Cehennem.

980 Words
Keyifli Okumalar... Dakikalardır ekrana bakan Nazlı gülümsediğinin farkına çok sonradan varmıştı. Tek bir mesaj ve dört kelime içinde çoktan unuttuğu ateşi harlamıştı. Uzun zaman sonra ilk kez birinin kelimeleriyle kendini çıplak ama korunmuş hissetmişti. Az önce aldığı mesaj bir işaret gibiydi; Nazlı’nın kendi içinde unuttuğu kadınla yeniden göz göze gelmesini sağlayan bir çağrı… Gururlu, cesur, dokunulmamış yanlarını bir kibrit gibi çakmıştı. Ve şimdi o alevde yanmak istiyordu, korkmadan, saklanmadan. Derin bir nefes aldı. Telefon hala avuçlarının arasındaydı ve aniden titreyince irkildi. Bakışları ekrana kaydı. Telefon ekranında beliren yeni bildirimi kayıtsızca yukarı itti. Kerem’in adı yazıyordu. O an kalbinin bir atış ritmi bile değişmedi. Ekranı açtığında, yazdığı uzun mesaj kelime kelime dökülmeye başladı gözlerinin önüne, adeta genç kadının zihnine zorla sokulmak isteyen bir istila gibiydi. “Sana dokunmak, nefesini boynumda hissetmek istiyorum… Az önce gönderdiğin poz aklımı başımdan aldı. Dudaklarının tadını unuttuğumu sanma sakın. Şimdi burada olsaydın, seni önce yavaşça öperdim, sonra…” Nazlı mesajı sonuna kadar okudu. Üzerinden bir sıcaklık dalgası geçmedi, kalbinde kıvılcımlanacak bir yer bulamadı. Her cümle, daha önce duyduğu, daha önce okuduğu, daha önce geçip giden bir yaz gibi sıradandı. Kelimeler çoktu ama ruhsuzdu. Arzudan söz ediyordu, evet. Ama arzunun en yavan, en tüketilmiş haliyle. Oysa Kıvanç… Sadece dört kelime yazmıştı: “Ölmek için çok gencim.” Ve bu dört kelime, Nazlı'nın ruhunu yerinden oynatmıştı. Derinlere, kimsenin dokunmadığı yerlere dokunmuştu. Cümle değil, bir oyundu o mesaj. Bir itiraf, bir uyarı, belki bir teklif. Altında yüzlerce anlam saklıydı. Güç, gizem, tehlike ve karşı konulmaz bir merak. Sanki o kelimelerle Nazlı’ya bir el uzatılmış, bir dans başlatılmıştı. Kerem arzuyu gösteriyordu, Kıvanç onu çağırıyordu. Nazlı, balkonun loş ışığında telefon ekranına bakarken, kalbinin nasıl hızlandığını hissetti. Parmakları Kerem’in mesajında durmadı, ekranı kaydırdı, Kıvanç’ın cümlesine döndü. O dört kelimeye yeniden baktı. Gülümsedi. Yazmaya başladı. "Bence yeterince yaşlısın Kıvanç Abi." Gönderdikten sonra omuz silkti. Kıvanç Karadağlı bildiği kadarıyla otuz beş yaşındaydı ve yeterince gençti. Bunu kendine hatırlatmak ister gibi babası ile ortak kurdukları E-ihracat eğitim ve işletme şirketi Veritas Global’in i********: hesabını buldu. Şirket hesabının özenli tasarımı, gri ve altın tonlarında profesyonel bir sadelik taşıyordu. Her gönderi, özenle seçilmiş kelimelerle yazılmış, her görsel bir güç imajıydı. Bir video dikkatini çekti. Kıvanç eğitim veriyordu. Arka planda beyaz tahta, masada bir dizüstü bilgisayar ve ucunda neredeyse dokunulmamış bir kahve vardı. Üzerinde kolları dirseklerine kadar sıvanmış, düğmeleri biraz gevşek beyaz bir gömlek vardı. Ama bu kez başka bir detay daha gözünden kaçmadı: Kıvanç gözlük takıyordu. İnce çerçeveli, duru bir sadeliği olan koyu füme tonlarında gözlük… O gözlükler onun sert hatlarına akademik bir yumuşaklık katmıştı. Bakışları hâlâ aynıydı, gri dumanlı gözlerinde bir parıltı, sanki hep bir adım önde olmanın huzurlu soğukkanlılığıyla bakıyordu. Konuşurken başını hafif yana eğmişti. Kıvanç’ın sesi videoda yankılanırken Nazlı istemsizce kulaklığını taktı. Düşük tonlu ama net bir ses... Ne çok yumuşak, ne de sert. Hafif bir pürüz taşıyordu, sanki sabah ilk kez konuşuyormuş gibi. Konuşurken duraksamıyor, kelimeleri seçerek ama kararlılıkla söylüyordu: “Eğer paranız yoksa -ki çoğunlukla ilk başta olmaz- önce ürün satmayı, sonra tedarik etmeyi öğrenmeniz gerekir. Bu, sadece girişimcilik değil; stratejik zeka meselesidir. İnsanlar paraya değil, güvene yatırım yapar. Siz o güveni yaratmadıkça, hiçbir şeyin anlamı yok.” O an kameraya baktı. Bakışı bir saniyeliğine dondu, sanki ekrandan izleyen birini fark etmiş gibi. Nazlı, olduğu yerde kıpırdandı. Bir şey söylemişti adam ama onun aklında kalan, cümle değil bakıştı. Parmağı tekrar video ekranına dokundu, geri sardı. Videoyu ikinci kez izlerken arada bildirimleri kontrol ediyordu. Kıvanç hala cevap vermemişti. Belki de hiç cevap vermeyecekti. O adam bir bilinmezdi. Karanlığın ta kendisiydi. Genç kadın ondan uzak durması gerektiğini biliyordu ama durmuyordu. O sırada, Türkiye`de İstanbul’un kıyısında, Boğaz’a bakan yüksek katlı bir binanın son katında, Kıvanç Karadağlı lambaları kısmış, yalnızca masa lambasının loş ışığında oturuyordu. Gözlükleri gözünde, beyaz gömleğinin kolları dirseklerine kadar sıyrılmıştı. Masasının üstünde üç ekran açıktı, hepsinde farklı ülkelerin borsaları, kripto cüzdan hareketleri ve karanlık ağ arayüzleri akıyordu. Kıvanç, sandalyesine yaslandı. Gözlüğünün camında ekran ışıkları parlıyordu. Sol eliyle kahvesinden bir yudum aldı, sağ eli klavyede gezinirken yüzüne neredeyse belli belirsiz bir gülümseme yerleşti. “Singapur cüzdanı temiz. Panama’ya aktarıyorum,” dedi kendi kendine. Ses tonu her zamanki gibi sakindi. Ne çok sert, ne yumuşak... Güven veren, ama tartışılmaz bir kontrol hissi taşıyan bir tondaydı. Parmakları klavyede dans ederken, ikinci ekranda Rusya üzerinden gelen 1.2 milyon dolarlık transferin kara listeden sıyrılıp yasal zincire entegre olduğu anı izledi. Saniyeler içinde varlık, Avrupa’daki dijital sanat müzayedesinden alınmış gibi gösterilmişti. Ve sonra... yok olmuştu. Bu sistemin adı kendi yazdığı “Phantom Chain”di. Gölge zincir. Yüzde yüz izsizdi. Onu yalnızca bir kişi kullanabiliyordu. O da kendisiydi. O an bir bildirim düştü ekranın sağ üst köşesine. Yeni bir müşteri. Karanlık ağdan bir kullanıcı: “Parola: Bakış” Karanlık ekran yeniden yeşil satırlarla dolarken, Kıvanç Karadağlı bu gece bir ülkenin ekonomisini dolaşan parayı bir saniyede buhar etmiş, üstüne dünya genelinde on ikinci yazılım satışını gerçekleştirmişti. Ekrana bakarken telefonuna düşen bildirim dikkatini çekti. Yavaşça cihaza uzandı ve eline aldı. Ekranına dokununca Nazlı`dan gelen mesajı fark etti. Tıklayarak okuduğunda dudaklarını bir birine bastırdı. "Sakın Nazlı!" diye mırıldandı. "Sakın dikkatimi çekmeye çalışma." dese de ona çoktan cevap yazmaya başlamıştı. "Cehennem uzaktan ışıltılı görünür küçük kız." Mesajı gönderdikten sonra sandalyesinde bir süre kıpırdamadan oturdu. Parlak ekranın yansıması gözlük camlarında parıldarken zihninde sadece Nazlı yoktu. Onun ilgisi, belki de safça bir merak, Kıvanç’ın yaşamı boyunca kaçtığı şeyleri yeniden çağırmıştı: Yakınlık. Güven. Ve en tehlikelisi: Gerçek olmak. Şu an hayatında bir kadına yer yoktu. **** Nazlı, Kıvanç`ın cevabını okuduğunda, bir an donakaldı. Cümle, şiir gibi süzülen bir tehditti. Hem uyarı, hem davet. Hem mesafe, hem cazibe. İçinde bir yer, korkmak gerektiğini söylüyordu ama başka bir yanı, bu tehlikeye gözlerini kırpmadan yürümek istiyordu. Gözlerini kapatarak zihnini susturdu. Adam ona açıkça ateşle oynadığını söylüyordu. Yanması işten bile değildi. "O adamı unut ve git zıbar kızım." diye payladı kendini. Oturduğu koltuktan kalkarak odaya girdi ve yatağına girdi. Gözlerini kapatırken zihninde Kıvanç`ın son mesajı vardı. Kısa bölüm yazdım ve atayım dedim. Yorumlarınızı ve post paylaşımlarınızı bekliyorum. Diğer bölüm görüşürüz.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD