“Öyle mi? Sizin için böyle olduğumu bilmiyordum sevgili öğretmenim.”

1759 Words
"Oha! Gerçekten Tülay'a bakıyor. Oha, oha." diye haykıran Ceylan, bir an sonra benim durduğum pencere kenarına yanaştı ve omuzlarıma abanıp öne eğilmeye çalıştı. "S*ktir! Kız çocuğu resmen sarsmış. Çocuk nasıl bakıyor? Bu Tülay ne yere bakan yürek yakanmış da haberimiz yok. Aboo..." Abo mu? Resmen sarsmış mı? Kaşlarım bu konuda hak iddia etmek istediler ve serseri bir tavırla aşağı doğru düştüler. Biraz büküldüler, bir nevi çatık kaşlı Esin'e sebep oldular. Tülay'a nasıl bakıyorsun Fatih? O ara bizim sınıfın dışından duyulan bir ses, "Ceylan!" dedi büyük bir gürültüyle. Kaba bir tabir olmasaydı anırdığını söyleyebilirdim ama kaba olacağı için bir şey söylemesem de olur. "Ceylan gördün mü? Olanları gördün mü?" Gördük. Hepimiz gördük. Ceylan görmese de olur. Sesin sahibi artık bizim sınıfa girmiş olmalıydı. Bangır bangır duyulan sesinden sonra, araya koyduğu fon melodisi ise işin cabasıydı. Bu denli kendinden geçmesine sebep olan yalnızca Tülay ve Fatih'in yanlışlıkla çarpışması, yanlışlıkla göz göze gelmesi ama bilerek bakışmayı sürdürmeleri miydi? "Bana öyle bakma... Dırım dırım dırım... Anlayacaklar." Sesi kötü değildi ama söylemeseydi daha iyiydi. Zaten dibime dek girmiş bir Ceylan vardı, daha fazla etkiyen gürültüye ne hacet? Ah Fatih, ah. "Gördüm Beyza," diye bağırarak karşılık veriyor Ceylan. "Görmez olur muyum?" Muhtemelen kendi kollarının benim omuzlarıma abandığı ve bana felaket yakın olduğunu unutuyor çünkü haykırışı adeta kulaklarımda patlayıveriyor. "Buralar alev aldı alev. Hey hey! Üsküdar'ı alan yolu geçenzi beybi." Geçenzi mi? Ceylan'a doğru dönmek istemedim. Karşımdaki görüntüye veya aşağıdaki Tülay detayına da bakmak istemedim. Ben, o an evrendeki hiçbir detayla yüzleşmeye hazır hissetmiyordum. Bir an için öfkeyle sarmalanmış olsam, hemen Ceylan'ın kollarını iterdim ama ben, öfkeye kapılmamamı kendine dikte etmiş birisi değil miydim? "Hakketen be. O neydi öyle?" dedi az önce, tabiri caizse anıran arkadaşımız. Yani Beyza. "Ben demiştim, Tülay ilk aşkını kesin kes buldu. Bundan sonrası aganigi naganigi. Hu huuu." Aganın igisi mi? Omuzlarımı sertçe silkeliyorum. Bu şekilde Ceylan'ın yakınından uzaklaşabilir ve yanımıza varmak için adım atan Beyza isimli arkadaşın varlığından uzağa gidebilirim. Kaldı ki, ben karşımda oluşan görüntüyü hazmedememişim. Bu normal olabilir Esin. Normal. Sen nasıl onu sevdiysen o da birini sevebilir. Hepsi bu. Aynen, bu normal bir şeydi. Nasıl ki, kendimizin bir başkasını iznimiz dışında sevmemiz mümkün ise, aynı şey karşı taraf için de geçerliydi. Bu noktada karşı tarafa yüklenme hakkımız bulunmamakta. Yalnızca kendi içimizde harlanmış olan sevdanın ateşine bakmalıydık. Yoksa kim bize dedi ki, gidip de onu sev diye? Hepsi bu mu? Bu mu gerçekten? Kendimi kötü hissediyordum. Arkadaşlarımdan uzaklaşmak istediğim de doğru. En çok ise Ceylan'dan uzaklaşmak istedim çünkü o, dedikoduyu seven birisiydi. Muhakkak bunu da değerlendirecek ve Fatih hakkında birçok yorumda bulunacaktı. Bunu istemiyorum ki. Birkaç adımla Ceylan'dan uzaklaşıyorum. Farkında bile olmuyor çünkü tam o anda omuzlarımdan düşecek olan ellerini havalandırmış ve kendisine yanaşan iri kıyım bir kıza - tahminen Beyza'ydı - çılgınca el sallamıştı. Ki, tahminim doğru çıktı. "Beyza." dedi Ceylan, koca bir gülüşle Beyza'nın kollarını tuttu ve onun koca bedenini kendi yanına, neredeyse benim yakınıma çekiştirdi. Buna daha fazla tahammül edemem. Onların dalgınlığından faydalanarak oradan uzaklaşıyorum. O ara Gökçen'i görüyorum, kendi masasında oturmuş ve uyukluyor. Olan bitenden habersiz görünüyor. Ne de güzel. İyi olanı yapabilmiş. Acaba kaçıncı hayalinin rüyasını görüyor, diye düşünüyorum ve sıralar arasından geçip gitmeyi, belki lavaboya uğramayı, en iyi ihtimalle yüzüme su çarpmayı düşünüyorum. Derken tasarım dersi hocası ile yüz yüze gelmeyelim mi? Hem de teneffüs bitmemişken. Yani onun bura- Zil çalıyor. Öğrencilerin zili. Neredeyse hocanın yüzüne doğru oflayacağım. Hani öğretmen zili çalmamışken ne demeye erkenden sınıfa gelirdi? Gerçi şimdi yanından sıyrılsam, sonuçta hala öğretmenler zili çalmamış sayılırdı. Bir güzel lavaboya gider, içimde büyüyen hırsın bir kısmını su ile kendi yüzümden çıkartabilirdim. En azından şu sınıf ortamından uzaklaşmış olurdum. Çünkü zihnim bana sürekli olarak az önceyi hatırlatıyor; Fatih'in Tülay'a bakmasından ziyade Tülay'ı fark edebilmesine şaşırmama neden oluyordu. Kaldı ki, bunun yegâne nedeni dündü. Dün ki çarpışmaydı. Hani şu, bir adım gerimde gerçekleşen, sadece bir adımla kaçırdığım çarpışma. Evet, ensemi sıyıran o esintiyi hissettim. Bundan emindim. O, Fatih'ti. Hızla koşmuş, aceleyle kapı girişine gelmiş ve hemen arkamdaki kıza, yani Tülay'a çarpmıştı. Eğer bir adım geride dursaydım... Bu düşünceler eşliğinde karşıdan gelen bedenle göz göze geldik ve "Esin," dedi tasarım öğretmenimiz. "Nereye?" Herhangi bir yere. Koridorda bir hengâme vardı. Derse giriş vakti geldiğinden olmalı, sınıf kapılarında süregelen bir yoğunluk söz konusu. İleride ise matematik dersinin hocası olan Vehmi hocayı görüyorum. Sınıf kapılarındaki kalabalığa sesleniyor, sesinin yettiği yere dek bağırıyor. "Sınıflara gençler, haydi." Vehmi hocanın öfkesinden korktuğumu sizlere itiraf edebilirim ama bunun yanı sıra, önümde durup, beni izleyen tasarım hocasına karşı farklı bir hissiyat beslemediğimi de söylemem gerekir. Açıkçası onlar, bazen beni korkutuyorlar. Nedense onlarlayken geriliyorum. Tamam, kendini ifade edişi güzel bir insandım ama sanki bazı anlarda, özellikle sınandığımı hissettiğimde - onların, bana bilgisizmişim gibi hissettirdikleri anları da unutmayalım - tüylerim diken diken olurdu. Böyle bir zamanda hocalara denk gelmek istemezdim ama içten içe hissettiğim afallamışlığı sessiz bir yerde sömürmeliydim. Bana kalsa hocayı kenara çeker, hocam görmüyor musunuz içimi, nasıl da sersemlemişim, derdim ve bir ihtimal o zaman kenara çekilirdi. Fakat özel hayatımı okul hayatına yaymanın doğru bir şey olmadığını bilecek yaştayım. Haliyle, "Lavaboya hocam." diyorum aceleyle. Böyle yapıyorum ki, acelem var sansın. "Aa, ben de sınıfa erken gelmiştim..." deyince laf edecek sandım. Aniden gerildim. Çünkü o bir öğretmendi, her nasılsa hiyerarşik olarak benden üstün olduğunu iliklerime dek kabullenmiş gibiyim. Haliyle ona bakarken telaşa düşüyorum. Yanından nasıl sıyrılacağımı kestiremiyorum. Sınıfa erken gelmesinin beni bağlamayacağını, lavaboya gitmemin en fazla on dakikalık bir zamanı kaplayacağını düşünüyorum. Ben böyle düşünürken onun ağzı şaşırtıcı bir şey demesin mi? "Erken gelip seninle konuşabilirim sanmıştım. Lavaboya gitmen çok mu acil?" Benimle konuşmak için mi erken gelmiş? Pardon? Telaşımın yerini şaşkınlık alıyor. Durumun tuhaf göründüğünü tam o anda da hissedebiliyorum. Fakat nedense meselenin beni bir yerde yalnızca yoracağını, kendisinin beni birkaç tasarım işiyle oyalayacağını düşünüyorum çünkü tasarım öğretmenimizin böyle huyları vardı. Gerçi az önce öğretmen masasına bir afiş bırakılmıştı değil mi? Kesin o afişle alakalı bir şeydi. Bazen bir tasarım işi için bizi çağırır, o iş üzerinde yoğunlaşmamızı ister ve bunun için bizi bilgilendirirdi ama bunu böyle kuytu köşede değil, sınıfta yapardı. Muhtemelen bu da onlardan birisidir diyeceğim ama diyemiyorum çünkü bizzat benimle konuşacağını söylemesi, hatta bunun için erken geldiğini belirtmesi, şey, kabul ediyorum epey ilginç bir olay. Ancak yine de ilgimi çekmiyordu. Daha doğrusu o an için ilgimi çekmiyor çünkü aklım- Her neyse. Her neyse Esin. Var bir şeyler. Kendimi zorlamamak adına, "Acil hocam. Kusura bakmayın, derste konuşsak olur mu?" deyiveriyorum. Muhtemelen yorucu bir işti ve bana kakalayacaktı. Bazen öyle olurdu. Biliyorum. Bunu sınıfta söylese, bir ihtimal o işi başkasına kitleyebilirdim ama bu şekilde beni özel olarak aramış olması, oh, bu düşündürücü. Fakat o, söylediğim cevaptan hoşnut olmadı çünkü yüzü bir an hoşnutsuz bir kırışıklığa kapıldı. "Olmaz Esin. Olmaz. Bunu sınıf arkadaşlarının, hatta sınıf arkadaşlarını bırak, okuldaki diğer öğrencilerin bile duymaması lazım." Nasıl? Mesele cidden çok mu ciddi, ne? Az önceki düşüncelerim bir bir çatırdıyor. Ufalanmaları muhtemel bir olaydı. Yine de bu anı nasıl değerlendirmem gerektiğini bilmiyorum. Yani bir lavaboya gitsem, olmadı gelsem ve en kötü ihtimalle dersten sonra konuşsak ne olurdu? Ama öğretmen ayağına kadar gelmiş kızım. İşte bu yüzden omuzlarım mecburiyetle aşağı doğru düştüler. "O kadar ciddi mi ya?" diye merakla sormama neden oldular. Sorduğum soruya başını sallayarak yanıt verdi. "Evet, önemli." derken toplu saçlarının üzerindeki ufak tokayı biraz oynattı. "Okullarla alakalı. Müdürün özel ricası." Ne? Okullar mı? Bu meselenin altından karşıki okul çıkacak gibi hissetmem normal mi? Şaşkınlığım ani bir anla nüksedince ellerim afallayarak bedenimde yer bulmak istediler. Sanırım ne yapacağımı bilemeyişimin karmaşasıyla, bir an bedenimin yanında kalan parmaklarımın uçlarını umutsuzluk sarmaladı. "Nasıl? Müdürün özel ricası derken- Hocam bir şey anlamadım." diyorum. Fena gerilmiş, yeterince meraklanmış ve bizzat afallamıştım. "Biliyorsun Esin, biz bilgisayar üzerinde tasarım yapabiliyoruz." dediğinde sınıf kapısından içeri doğru baktı. Sınıfta bir hengâme olduğunu görünce ise, "Gençler biriniz projeksiyonu açabilir mi? Birazdan geleceğim. Herkes yerine geçsin lütfen." deyivermişti. Ardından ise arkamda kalan kapıya uzanmış, kapatıvermişti ve ben de onun yüzünden kenara kaymış, merakla kendisini izlemem gerekmişti. Ama o, bundan habersiz duruyor. Hocamız, "Evet, " diyerek devam etti. O esnada iyice sessizleşmeye başlayan ve birkaç kişinin daha sınıflarına geçtiği anda öğretmenler zili de çaldı. Vehmi hoca bir kez daha sınıflara diye bağırdı ve yanımızdan geçerken tasarım dersi hocasına başıyla selam verdi. "Bildiğin üzere iki aydan uzun süredir bu okuldayız Esin. Hala uygulama sınıflarımız yapılmadı. Her şey için çok yeni diyebiliriz. Değil mi?" Anlatmak istediklerini anlamayarak ama söylediklerini bilerek başımı sallıyorum. "Doğrusunuz hocam." Başını salladı. "Ama bu demek değildir ki, tasarım üzerine kendimizi geliştirmeyeceğiz. Bu konuda müdür beye bir teklif gelmiş. Hepimiz önceki okulun ne halde olduğunun farkındayız. Değil mi Esin?" İzbe yerdeki ve kendi kendine çökmüş okulumuzdan mı bahsediyoruz? Elbette farkındayım. Meselenin yönünü kestirememiştim. İyice dağlandığımı, zihnimde birden biriken soru işaretlerinin yeşerdiğini söyleyebilirim. Buna rağmen şu meselenin benimle alakasını çözümlemek istedim. Hani okuldan konuya giriyordu da ne yapabilirdim? Gidip yetkililere teşekkür mü edeyim, ne yapayım istiyorlardı? Belki de refleksten olmalı bir o yana, bir bu yana sallanıverdim ve sık sık gözlerimi kırpıştırdım. "Öyle hocam." "Karşı okul için bu okul yapılırken giden maliyetler o okul için kötü bir sonuç. Bunun için ödenek toplamışlar." diyerek başını sallıyor ama ona, böyle bir durum için bir okulun ödenek toplamayacağını söylemeye cesaret edemiyorum. Ancak sponsor bulurlar veya bir yerden yardım alırlardı ama kesinlikle kendi ceplerinden para harcamazlardı. Bunu nasıl bize yutturmaya çalışacaklar? "Onlara hak veriyorum Esin. Bu bütçeyi buraya harcamak yerine kendi öğrencilerine harcayabilirlerdi. Mesela spor takımları için. Bu konuda çok eksikleri var." diyor ya, hala meselenin benimle alakası ne oluyor inanın bilmiyorum. Ne bekliyorlardı, o parayı ödeyeyim falan mı? "En çok bu durumdan yakınıyorlar. Okulun spor ekipleri için afişler tasarlanamamış. Buna bütçe ayıramadıklarından yakınıyorlar. Eh, bu okula bizim yerleştiğimizi biliyorsun. Tabii tasarımda iyi tasarım yapan öğrencilerimiz olunca, bize teklif sunmak istediler." demesin mi? Eyvahlar olsun, diye çığlık atmak istedim. Olmayan bütçeden çıkan konunun nasıl bir senaryoyla bana ulaştığının hayretine kapılmaktayım. Sanki bunca sıkıntının tek çözümü bendeydi ve sanki aranılan tasarım benimle halledilecekti gibi konuşulmasına ise ayrıca şaşırmaktayım. Resmen işi beleşe getirme derdindeydiler ve çorabı kimin başına öreceklerini arıyorlardı. "Benden... Benden ne istiyorsunuz hocam?" dedim sonra. Sesim içime kaçmadıysa bile, öfkemin bir tık zorlandığından gelişen bir hoşnutsuzluğa karışmakta. "Ne yapabilirim? Okul için bütçe mi oluşturmalıyım? Veya okulu boşaltsın diye arkadaşları mı örgütleyelim? Bilmiyorum. Bunları yapabilir miyim onu da bilmiyorum. Kaldı ki, neden minnet altına girmeliymişim gibi davranıyorsunuz, anlayamadım. Çünkü eğitim, Türkiye'de her bireyin hakkı ve herkesin erişebileceği şekilde ücretsiz. Yani bir yaptırım gerektirmiyor. Fakat siz... Sizin tavrınızı doğru bulmuyorum hocam." diyen ise kontrollü yanımın tepkisi. Ne olursa olsun cesaretimin bir tık zorlandığı doğrudur ama zar zor bilediğim karakterimden ödün vermemi bekleyemezdi. Bu tavrımı beklemeyeceğini sanırdım ama söylediklerimle birlikte aniden yüzü aydınlandı, gözleri parladı ve yüzü tebessümle sarmalandı. "İşte bu Esin, işte bu. Aradığım bu. Kendini ifade edebilen bir öğrenci. Bu yüzden seni seçtim." Nasıl?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD