bc

AŞK DÖNÜMÜ

book_age16+
852
FOLLOW
7.4K
READ
HE
second chance
blue collar
drama
bxg
superpower
like
intro-logo
Blurb

Bir mektupla başladı her şey... Teknolojiye yenik düşmüş bir haberleşme aracının kapımdaki varlığına dahi şaşırmışken; yaşattığı olağanüstü hadiseler nasıl anlatılır ki?Bir anlaşma sunuldu önüme...En zayıf anımda kulağımda yankılanan bir ses, muhakeme yetimi benden çalınca, payıma düşenin yaşamak olduğunu pekâlâ bilerek düştüm bu yola... Gönüllü savrulduğum bir maceranın hangi tarafındaydım? Kazançlı mıydım, zarara mı uğramıştım? Hesapsızca hissettiğimi yaşamak kazancın en büyüğüydü belki ama ya sonra?Sonrasını düşünmek için artık çok geçti... Aşk kollarını açmış beni çağırırken bu kez kaçmayacaktım! İkinci ve son şansımın tadını çıkaracak, yüreğimin avaz avaz bağıran sesiyle çizecektim yolumu

chap-preview
Free preview
ÇOĞUL YALNIZLIK
Yoğun bir mesainin ardından, "Güle güle Safiye Hocam." diye seslenen danışma personeli Gülşah'a zoraki bir gülüşle baş selamı verip hastaneden çıktım. Her ne kadar işimi çok seviyor olsam da bazı günler insanüstü bir gayretle çalışmak hem yorucu hem de ziyadesiyle yıpratıcı olabiliyordu. Bugün de o günlerden biriydi ve peş peşe dört ameliyata girmiştim. Otoparktaki arabama binip fiziksel ve zihinsel yorgunluğumu hafifletmek amacıyla radyoyu açtım. Çalan müzik eşliğinde doğruca evimin bulunduğu siteye sürdüm. Yaklaşık yirmi dakikalık bir yolculuk sonrası arabamı siteye ait otoparka park edip altıncı kattaki evime çıktım. Günün tüm yükünü çeken ayaklarım şiştikleri yetmez gibi ayakkabılarımı yırtıp kurtulmak istermişçesine sızıyla zonkluyordu. Tasavvuru dahi rahatlatıcı olan ılık bir duş akabinde de bir fincan kahve alıp koltuğa yayılmak, şu an ihtiyacım olan tek şeydi. Kilide taktığım anahtarı çevirirken, eşikte duran zarfı fark ederek duraksadım. Eğilip elime aldığımda ise bir mektup olduğunu anlayıp daha da şaşırdım zira bu teknoloji çağında e-postaların ve sosyal medyanın mektup kavramını yok ettiğini düşünen yalnız ben olamazdım. Kapı önünde oyalanmadan hem yorgunluğum hem de elimdeki mektubun içeriğine duyduğum merak sebebiyle hızlıca içeri girdim. Aklımdaki duş fikrini erteleyip salondaki lila renkli koltuğa oturdum. Gün boyu sımsıkı bağlı duran kestane rengi saçlarımdan tokayı tek hamlede çıkarıp saçlarımı savurdum. Önüme düşen bir tutamı kulağımın arkasına ittikten sonra elimdeki zarfı incelemeye koyuldum. Ne ön yüzünde ne de arka yüzünde gönderene dair bir bilgi vardı. Bu durumdan tedirginlik duysam da merakıma yenik düşerek zarfı açtım. İçindeki kâğıtları çıkarıp son derece okunaklı ve güzel bir el yazısıyla kaleme alınan uzun mektubu okumaya başladım. "Merhaba Safiye, Kilometrelerce uzağımda olmana rağmen şehrimin rüzgârlarına, çiçeklerine kokusu sinen her sallanan yaprakta saçları savrulan kadınım merhaba... Kaşlarını çatma hemen, kadınım dedimse ne olmuş? Sen benim içimdeki ormana kibrit çakan, yangınımın müsebbibi güzel kadın; sözüne sözüm karışamazken kalemin hatırına, yakıştığı satırda kalsın hitabım!" Ne laubali bir girizgâhtı böyle! Bu da ne demek oluyordu şimdi? İstemsizce çatılan kaşlarım ve kısılan gözlerimle asabi şekilde okumayı sürdürdüm. "Sözüm, sözüne karışmaz... Ne acıdır bu bilir misin Safiye, anlatayım mı biraz? Ya da boş ver... baktığım yerde seni görürken sesinden, sözünden mahrum kalmanın, yokluğunun ve en kötüsü de imkansızlığının sızısını lügatteki hiçbir kelimeye yük edemem can parem... Beni tüketen o acıdan, sözcükler bile yaralansın istemedim. Günlerce, aylarca, yıllarca ve hesabını dahi tutamadığım saatlerce hep sustum ben. 'Onca zaman sustun da şimdi neden dile geldin be adam?' der gibi bakma satırlara, açıklayacağım elbet ama hiç olmazsa kalemimin mürekkebine tebessümün karışsın. Güneşvari gülüşünü sun ki kara mürekkep yeşersin... Ah Safiye, adın gibi duru, tertemiz bir sevda büyüttüm sana günbegün. Sen bunu hiç bilmedin, beni hiç görmedin... Deniz, masadaki çay bardağını kazara üstüne devirdiğinde yanan elin ve acıyla sızlanışın benim tüm bedenimi tutuşturmuştu oysaki. Ders çalışmaktan bozulan ela gözlerine ilk kez taktığın çerçevesiz gözlükle, bakımıyla uğraşıp vakit harcamak istemediğin uzun kumral saçlarını çene hizasına dek kestirdiğinde, çalınan telefonunun ardından 'Babama ne diyeceğim ben!' diyerek çaresizce ağlarken, sınav zamanları uykusuzluktan şişen gözlerinle kahve alıp ayılmaya çalışırken, fakülteyi üçüncülükle bitirdiğinde kahkahalarla gülerken güzelliğin bambaşka hallerine bürünüyordun." Bu kısmı okuduktan sonra kısılan gözlerim hayretle kocaman açıldı. Bir an yazılanları anımsamak isteyerek hafızamı yokladım. Evet, bundan emindim elimin yanışı fakültenin ikinci senesi, gözlük kullanmaya başlamam, belime dek uzanan saçlarımı kestirişim ve telefonumun çalınması ise üçüncü senesiydi. Üniversite yıllarımdan bahseden ve neredeyse benim bile unuttuğum üstünden onca zaman geçen olayları böyle ayrıntısıyla hatırlayan kim olabilirdi, kim? "Hayat çok garip Safiye... Bu sevda neden hep olmaza müpteladır? Aslına bakarsan, hayat değil tuhaf olan, benim. Karşına geçip konuşamayacak kadar korkak, senden vazgeçemeyecek kadar aciz oldum her zaman. Belki de kolaycılık yaptım, karşına geçip gözlerinde yansımamı görünce ait olduğum yeri hatırlamaktan imtina ettim. Uzaktan sevdim, hep çok sevdim seni Safiye... İçimde öyle çok büyüdün ki kendi tenimde misafir oldum; varlığımı konduracak yerim kalmadı! Çoğul bir yalnızlığın kıskacında kıvranıp durdum. 'Çoğul yalnızlık mı olurmuş?' diye düşünme boşa, nasıl ki ben hücrelerime kadar seninle doluyken sensizlikten mustaripsem; yalnızlığın, yalından türemiş olması da köklerine ihanet etmeyeceği anlamına gelmiyor. Adamına göre muamele yapan mürai tabiatlı aşk, zehrini zerk ettiğinden beri mutlu âşıkları izleyerek, ölemeyerek yaşadım bunca sene. Yarama başka bir yüreği yara bandı yapmadım. Muhtemelen yaptığım tek doğru iş de buydu... olasılıklara sığınıp başka bir ömrü heba etmeye hakkım yoktu... Hayatta öğrendiğim diğer şey de şu ki; ölüm korkusu diye bir şey yok biliyor musun? Aksine, ölüm cesareti var. insan yok olacağını sezdi mi çılgınlık uçurumundan yuvarlıyor tüm ihtiyatını! Şimdi bana hastasın diyorlar, kötücül bir maraz bedenimi kemiriyormuş. Güzellikten başkası barınmaz bu bedende diyorum gülüp geçiyorum. bilmiyorlar içimdeki seni... Bilmesinler de! Hayalinin yılmaz müdavimidir yüreğim, hep gizlimde kal sen... Sen de beni bilme kadınım, tıpkı mektuplar gibi sessizce tedavülden kalkıp gidiyorum. Hayat oyununda bana ayrılan süre dolmuş, arkamda avuçları patlayana dek alkışlayan seyirciler de bırakmadım gözü yaşlı bir eş, evlat da! Kalbimde sevdanla bir başıma gidiyorum. Mutlu kal, kendine iyi bak..." Mektubun son cümlesini de okuyunca istemsizce dolan gözlerimden bir damla, usulca süzüldü yanağımdan. Boğazıma oturan yumruyu yutkunarak gidermeye çalışıp diğer sayfaya baktım ve gördüğüm kara kalem portrem ile adeta dibe vurdum. Titreyen ellerime eşlik eden gözyaşlarımla tesirinden çıkamadığım mektubu tekrar tekrar okudum. Bir süre sonra gözyaşlarım dinse de ruhen bitik vaziyette duşa girdim. Duş sonrası kafamın içini tırmalayan bu sarsıcı satırları kimin yazdığı sorusuna bir ipucu bulma arzusuyla mektubu bir kez daha okudum. Mektupta bahsi geçen üniversite anılarına odaklandım. Hafızamı zorlayarak o anları anımsamaya çalıştım. Düşündükçe farkına vardığım nokta ise, elimin yanması ve telefonumun çalınmasının kantinde gerçekleşmiş olmasıydı. Beynim patlama noktasına ulaştığında mideme değin rahatsızlık veren baş ağrılarına rağmen birkaç kez daha mektubu okudum. Şimdiye kadar varlığından bihaber olduğum insan bir mektupla beni bu denli sarsmayı nasıl başarmıştı? Yazan her kimse, mutlaka bulup görüşmem lazımdı. Böyle saygı duyulası hislere liyakatimi sorguladım ister istemez ve ipucu arayışına devam ettim. Bir süre sonra günün yorgunluğu ve ağlamaktan kaynaklı bir uyku hali ile oturduğum koltukta gözlerimin kapanmasına engel olamadım. Gözlerimi açtığımda saat sabah ona geliyordu, neyse ki tatil günümdü ve bu gizemli mektubun sahibini bulma çalışmama ara vermek zorunda kalmayacaktım. Mektubu elime alıp gözden kaçırdığım parçaları birleştirmeye çalıştım. Kantinde geçen anılar. Kantin... Bir anda kafamın içinde patlayan havai fişeklerle mektubu pürdikkat okumaya başladım. "Hayalinin yılmaz müdavimi..." kısmına geldiğimde ve de portreye bakınca aradığımı bulduğumdan emin oldum. Tabii ya oydu... "Yılmaz..." Üniversite yıllarımda kantinde çalışan Yılmaz'dı yazan, kesinlikle oydu. İçimdeki ses de tahminimi desteklercesine onu bulmaya itiyordu beni. Yılmaz... Bebek yüzlü mahcup delikanlı, namı diğer Bebeto Yılmaz! Resim kabiliyeti ve yakışıklılığıyla pek çok kızı kendine meftun eden, benim de "Bana mı bakacak!" diyerek uzaktan uzağa sevdiğim aşkımdı. İçime taş misali oturan hastalık meselesiyle kıvranarak hemen sosyal medya uygulamalarında profilini bulabilmek ümidiyle adını soyadını girip arattırmaya başladım. Uzun arayışlardan sonra, bulduğum profile baktığımda hiç değişmeyen gülümsemesi ve bebeksi yüzüyle şüphesiz Yılmaz'dı bu. Duvarına iki gün evvel bırakılan "Kardeşim, dualarımız seninle..." mesajını gördüğüm an içimde hissettiklerimin tarifi yoktu. Eski bir yangının küllerinde boy veren üzüntü, merak, acıma ama en çok da pişmanlık... Karmakarışıktım, tıpkı bir kördüğüm gibi! Hemen mesajı bırakan kişiye Yılmaz'ın eski bir arkadaşı olduğumu ve durumunu merak ettiğimi bildiren bir mesaj yazıp beklemeye başladım. Tedavi gördüğü hastaneyi öğrenip derhal ziyaretine gitmek, hastalığı hakkında bilgi almak istiyordum. Telefon ekranına kilitlenmiş vaziyette işkenceye dönüşen bekleme durumunu sürdürdüm. Birkaç dakika sonra, karşı tarafın mesaj yazdığını gördüğümde kalbim heyecandan bir kuş gibi çırpınmaya başladı. Ancak gelen mesajı okuyunca, heyecan yerini derin bir eleme bıraktı; "Merhaba hanımefendi, Yılmaz'ı dün akşam kaybettik. Güçsüz bedeni daha fazla dayanamadı kanser illetine. Mekanı cennet olsun, başımız sağ olsun." Öylece donup kaldım... Benim mektubu okuduğum sıralarda onun can çekiştiğini düşününce yeni bir ağlama nöbetine tutuldum. Aklıma musallat olan her şey daha farklı olabilir miydi sorusu da canımı daha çok acıtıyordu. Hayat ertelemeyi affetmiyordu... Aymazlığımızı körükleyen ön yargılarla, ne ben ona açılabilmiştim ne de o bana tek söz etmişti. Birbirimize başkasının gözünden bakıp kalp sesine kulak tıkayarak gönül imtihanından sınıfta kalmıştık ikimiz de. Yılmaz'ın mezarı olan keşkeler, benim de cellâdım olmaya adaydı...

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
521.9K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

HÜKÜM

read
223.9K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook