30. BÖLÜM:
"YANGIN"
"Mi Hi bari maskenin olmadığı tarafa makyaj yapayım, ha?"
"Off Yu Jin makyaj da yapsan, onu da yapsan, bunu da yapsan bu cildi değiştiremezsin." dedim yanağımı tutup çekerken.
"Kızım o maskeyi yine tak hobi olarak ama diğer kısma biraz süreyim, hadi Mi Hi bu parti senin zaferinin partisi. Sen o son vuruşu yapmasaydın biz bok kazanırdık o maçı."
Sıkıntıyla üfledim. Girdiğimiz bütün maçları kazanmamızın şerefine bu gece güzel bir klüpte, güzel bir parti düzenliyorduk. Ve benim atışlarımla son ödülü aldığımız için bugün bütün gözler benim üzerimde olacaktı.
Şimdi Yu Jin'in evinde parti için hazırlanıyorduk. Elbise olarak diz kapağımın iki karış üstünde, göğüs ve sırt dekoltesi fazlasıyla olan bir siyah elbise seçmiştim.
Yüzüme yine sadece yaranın olduğu yeri kapatan siyah maskemi taktım. Jungkook'un evindeyken Jungkook bana çok o tarzlı maskeler vermişti takmam için.
"Peki iyi," dedim ve işaret parmağımı ona doğru salladım. "Ama bak çok fazla sürmeyeceksin tamam mı?"
"Tamam, tamam ehe."
Yu Jin yüzüme ismini dahi bilmediğim şeyler sürerken kapı çaldı ve içeriye Yu Jin'in annesi geldi.
"Kızım, arkadaşlarınız geldi sizi bekliyorlar."
"Tamam anne geliyoruz biz de şimdi."
Yu Jin yüzüme kendi çapında bir şeyler yaptığınde geriye doğru çekildi ve yüzüme bakıp gururla sırıttı. "İşte bu, harika oldun!"
Aynadan kendime baktığımda Yu Jin'in gerçekten iyi bir iş çıkardığını fark ettim.
"Keşke izin verseydin de o yaraya da fondöten sürseydim."
Anında bakışlarımı ona çevirdim.
"Yu Jin!"
"Ne?! Ameliyattan önceki halini bilmem ama o yarayı şimdiki haliyle kapatabilirim. Hiç kimse bir şey anlamaz."
Başımı sağ sola salladım. Ameliyattan önceki derim o kadar kötü bir durumdaydı ki, evdeki bütün aynaları kırıyordum o halimi görmemek için. Ki o yüze fondöten de fayda etmezdi zaten. Ama üst üste geçirdiğim ameliyatlar sonrası cilt rengim eskisi gibi olmasa da biraz düzelmişti. Hala sadece solucan gibi kabarcıklar ve kırmızıklar duruyordu. Daha önce fondöteni de denememiştim hiç. Aklıma gelmişti ama yüzümdeki maske benim için batıl inanç duruma gelmişti. Hem nefret ediyordum, hem seviyordum maskelerimi, eldivenlerimi...
"Belki sonra Yu Jin ama şimdi değil." Elime siyah dantelli eldivenlerimi geçirdim.
"Öyle olsun. Neyse biz şu bizimkileri bekletmeyelim, sonra çok söyleniyorlar."
Gülerek kafamı salladım ve Yu Jin ile kapının önünde beklemekten kök salan Jimin ile Taehyung'un yanına gittik.
"Dalımda yeni bir elma oluştu. Yemek ister misiniz?"
Taehyung'un sitemkâr sesine karşı Yu Jin ile kıkırdadık.
Jimin ise gözlerini benden alamıyordu. "Çok güzel olmuşsun, Mi Hi."
Yu Jin bir parmağını bana bir parmağını kendine doğrultarak sokağın ortasında bas bas bağırdı. "Benim eserim, benim! Ben yaptım!"
Gözlerimi devirdim. Yu Jin her zaman övülmeyi seven bir kızdı.
Jimin benim kapımı açarak centilmen bir hareket yaptı. "Teşekkür ederim."
"Bak görüyorsun değil mi Taehyung, elalem de ne sevgililer var?!" Ve tripci Yu Jin online.
"Biz sevgili miyiz?" dedi Taehyung şaşırarak. Mutlu olduğu her halinden belliydi.
"Konumuz o değil! Konumuz senin öküzlüğün!"
"O kadar güzel olmuşsun ki gözümü senden alamıyordum Yu Jin, o yüzden kapıyı açmayı akıl edemedim." dedi Taehyung arabanın diğer kapısını açarken. Kriz anını nasıl kendi aleyhine çevirebileceğini çok iyi biliyordu.
"Yaa, gerçekten mi?" dedi Yu Jin kur yaparak. Şu an gözümün önünde vıcık vıcık cilveleşen bir çift vardı. Öğk.
"Tabii ki,"
Yu Jin de arabaya yerleşince şoför motoru çalıştırdı ve partinin yapılacağı mekana yol aldık.
-
"Bana bakın, sakın içeride kör kütük sarhoş olacak şekilde içmek yok, tamam mı?" dedim bizimkileri son kez uyarırken. Bundan önceki partide ne olduğunu hâlâ çok iyi hatırlıyordum.
"Tamam anneciğim," Taehyung gözlerini kırpıştırıp gülümsüyordu. Benimle dalga mı geçiyordu o?
"Sen bilirsin," dedim omzumu silkerek. "Ben de seni almak için gelen uzay gemiğine taş atarım, ateş saçarım."
Anında gözlerini büyüttü. "Sarhoş olursam Allah benim belamı versin."
Sinsice sırıttım. Tamam, belki onun hayalleriyle oynuyor olabilirdim ama her şey onun iyiliği içindi. Sarhoş olunca cidden durdurulması zor birisi oluyordu ve artık birisi ona uzaylıların hiçbir zaman onun yanına gelmediğini söylemesi lazımdı. Taehyung'un hayal gücü çok güçlüydü.
İçeriye girdiğimizde herkes bizi -daha doğrusu beni- alkışlamaya başladı.
"Günü kurtaran çirkin ördek yavrusu da geldi işte!"
Okul için işe yarar ne yaparsam yapayım, onların iyiliği için ne yaparsam yapayım, hatta ve hatta ağzımda kuş bile tutayım yine insanlara yaranamaz, gözlerindeki imajım değişmezdi.
Kazandığım başarılar kimin umrunda?
Ben herkesin gözünde buydum işte:
Çirkin ördek yavrusu, canavar...
Bünyem bu tür lakaplara alışmıştı, iltifat gibi geliyordu ona. Başımı öne eğip gülümsedim.
Boş masalardan birine geçip etrafımı süzdüm. Ve girişten gelen kişileri görmem ile gözlerimi ağır çekimle kapatıp derin bir nefes aldım. İşte başlıyorduk.
"Jungkook bu elbise ile ayakkabı olmuş mu sence?"
"He he, olmuş."
"He he nasıl bir cevap ya? Ben bu ayakkabıyla yürümek için ne kadar zorlanıyorum şu an biliyor musun?"
"Ben mi dedim sana giy diye? Yoo. Beceremiyorsan giyme."
"Jungkook sana bu son aralar bir şey oldu, fark etmedim sanma!"
Hyun Jungkook'a söylene söylene bizim masaya geldi. O an şaşırdığım bir şey oldu. Jimin ile Jungkook tokalaştı, aynı eski günlerdeki gibi...
"Siz barıştınız mı?" dedi Yu Jin aynı benim gibi şaşırmış bir şekilde.
"Tabii ki, biz kardeşiz kızım. Arada olur öyle şeyler."
Gülümsedim, dostlukları gerçekten çok güzeldi. Ne için kavga ettiklerini bilmiyordum ama iyi ki barışmışlardı.
-
Dans müziği tüm salonu sararken herkes dansa kalkmıştı. Tabii biz de.
"Kendini geliştirmişsin," dedi Jimin gülümseyerek.
Eskisinden daha iyi dans ediyorduk. En azından birbirimizin ayaklarına basıp basıp durmuyorduk artık.
"Partnerim sen olunca, gelişmek zorundaydım."
"Seninle gurur duyuyorum, biliyorsun değil mi?"
Gülümseyerek kafamı salladım. "Ben de seninle gurur duyuyorum."
Jimin kulağıma doğru eğildi ve yüzümdeki gülümseyi solduracak o şeyi söyledi. "Seni seviyorum,"
Yutkundum. Bunu yapmak zorunda mıydı?
"Bana öyle bakma Mi Hi. Beni sevmediğini biliyorum, hâlime acımanı da istemiyorum. Sadece izin ver seni sevdiğimi her fırsatta dile getireyim, bari bunu yapabileyim."
Alt dudağımı ısırdım ve burnumu çektim. "Ben sadece çok üzgünüm, Jimin."
"Sorun değil," dedi ve kafamı göğsüne yaslandırdı. "Sen yanımda hep durursan ben herşeyin üstesinden gelebilirim. Sen yeter ki yanımda kal."
Çalan duygusal müzik Jimin'in o hassas cümleleriyle bir el şekline gelmiş kalbimi sıkıyordu. Çok güzel seviyordu ve ben ona karşılık veremiyordum.
Tek kelimeyle:
Allah belamı versin.
"Hadi sen biraz kardeşinle dans et, sabahtan beri başımı şişirdi."
Ben ne olduğunu tam olarak anlamadan Jungkook'un sesiyle Jimin'in kollarından ayrıldım ve kendimi onun kollarında buldum.
Anında sanki doğduğundan beri bu anı bekliyormuş gibi ellerimi alıp omzuna attı ve ellerini bel boşluğuma yerleştirdi.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" dedim sesimi katı bir şekilde kullanmaya çalışarak. Ama sanırım pek başarılı olamamıştım.
"Dans ediyorum," dedi sonra güldü. "Dans ediyoruz."
"Cidden mi? Şu an çok şaşırdım, vay be..."
Tavşan dişlerini göstererek gülmeye devam etti.
Gülme ulan gülme!
"Saha da kaplan gibiydin ama şimdi kollarımın arasında ürkek bir kuş gibisin."
"Ne?"
"Senin sayende o karşı takıma ve okuluna günümüzü gösterdik. İyi iş çıkardın, Mi Hi."
"Duyduğuma göre sen de iyi iş çıkarmışsın maçta."
"Yaptık işte biz de birşeyler..."
Güldüm. Sayıların çoğunu o getirmişti takıma ve şu an mütevazilik yapıyordu.
"Peki şu Jongin mi Kai mi adı ne her haltsa onunla derdin neydi?" diye sordum ve anında suratının asılmasına şahit oldum.
"Sadece canımı sıkıyor."
"Emin misin?"
"Evet,"
"Peki o gün bana laf attığında üzerine atlamanın sebebi neydi?"
"O zaman da canımı sıkmıştı yaptığı hareketle."
"Bana laf attı diye mi?" dedim kaşlarımı kaldırıp.
Gözlerini kısıp dilini alt dudağında gezdirdi. "Neyi ima etmeye çalışıyorsun Mi Hi?"
"Bir şey ima ettiğim yok, sadece merak ettim ve sordum."
Cıkladı. "Bence var."
Kafamı iki yana salladım ve gözlerimi devirdim. "Ben aptal bir insan değilim Jungkook. Beni sevmediğini ve sevmeyeceğini gayet iyi biliyorum. Ve bu yüzden bana karşı yaptığın ufak bir iyiliği de gözümde büyütüp, kendimi umutlandıracak kadar aptal değilim. Neyin ne olduğunu gayet iyi biliyorum."
"Gerçekten biliyor musun?" dedi kafasını hafifçe yana yatırıp.
"Anlamadım?"
"Şöyle anlatayım o zaman," dedi belimdeki ellerini sıkılaştırarak. "Bakıyorsun ve diyorsun ki bu Jungkook beni hiçbir zaman sevmez, bana bakmaz. Ama bana bakan biri var. Jimin! Beni seviyor, yakışıklı da... Jungkook'u unutup onun kollarına kendimi atmalıyım. Böylece kendimi değerli hissederim ve Jungkook'u unuturum. Sonra Jungkook ne halt yerse yesin."
Onu ittirmeye çalıştım ama bedenime sardığı ellerle buna mani oldu ve daha çok sarmaladı. "Şu an sadece saçmalıyorsun Jungkook! Bu kanıya nereden vardın bilmiyorum ama çok saçmalıyorsun!" dedim dişlerimin arasından tıslayarak.
"Saçmalıyorum öyle mi?" dedi gülerek. "Ulan gözümün önünde her fırsatta Jimin'e sırnaşıyorsun. Gören de beni değil onu seviyorsun sanacak."
"SANANE ULAN SANANE? İSTEDİĞİM KİŞİYE SIRNAŞIRIM SANANE?!"
Belimi iyice sıkmaya başladı. Bu benim canımı yakıyordu.
"Nesin sen?" dedi yüzünü yüzüme doğru yaklaştırarak. Gözlerinden ateş çıkıyordu adeta. "Jungkook olmaz Jimin olur, Jimin olmaz başkası olur diye daldan dala gezen bir kız mısın? Arkadaşımdan uzak dur Mi Hi! Sana karşı zaten saçma salak hisler besliyor, onun yanında olarak o hisleri büyütüyorsun. Günün sonunda çekip gittiğinde Jimin'in kalbinde yüzündeki gibi bir yara bırakacaksın. Kısacası hepimizin hayatından siktir git Mi Hi!"
Dedikleri yağlı bi urgandı, nefesimi kesiyordu. Şarkının bitimine yakın deli bir güçle onu ittirdim ve lavaboya doğru koşmaya başladım.
Kapıyı kapattıktan sonra dizlerimin üstüne çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Kesinlikle bu lafları hak etmiyordum. Ben öyle bir insan değildim ve sevdiğim insan beni öyle görüyordu.
Bir başkası bana bu lafları söylese gülüp geçerdim ama onun bana bunları söylemesi kalbimde büyük bir delik açıyordu.
Ayağa kalktım ve yüzümdeki maskeyi çıkartıp aynaya doğru fırlattım.
Ayna yüzümdeki yara ile paramparça olurken tırnaklarımı yaranın üzerinde bastırarak gezdirdim.
"Nefret ediyorum senden! Senin yüzünden hayatım mahvoldu! Keşke o yangında yüzüm bu hale geleceğine ölseydim, en azından kurtulurdum!"
Kırılan ayna parçacıklarının arasında kendime kızıyor deli gibi ağlıyordum.
Ölmek istiyordum.
Yorulmuştum ve sadece istirahata çekilmek istiyordum.
Sanırım dilediğim bu dilekler, dilek kapısının açık olduğu zamana gelmiş ve Tanrı beni duymuştu.
Tanıdık bir koku dört bir yanımı sarmıştı.
Yangın?
Burnuma gelen o yanık kokusu beni geçmişime götürdü. Kapının ardından gelen çığlıklar ise bunu onayladı.
"Yangın var!"
Elim refleks olarak kapının kulpuna gittiği sırada bir kilit sesi duyuldu. Ve kapı açılmıyordu.
Az önce ölmeyi dileyen ben kapıyı deli gibi yumrukluyor, yardım dileniyordu.
Ölmek böyle bir şey değil miydi zaten? Daha doğrusu intihar böyle bir şey değil miydi?
Çığlıklar çoğalırken kimse benim çığlığıma kulak vermiyordu. Lavaboyu saran duman ise ciğerlerimi yakıyordu.
Koşuşturma sesi ve çığlıklar yavaş yavaş olduğumuz binayı terk ederken bu sefer kurtulamayacağımı anlamıştım. Kapıya son kez vurdum ve dizlerimin üstüne düştüm. Zihnim bu küçük alanı saran duman gibi bulanıklaşmıştı.
Uykum geliyordu.
Birkez daha mı yanacaktım şimdi?
Yoksa bu kez ölecek miydim?
Ciğerlerim ağzıma gelecek şekilde öksürdüm ve onun sesini duydum.
"Mi Hi neredesin?!"
Onun sesi karanlık bir kuyuda ışığı bulmaktı. Onun sesi çölde suyu bulmaktı.
"Mi Hi neredesin, ses ver!"
Kapıya birkez daha vurdum. "Buradayım," Sesim çok güçsüz çıkıyordu ve beni duyması imkansızdı. Bağırmam lazımdı. Kapıyı art arda sertçe vurdum ve bağırmaya çalıştım. "Buradayım!" En azından fısıldamıyordum artık. "Jungkook, buradayım!"
"Mi Hi!" Sesi artık daha yakından geliyordu. "İyi misin?!"
"Değilim, kapı açılmıyor kilitli."
"Hay sikeyim!" diye bağırdı ve ardından öksürdü. "Sen kapının arkasından çekil halledeceğim ben şimdi!"
"Ama gücüm yok," diye mırıldandım. Gözlerim kapanmak üzereydi. "Uykum da geldi."
"Mi Hi sakın uyuma sakın! Bak kendini biraz uzaklaştır sadece tamam mı? Kurtaracağım ama seni lütfen pes etme, tamam mı?"
"Tamam," dedim gülümseyerek. Ayağa kalkmaya mecalim yoktu. Bu yüzden bir yılan gibi sürünerek kapıdan kendimi uzaklaştırdım ve kendimi zemine boylu boyunca uzandırdım.
Kulağıma kapıya sert bir şekilde vurulma sesleri gelse de gözlerimi usulca kapattım. Kolumu kaldırmaya mecalim bile yoktu. Ben bu kadar etkilendiysem Jungkook nasıl etkilenmemişti hâlâ yangından?
Etkilenmesin zaten, ben onun yerine ölürüm de yanarım da.
Kapının devrilme sesi yeri göğü inletecek şekildeydi.
"Mi Hi, gözlerini aç!"
Jungkook'un öksürükler eşliğinde yanıma ulaşmıştı. Beni kollarının arasına bez bebek gibi aldığında yüzüme hafifçe vurarak gözlerimi açtırmaya çalışıyordu.
Üstümdeki ağırlığa rağmen gözlerimi hafifçe açtım ve onun o endişeli yüzüyle karşılaştım.
"Oh, çok şükür!" diye haykırdı. Gülümsedim, benim için endişeleniyordu.
"Ayağa kalkabilir misin?" diye sordu.
"Kalkamam," diye fısıldadım. "Jungkook beni bırak. Görmüyor musun halimi? Ha gittim ha gideceğim ama senin direncin hâlâ var. Git."
"Saçma sapan konuşma! Ben seni birkez bıraktım, birkez daha bırakmaya hiç niyetim yok!"
"Ama ben çok yorulduysam?"
"Buradan çıktığımızda birlikte bir tatile çıkarız o zaman."
Gözlerim yeniden kapanmaya başladığında Jungkook hemen konuşmaya başladı.
"Madem ayağa kalkacak halin yok, ben de seni taşırım o zaman." Cevap vermeye gerek kalmadan yerden havalandığımda ona sımsıkı tutundum.
Alevlerin arasından geçerken "Jungkook," dedim.
"Efendim?" Nefes nefeseydi ve saniyeler birbirini kovaladıkça onunda direnci azalıyordu.
"Seni seviyorum,"
Gözlerim kapanıp başım arkaya düştüğünde Jungkook'un telaşı daha çok arttı.
"Beni bırakamazsın Mi Hi!"
Ödeşme vakti ama Jungkook...
Bilincim alevlerin arasında kaybolurken o duyduğum son ses ölümüm yangından değil de kalp krizinden olmasına sebep olacak türdendi.
Nereden bilebilirdim ki ölüme giderken Jungkook'un bana bunları diyebileceğini?
"Seni sevdiğimi daha yeni kabullenmişken beni bırakamazsın. Duydun mu beni? Seni seviyorum Mi Hi! Bana duyduğun aşk hiçbir zaman karşılıksız değildi, duydun mu?"
Duydum.
Öldüm.