SİSLİ GEÇİT
Kuzgunlar, terk edilmiş demir yolunun üzerindeki paslı tellere konmuştu. Gün geceye teslim olmadan önceki o solgun alacakaranlıkta, hava sanki nefes almayı unutmuş gibiydi. Gri gökyüzü, kasabanın üzerine çöken ağır sırrı taşıyamıyordu artık.
Lina, arabanın camından dışarı bakarken gözlerini uzaklardaki ormana dikti. Karanlığa geçmeden hemen önce, ağaçların arasında sanki bir şey kıpırdamıştı. Bir gölge miydi, yoksa sadece yorgunluğunun bir oyunu mu?
"Buraya neden geldik biz?" diye sordu, sesi Mira'ya rağmen neredeyse bir fısıltı gibiydi.
Mira, Lina'nın yanındaki koltukta gerginliğini saklamaya çalışıyordu. "Yeni bir başlangıç, unuttun mu? Annenin de dediği gibi... Babanın evinden sonra... mecburduk."
Lina yutkundu. Babasının ölümünden sonra hiç kimse, gerçekten bir şeyin "başlayabileceğine" inanmıyordu. Hele böyle bir kasabada… Haritada bile zor bulunan bu yere, Sisli Geçit Kasabası deniyordu. İnsanlar burada fazla konuşmaz, göz teması kurmaktan kaçınır, her gece tam dokuzda evlerine kapanırlardı. Ve her Cuma gecesi… Orman, birini alırdı.
Yeni taşındıkları ev, kasabanın en eski yapılarından biriydi. Çatısı yosun tutmuş, perdeleri dantel ama örümcek ağıyla süslenmişti. Lina daha içeri adımını atarken, ensesinde bir ürperti hissetti. Gece olurken, gökyüzü mora çaldı. Rüzgâr, çatının ucunda çocuk fısıltılarına benzeyen bir sesle uğulduyordu.
Ertesi sabah Lina ve Mira, kasabanın tek okulu olan Sisli Köprü Lisesi'nin girişinde onunla tanıştı: Kael. Kasabanın "dokunulmaz" çocuğu. Sessiz. Soğuk. Siyah kıyafetleri ve yüzüne düşen dağınık saçlarıyla karanlık bir roman karakteri gibiydi. Kael'in gözleri Lina'ya kenetlendiğinde, bir şey değişti. Kalp atışı gibi yankılanan sessizlik arasında Kael, ona sadece tek bir cümle fısıldadı: "Orman seni çağırdı mı?" Lina ne diyeceğini bilemedi.
Lina ve Mira okuldan çıkarken, gökyüzü yine griye dönmüştü. Kasabanın diğer ucunda, yıkık dökük bir kulübenin önünden geçerken, biri onlara seslendi. “Sen yenisin, değil mi?” Bu kez karşılarında Ariel vardı. Kael’den farklıydı. Onun gözleri fırtınayı değil, güneşi taşıyordu; samimi ve sıcaktı. “Bu kasabada geceleri dışarı çıkmayın. Herkesin bir hikâyesi vardır ama buradakilerin hikâyeleri genellikle mezarlıkta biter.” Lina istemsizce irkildi. “Neden hâlâ buradasınız o zaman?” Ariel gülümsedi ama gözlerinde derin bir hüzün vardı. “Çünkü bazı yerler seni bırakmaz. Bazı sırlar da sadece burada fısıldanır.”
Lina, kafasının içinde dönüp duran binlerce soruyla Mira'yla birlikte eve döndü. İki genç adam, ona farklı kapılar açıyordu. Kael, çekici ve yasak bir tehlikeyi temsil ederken; Ariel koruyucu ve güven vericiydi. Lina'nın kalbi ise Kael'in karanlık büyüsüne doğru kayıyordu. Ve o gece yine rüya gördü. Ama bu kez o ağlayan çocuk… onun çocukluğuydu.
Kasabanın sırları yavaş yavaş çözülmeye başlamıştı. Kael ona yaklaşıyor, ama her seferinde geri çekiliyordu. Ariel ise onu koruyor, ama hiçbir zaman gerçeği tam söylemiyordu. İkisinin arasında kalan Lina, sadece duygusal bir seçim yapmak zorunda değildi. Hayatta kalmak istiyorsa… Kime güvenebileceğini doğru seçmeliydi. Ve haftalardır herkesin kaçındığı o gece geldi: Cuma. Orman, adeta nefes alıyordu. Sis, evin penceresinden içeri sızacak gibi yoğunlaşmıştı. Saat tam 21:00’de Lina’nın telefonuna tek bir mesaj geldi. Gönderen: Bilinmiyor. Mesaj: “Şimdi başlıyor. Sakın uyuma.” Bunu ilk kez okulun ilan panosunda, arkası karalanmış bir defter yaprağında okumuştu Lina: “Orman Cuma geceleri açtır. Sakın sesine kulak verme.”