Özür dilerim."diye fısıldadı. Gözlerimi kapattım, akan bir damla yaşı serbest bıraktım. Ona karşılık, "Git."diye fısıldadım. Dayanacak gücüm kalmamıştı.
" Gidemem."diye fısıldadı kulağıma. "Seni bu halde asla bırakamam. "
Ellerim göğüslerine giderken onu ittim. "İstemiyorum seni. " diye bağırdım. "Git Bulut, daha önce nasıl gittiysen şimdide git. Sen hep başkalarına gittin bu sefer de git. "
"Ama." diye dudaklarından sözcükler dökülürken, "Aması yok. İstemiyorum seni bitti. Sen o kadının önüne diz çöküp yüzüğü parmağına taktığın an bittin benim için. "
"Yapma böyle Gece. "diye yaklaşmaya çalıştı bana. Bir adım geriye gittim bana dokunmasını istemiyordum.
Yüzümde ki kararlılığı görünce beni bıraktı, yavaş adımlarla uzaklaştı ve en son kapı sesi geldi. Kapalı olan gözlerimi kapatmak ister gibi daha fazla yumdum. "Bitti."diye fısıldadım. "Bitti."
Gözlerimi açıp hırsla sehpanın üstünde duran, Bulut'un iki saattir oynadığı şarap şişesine baktım. Sinirle elime alıp bağırıp, duvara fırlattım. Koltuğun kenarına dizlerimi kendime çekerek oturdum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama önümde duran kırık cam parçalarına baktım.
Her şeyi bir kenara bırakmıştım artık... Bedenim, ruhum, benliğim harabeye dönmüştü. Kırık, kimsenin dönüp de bakmaya tenezzül bile etmediği kırık bir harabe... Artık sadece bundan ibarettim. Derin bir nefes alıp yerimden kalktım. Odaya adım atmak isterken, salonda yankılanan telefon sesiyle durmak zorunda kaldım. Adımlarım ruhsuzdu beynim komut veriyor bedenim de sadece onu yapıyordu. Elime aldığım telefonla kimin olduğunu bilmediğim numarayı yanıtladım.
"Efendim." dedim ruhsuz bir şekilde.
"Merhaba Gece Hanımla mı görüşüyorum?"
"Evet."diye bildim sadece, uzun cevaplara takatim kalmamıştı.
"Gece Hanım sizi bu saatte rahatsız ediyorum ama bir iş başvurusunda bulunmuşsunuz. "
"Evet, ama hala bu saatte aramınızda ki amacı anlamadım." diye konuştum sinirle. Saat gecenin on biriydi ve bunun farkında olarak araması en azından iyi bir şeydi.
"Ah evet, üzgünüm."diye konuştu mahçup bir sesle, "Ben sizi işe kabul edildiğinizi söylemek için aradım. Yanlış bir zaman biliyorum ama size gündüz haber vermeyi unutmuşlar. O yüzden bu saatte aradım."
Geçen hafta yaptığım nerdeyse tamemen aklımdan çıkan başvuru. Sahi ben hangi bölümden başvuru yapmıştım ki.
"Gece Hanım orada mısınız?"
"Evet, evet buradayım." dedim sesimin çıkmasını umarak. "Ne zaman gelmem gerekli?"diye sordum.
"Mümkünse yarın, bilgisayar programı bölümünde bir sorun olmuş bir an önce halledilmesi gerekiyor. O yüzden yarın sabah saat 8'de şirkette olun lütfen."
Ah evet şu bilgisayar davası ve Kartal Karadağ'lı hikayesi. Bir an önce senin ne işler çevirdiğini bulmam gerekiyordu.
"Tamam görüşürüz."diyip telefonu kadının yüzüne kapattım. Adımlarım odayı bulurken son kez ardıma bakıp arkada da bıraktığım harabeye baktım.
Bu gün çok şey kaybetmiştim. Bunlardan biri de aydınlıkta olan ruhumdu. Bir şey kazanmıştım yerine. Ben bu gece ruhumu şeytana satıp bir savaş başlatmıştım.
❄️❄️❄️❄️❄️