İçimdeki yangına deva yoktu, yıkılmıştım. İlerleyen vakit, acımdan bir şey eksiltmiyorken, biçare, elime aldığım kalem ve kâğıtla tıpkı Yılmaz'ın bana vedası gibi ben de ona yüreğimi açıp veda etmek istedim. Başka ne yapabilirdim ki zaten?
Yılmaz,
Hayat oyununda mızıkçılık yapıp erkenden evine dönen, nazik cümlelerin süslediği mektubuyla ruhuma azap çiçekleri eken gülüşü güzel adam...
Çıldırmanın eşiğinde imdadıma yetişen kalemi elime aldım, satır satır dökeceğim içimi sana. Ne çok zaman geçti üstümüzden! Birbirimizden başka neler düştü payımıza hayatta? Duyuyor musun beni, görüyor musun kederimi? Senin ölemeyerek yaşadım dediğin seneleri ben de gözden geçirdim. Parmağıma geçirildiği an dar gelen bir nişan yüzüğünün ihanetle kayganlaştırılıp parmağımdan sıyrılıp gidişi ve beraberinde götürdüğü güvenim. Sonrası işkolik Safiye... Muayeneler, ameliyatlar ve uzun nöbetler... Ellerimle onca kalbe dokunurken, kendi kalbimi yastığa başımı koyduğum anda bile duymaktan imtina edişimle, yalnızlığımı dost bilip yaşatmak için yaşanan bir ömürden ibaret elimde avucumda ne varsa! Onca sene ben de yaşamamışım Yılmaz... Zaman, senin güzel yüreğini amansız bir sevdayla doldurup taşırırken, benim içimi gün gün keskin neşteriyle oyup boşalttı.
Hatırlıyorum da, kantinin tenha olduğu saatlerde sırf seni görebilmek için kütüphane yerine gelir kantinde çalışırdım. Hele bir gün, boş kaldığın anda ufak bir kağıt parçasına yaptığın resminle meşgulken gözlerim sende dalıp gitmişti. O kağıt parçası üstünde ellerinle kalemin dansı nasıl da efsunkârdı! Başını kaldırıp çimen yeşili gözlerinin benimkilerle buluştuğu an alnını kaşıyarak gözlerini kaçırmış, başka şeylerle ilgilenmeye başlamıştın. Ben, beni beğenmediğini düşünüp kahrolurken meğer sen benden kaçıyormuşsun... Neden kaçtık Yılmaz? Kaçtıklarımız bize sormadan gelip yine gönüllerimizde yuvalanmadı mı?
Tam seni bulmuşken, sonsuza dek kaybetmek ne demek biliyor musun? Savaşın bile kuralları hukuku varken, aşk dedikleri şey, tüm kural tanımazlığıyla bir kalbi kaç kez kırar? Kaç kez aynı kurşunla aynı noktayı hedef alıp vurur? Ben kalbimin sen köşesinden bir kez daha vuruldum bu sabah... Mektubunla yeşeren kocaman ümitlerim üç beş cümlelik bir mesajla boynuma dolandı; kaybettik diyordu arkadaşın, Yılmaz'ı kaybettik! Boğuluyorum sandım o an... yumruklarımı sıktım, nasıl bir acı ki nefesin kesiliyor da içindeki sesler kesilmiyor?
Uzun uzun düşündüm, her şey farklı olabilir miydi diye, evet olabilirdi Yılmaz. her şey bambaşka olabilirdi. Mutlu, çok mutlu olabilirdik.. İncir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden atışmalarımız, sımsıcak sarılmalı barışmalarımız olurdu.
Belki de yürütemez kopardık birbirimizden, acıya acıya iyileşir, öksüz hayaller büyütmezdik sinemizde. Yaşanmayanlara feryadımız değil, acı tatlı yaşanmışlıklarımız olurdu ellerimizde. Keşkelerle, acabalarla lime lime edilmiş hayatlarımız yakamıza yapışmazdı... Ne uğruna harcadık kendimizi? Azıcık cesaretimiz olsaydı, bu soruya verecek bir cevabımız da olurdu...
Gözlerimin önünde solan onca hayatla, bitti denilen anda yeniden yaşama tutunan inatçı canlarla her an iç içeyken; yaşama da ölüme de böyle aşinayken, neden senin gidişin aklımda böylesi kuvvetli bir isyan fırtınası estirip dallarımı kırıyor? Hıçkırık sarsıntılarıyla tekliyor kalbim, daha otuz beşinde, bu zehirden beter veda niye?
Seni, bulduğum gün kaybettim ben Yılmaz... Göğüs kafesimde başlayan yangın, tüm bedenime yayılmaya başladı. Arkamda gözü yaşlı kimseyi bırakmadım demiştin, yanıldın. Şimdi tüm aczimle, geri getiremeyeceğimi bile bile bir dilek hakkım olsun istiyorum, son bir şans,. Senin dile getirmekten sakındığın acıyı sözcüklere katıp toprağına fısıldasam; denizinden kaçıp kaynağına doğru akar mı zaman denen o nehir? Gözyaşlarımla sulasam köksüz ümidimi bir kez daha gözüme değer mi yeşil gözlerin?
Hoşça kal gizlim, vuslatsız aşkım, sonsuz özlemim...
Kadının Safiye