Bölüm 24 - ''SIR''

1606 Words
24. BÖLÜM: "SIR" "Bihter neyi itiraf edecek Firdevs Hanım, Behlül ile ne ilgisi var?" Ağzıma patlamış mısırları doldururken Yu Jin dolmuş ağzıyla, "Bok oyo ozlo, Bohtor borozdon ölöcok." dedi. Ona ters ters baktım. "Neden spoiler veriyorsun geri zekalı?" Omzunu silkti ve kolasını içti. Hafta sonu gelmiş çatmıştı. Haftaya sınavlar başlıyordu ama biz Yu Jin'in evinde patlamış mısır, cips, kola ile Aşk-ı Memnu'nun Korece altyazısını izliyorduk. Şerefsiz Behlül. Bihter'i hem kandırmıştı hem Nihal ile oynamıştı. Sonunda ise Bihter "beni beni Bihteri'ni" deyip canına kıymıştı. Yu Jin ile ben ise bu sona salya sümük ağlamaya başlamıştık. "Bir de en sonunda kızın mezarına gidip Behlül kaçar diyor şerefsiz," dedim burun deliğime sümüğüm akmasın diye peçeteler sokarak. "Erkek milleti değil mi? Hepsi aynı. Ben hissediyorum ama var ya, Taehyung da gizli bir Behlül," dedi Yu Jin burnunu peçeteye hıklatırken. O sırada popom birden titremeye başladı ve ben o an ki telaşla "Yu Jin popom titriyor!" diye bağırmaya başladım. "Ne?" "POPOM TİTRİYOR POPOM!" "Telefonun çalıyor olmasın?" Elimi arka cebine attım. Evet, telefonum çalıyordu. Ben neden bu kadar ekşın yaptıysam. Arayan Jungkook'tu. Açıp telefonu kulağıma götürdüm. "Efendim?" "Mi Hi, nerede kaldın?" Sınav haftasına son günler kala onlara gidip her gün ders çalısıyorduk. Ve bugün de dersimiz vardı. "Yu Jin ile birlikteyim, birazdan gelirim." "Tamam, bir saniye, sen ağlıyor musun? Sesin bir tuhaf geliyor." Burun deliğimde olan peçeteleri çıkartıp Yu Jin'in üstüne attım. Yu Jin ise sanki üstüne peçete değil de kocaman bir kobra yılanı atmışım gibi çırpınıyordu peçeteyi üstünden atmak için. Elini bile değdirmiyordu. "Yok ağlamıyorum, ağlıyorum da bir dizi için ağlıyorum, önemsiz yani." Bok önemsiz. Koskoca Bihter Ziyagil ölmüştü. Kızına bir güzel "aptallık etme Bihter, Sen Bihter Ziyagilsin, zenginsin, mücevherleri düşün" gibi öğütler veren Firdevs Hanım ise Ali Rıza Efendi'nin kadın şubesi olmuştu. Ve ben önemsiz diyordum. Ben ağlamayım da kimler ağlasın? "Peki o zaman. İstersen olduğun yeri konum olarak at, şoför gelsin alsın seni." "Ha gerek yok, gelirim ben." "Tamam o zaman görüşürüz." "Görüşürüz," Telefonu kapattıktan sonra hemen yan tarafımda oturan Yu Jin'in anlamlı bakışlarıyla karşılaştım. "Ne? Ne bakıyorsun?" "Yok bakmıyorum," dedi ama bıyık altından gülmeye devam ediyordu. "Sana itiraf etmesi gereken o şeyi hâlâ öğrenemedin mi?" Tabii ki biricik arkadaşım olan Yu Jin'e her şeyi anlatmıştım. Jimin'in bana aşık olduğunu öğrendiği zaman şaşırmamış 'belli ediyordu zaten' demişti. Anlaşılan bunu fark edemeyen bir insan olarak ben büyük bir gerizekalıydım. "Hayır. Ama artık umusamıyorum. Sonuçta elinde sonunda benden sakladığı şeyi öğreneceğim." "Jimin peki? İlanı aşktan sonra hiç konuştunuz mu?" "Maalesef ki hayır," dedim. "Beni gördüğü an yolunu falan değiştiriyor. Keşke hiç söylemeseydi. Arkadaşlığımız zedelencek diye çok korkuyorum, onu kaybetmek istemiyorum." Yu Jin "Yok artık!" diye söylendi. "Çocuk sana aşık olduğunu söyledi sen hâlâ arkadaşlığımız zedelencek falan diyorsun. Sizin arkadaşlığınız, dostluğunuz öldü Mi Hi. Sizden bundan sonra dost değil tost olunur." Dediklerinde doğruluk payı bir hayli yüksekti ama ben hâlâ Polyanacılık oynuyordum. Biliyordum, Jimin ile eskisi gibi olmamızın pek mümkünatı yoktu ama o benim sahip olduğum en iyi dostlardan birisiydi. Onu kaybetmek isteyeceğim en son şey bile değildi. Ayağa kalkıp hazırlandığımda Yu Jin de benimle birlikte ayağa kalktı. "Nereye?" "Jungkook ile ders çalışmam lazım. Sınavlar kapıya dayandı." "Off, hatırlatmasa şunu. Mi Hi, beni de çalıştırır mısın kardeşim? Çünkü bu arkadaşın tüm gün yan gelip yattığı için kitapların kapağını bile birkez olsun açmadı." Gülerek "Çalıştırırım, çalıştırır." dedim ve koltukta duran sırt çantamı sırtıma geçirdim. Yu Jin ile vedalaştıktan sonra evden çıktım ve Jungkook'un evine doğru yol almaya başladım. Jungkook'un o lüks malikanesine geldiğimde kapıyı tıklattım. "Buyrun, hoşgeldiniz Mi Hi hanım, Jungkook bey de odasında sizi bekliyordu." dedi hizmetçi abla güler yüzüyle. Kafamı sallayıp Jungkook'un odasının önüne geldim. Kapıyı çalmayı gerek duymadan odanın içine bodozlama olarak daldığımda pek doğru bir şey yapmadığımı o an anladım. Nereden bilebilirdim ki Jungkook'un içeride üstü çıplak bir şekilde dolaştığını? Çenem kopacak şekilde açılırken gözümü kapatmaya bile gerek duymamıştım. Zira üstü çıplak ve baklavaları gün ışığında parlayan Jungkook'u bulmak bir daha pek mümkün olmayacaktı. Bu bir fırsattı ve ben fırsatları hiç kaçırmazdım. "Hepsi senin mi?" Ağzımdan bağımsız olarak dökülen kelimeler Jungkook'un dikkatini bana çevirmesinde yardımcı oldu. Beni yeni fark ediyor olacak ki elinde giymeye hazırladığı tişörtü bıraktı ve yüzündeki ibne sırıtışıyla bana doğru gelmeye başladı. Evet, üstü çıplak iken, o mükemmel vücudunu ve kaslarını bana gösterirken üzerime doğru gelmeye başladı. Kaçsam mı acaba? Bunun cevabını kendime veremeden Jungkook elimden tutup beni içeriye doğru çekti ve ardından ise kapıyı kilitle- NE? KAPIYI MI KİLİTLEDİ O? Altını çizerek yine tekrar ediyorum Jungkook'un üstü çıplak ve o kapıyı üstümüze kilitledi. Kesinlikle fesat düşünmemem lazım. Kesinlikle. Aman aman, tüü tüü, aslaa, hayır hayır olmaz öyle şey aslaa aslaa tüüü, tüüü. "Ben de tam seni bekliyordum." dedi Jungkook karşıma geçerek. Gülümsedim. Bu halde mi bekliyordun beni gerçekten Jungkook? "Ne güzel," Nefes nefeseydi ve vücudundan terler akıyordu. Ben gelmeden önce ne yapıyordu burada? "Spor yapıyordum o yüzden böyleyim." "Efendim?" "Gözlerinle yedin beni diyorum." dedi dibime iyice girerken. Tabii o bana bu kadar yaklaşınca geriye doğru birkaç adım atıp kapıya doğru yaslandım. Tamam izleyelim falan dedik de bu kadar yakın olmayalım dedik yani. Biz de insanız, hormonlarımız var yani. Jungkook beklemediğim bir anda elimi tutup karın kaslarına doğru yaklaştırdı. NE YAPIYORSUN LAN? HORMONLARIM VAR DİYORUM SEN BENİM YARALI ELLERİMİ TENİNE YAKLAŞTIRIYORSUN! SEN BENİM ÖLMEMİ Mİ İSTİYORSUN?! YETKİLİLER BU OLAYA BİR EL ATSIN LÜTFEN! Gülümsemesi beni tedirgin ediyordu. "İstersen, dokunabilirsin." Dediği şeyle sertçe yutkundum. Ne dediğinin farkında mıydı o? Bence değildi. Tamam dokunurdum dokunmasına ama peki sonra? Kendimi sayesinde azgın boğalar gibi hissediyordum, nasıl görmemiş bir insansam artık. Bileğimi bir çırpıda elinden kurtarıp arkaya sakladım. "Şey... Üstünü giyinsende derse mi başlasak artık? Geç olmadan eve gitmem gerekiyor." Sesim neden yavru bir kedinin miyavlaması gibi çıkıyordu? Bu durumdan hiç ama hiç hoşnut olmamıştım. Jungkook rahatsız olduğumu anlamış olacak ki geri şekildi ve koltuğa bıraktığı tişörtü üstüne geçirdi. Cidden o az önce ne yapmıştı öyle? Jungkook çalışma masasına yerleşirken ben hala kapıya yaslanmış bir şekilde öylece duruyordum. Tabii az önce gördüklerimin şokunu atlatamamıştım daha. "Mi Hi, daha ne kadar orada durup dikileceksin? Gelsene." "Ha, geliyorum tamam." Jungkook'un yanındaki sandalyeye oturduğumda çantamdaki kitapları çıkardım. "Sınavlara çok az kaldı ve ben matematiği iyi-kötü hallettiğimizi düşünüyorum. Son testte kaç net yaptın?" dedim. "40 soruda 30 net." "Güzel, güzel," dedim gülerek. "En azından 30 soruda 5 net yapmıyorsun artık. Bu yüzden artık kimyaya başlayalım diyorum, ne dersin?" "Olur," dedi omzunu silkerek. "Sınav günleri de gelecek misin?" "Bilmem, hiç düşünmemiştim. Gelmemi ister misin?" "İsterim." dedi birden."Yani... Sınavlara beraber çalışırsak o günler daha iyi anlarım diye düşünüyorum. Hatta sınav haftası bizim evde kal komple, ha?" Bu evde kalmak mı? Onunla mı? Tanrım... Geçen seneki Mi Hi bu lafları duysa kıza Erman Kuzu inmesi gelirdi valla. "Bilemiyorum, annemlere sormam lazım." Aslında sormasam da sorun olmazdı. Her türlü izin verirlerdi. Sonuçta onlarda biliyordu Jeon Jungkook'un zenginliğini. Hatta annem bana o kalma günleri hakkında kötü kötü öğütler bile verebilirdi. "Bence izin verir. Annen ile yüz yüze görüşmedim ama kadın sesimden bile etkilendi." dedi sırıtarak. Ses değil o, para para. "Neyse bakarız sonra. Biz şu derse başlayalım da önce." "Maskeni çıkar istersen," dedi. "Benim yanımda rahat olmanı istiyorum." Bugün onda ayrı bir değişiklik vardı. "Rahatım zaten, gerek yok." Kafasını salladıktan sonra önümüzdeki kitabın kapağını açtım ve derse başladım. Gerçi ben bu kafayla Jungkook'a nasıl ders anlatacaksam artık. - Arada 10 dakika falan mola vererek kimya konularını yarılamıştık. Ve Jungkook beklediğimin aksine son zamanlarda gerçekten iyi iş çıkartıyordu. Eminim bu sınavlarda da baya iyi bir iş çıkaracaktı. Çantamı toplarken Jungkook bana seslendi. "Ben şoföre söyleyim arabayı hazırlasın. Gerçi ben de seninle gelmeyi düşünüyorum. Han Nehri'nde gezeriz falan." Gülümseyerek, "Tamam." dedim. Hava kararmaya başlamıştı ama biraz onunla birlikte dolaşsam hiçbir sıkıntı olmazdı bence. Jungkook odadan çıkınca çantamın fermuarını kapattım ve bana artık tanıdık olan odayı incelemeye başladım. Jungkook'a o parkta yaşadığımız olayla ilgili hiçbir şey sormamıştım. Bana itiraf etmesi gereken şeyi bile sormamıştım. Çünkü biliyordum sorsam da bir şeyin değişmeyeceğini. Ya sessiz kalacaktı ya yalan söyleyecekti. Bu yüzden o sırrı kendim bulmaya karar verdim. Jungkook birazdan gelirdi. İşte bu yüzden odayı kurcalamam için 1-2 dakikam olmalıydı. Hızlı davranmalıydım. Göz gezdirdiğim kadarıyla çalışma masasında pek bir şey yoktu. Ama belki etrafta günlük gibi bir şey bulurdum. Yastıklarının altına, yatağın altına ve birçok yeri didik didik ettiğimde elime işime yarar hiçbir şey geçmemişti. Belki de ben sadece çok detaya girmişimdir. Belki de işime yarayan şey elimin hemen altındadır. Çalışma masası çekmecesi... Oraya hiç bakmamıştım salak gibi. Kalp atışlarım heyecanla hızlanırken çekmece kulpunu kendime doğru çektim ve içinde resim kısmı alt tarafta kalacak şekilde olan bir çerçeve gördüm. Özenle gizlenmek için buraya koyulmuş gibiydi. Çerçeveyi oradan çıkardığım an ellerimin arasından kayıp yere düşmesi ve paramparça olması bir oldu. O çerçevenin içinde Jungkook'un çocukluk fotoğrafı vardı. Bu işin normal ve olağan kısmıydı. Normal olmayan kısmı ise o çocuğun benim geçmişimdeki çocuk oluşu ve Jungkook'un kapıdan benim bunu öğrenişime şahit olmasıydı. "Mi Hi," Sesi fısıltılı bir şekilde çıkıyordu. "Sen gerçekten o musun? Cevap vermedi ve sadece başını öne doğru eğip yanağını dişlemeye başladı. "JUNGKOOK SEN O MUSUN?!' Sessiz kaldı bir müddet. Oydu. Nasıl... Nasıl... Nasıl anlamamıştım ben bunu? O gülüşü, o bakışı, o tavşan dişleri aynı o'ydu. Ve ben bunu sadece basit bir benzeme sanmıştım. "Jungkook ned-" Jungkook cümlemi bitirmeye fırsat vermeden bir hışımla kolumdan tutup beni sürüklemeye başladı. Sinirliydi. Oysa şu an benim ona sinirli olmam gerekirdi. Kapıyı açıp beni bir çöp gibi dışarıya attığında kapıyı yüzüme kapatmadan önce son sözleri ise şu olmuştu: "Git buradan Mi Hi. Seni görmek istemiyorum." Dizlerimin üstüne çöküp hıçkıra hıçkıra ağlarken öğrendiğim şeyin altında eziliyordum. Bu ağırdı. Çok çok ağırdı. "Şayet bir gün bunlar seni korumaktan vazgeçerseler o zaman ben geleceğim ve seni koruyacağım." Gelmişti. Bana geri gelmişti. Peki beni korumuş muydu? Bu önemli değildi artık. Önemli olan tek şey çocukluk kahramanımın onun olmasıydı. Jeon Jungkook... Benim kahramanım ve ilk aşkım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD