Yılmaz'ın benim için kullandığı hitapla mektubumu noktaladığımda gün çoktan batmış; akşam, geceye kucak açmıştı. Çalışma masamda kafamı ellerimin arasına alıp gözyaşı sağanağımdan yazdığım mektubu da nasiplendirmeye başladım.
Düşen her damlayla dağılmaya başlayan mürekkep, cümlelik vasfını yitirmiş yetim sözcük öbekleri yaratıyordu. Tıpkı bizim gibi, birbirlerine sımsıkı tutunmalarına müsaade edilmeyerek pare pare silikleşiyorlardı. Kağıt da derinlerine işleyen tuzlu suyla yıpranarak derdime ortak olduğuna çoktan pişman olmuştu.
Güçlükle kalktığım masadan, elimde sıkı sıkı tuttuğum Yılmaz'ın elinden çıkan tek hatıra olan karakalem portrem ile salona doğru ilerledim. Kendimi koltuğa bırakıp resmettiği suretimde uzun saçlarımı uçuşur vaziyette çizimine bakınca, onu bu felakete sürükleyen bir rüzgar olduğumu hissettim. Ne acı... Ben onlarca hayat kurtarmanın sevincine alışık kalp damar cerrahı Safiye, kararan bir hayatın müsebbibi olduğum duygusuna hiç aşina değildim. Bu öylesine işkencevari bir histi ki bedenimde zulmünden azade uzvum kalmamıştı.
Bir şans daha olsaydı, keşke zamanında yetişip ellerinden tutabilseydim Yılmaz diye iç geçirirken kaçırdığı otobüsün arkasından koşan bir yolcu vaziyetinde beyhude çırpındığımın da farkındaydım. Adeta akıl tutulması yaşıyordum; acı, en absürt şeyleri bile insana umut diye sunuyordu! Eskiye dönebilsek diyordu kalbim; geçmişe dönsek, aşkla mayalasak mutluluğumuzu bu derin keder zamanın rahmine düşer miydi hiç? Bu saçma fikre delicesine tutunmak istiyor, kendime engel olamıyordum. Tüm bu sersemlik haliyle içimde kaynayan dileği serbest bıraktım dudaklarımdan,
"Bir şans, tek bir şansımız daha olsaydı keşke!..."
Çatallaşan sesimle dile döktüğüm iki cümlenin hemen sonrası, zifiri bir karanlığa gömüldü ortalık. Elektriklerin kesilmiş olabileceğini tahmin edip üstüne düşmediğim bu durumdan şikayet edecek halde de değildim zira. Odama dahi gidemeyecek kadar bitkindim, elimdeki porteyi göğsümün üstüne koyup cenin pozisyonunda kıvrıldığım koltuk köşesinden duyduğum erkeksi ancak yumuşak sesle irkildim.
"Safiye!"
Yaşadığım sarsıcı olay sebebiyle, aklımın bana oyun oynadığını düşünerek önemsemedim bu çağrıyı. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım belli ki zor bir gece olacaktı. Geçen birkaç dakikalık süre zarfında, gözlerim kapanmaya meyletmişken yine aynı ses, bu kez bir parça yüksek sayılabilecek tonda çağrısını yineledi.
"Safiye!..."
Bu kez, içimi ciddi bir korku kaplamış sırtımdan geçip bütün bedenimi buz kestiren ürpertiyle bedenim taş kesilmişti adeta! Kocaman açılan gözlerimle kımıldamaksızın kulak kesilip odayı dinlemeye başladım ve çok geçmeden aynı ses, benden cevap almak istermiş gibi seslendi bu kez,
"Safiye!..."
Dehşete kapılıp kısık sesimle karşılık vermeye yeltendim. Ancak yaşadığım korku sebebiyle dilim düğüm olmuşçasına sözcükler ağzımdan çıkamıyordu. İkinci deneyişimde zoraki şekilde cevap verebildim. Çıldırıyordum galiba, kendi kendime konuşmam da bunun bir işaretiydi...
"Kimsin sen, ne istiyorsun?"
Yattığım koltuktan kalkıp kaçmaya çalışırken, odayı dolduran uyarıcı sesle bu girişimime son vermek zorunda kaldım.
"Kalkma Safiye, arkana dahi dönme ve yalnızca dinle!"
Gün boyu kederden dökülüp tükenmeyişi hayret verici olan gözyaşlarım bu kez de korkuyla gözlerimden firar ediyorlardı. Donakalmış vaziyette tekrarladım sorumu,
"Kimsin, nesin sen? Benden ne istiyorsun?"
Ellerim ve tüm bedenim korkudan titremeye başladığında gizemli ses yine yumuşak bir tonla karşılık verdi,
"Ben bir görevliyim sadece. İstekte bulunan sensin, ben de dileğinin kabul edildiğini bildirmekle yükümlüyüm."
Görevli?... Dilek? Anlam veremiyordum, içinde bulunduğum korku hali de algılarımı zayıflatarak aklımı kullanmamın önünde büyük bir engel teşkil ediyordu. Önceki sorumu daha da ürkek bir sesle tekrarladım,
"Nesin sen? Nesin?"
Gizemli ses de önceki cevabını tekrar etti,
"Ben sadece bir görevliyim, dileğinin kabul edildiğini bildirmekle yükümlüyüm."
Bu ne demekti ki şimdi? Ne dileği?
Aklımdakileri okurcasına cevap verdi gizemli ses,
"Geçmişe dönme dileğin, bir anlaşma şartıyla kabul edildi."
Zihnimi okuyan insanüstü gizemli sesin söyledikleriyle korkudan tam anlamıyla sıyrılamamış olsam da o yumuşak tını, anlayamadığım şekilde içime ferahlık veriyor, yavaş yavaş çözülüyordu taş kesen bedenim. Algılarım tam anlamıyla açıldığında, az evvel tutunmaya çalıştığım o saçma fikrin, dudaklarımdan firar eden o dileğin kabul edildiğini söylüyordu bu ses! Mümkün müydü böyle bir şey? Şaşkındım... Gizemli sese durumu sorguladığımı ve şaşkınlığımı dışa vuran bir cevap verdim,
"Bu nasıl olur? İmkansız..."
"İmkansız değil, benimle anlaşmayı kabul edersen gerçekleşmesi zor değil..."
Kulaklarımda yankılanan ses, gizemli sesin bu cümleyi gülümseyerek sarf ettiğini düşündürüyor, beni de fevkalade rahatlatıyordu. Evimde gizemli bir sesle karşılıklı bir sohbete girişmiş halimden duyduğum rahatlama! Çılgınlık ve zırvanın zirvesini görmenin rahatlığıydı bu anlaşılan...
"İnanarak, kalpten dilediğin şey zırva değildir Safiye. Geçmişe tam da bulunmayı istediğin zamana döneceksin. Benimle anlaşmayı kabul ediyor musun?"
Gizemli ses, bir kez daha aklımı okuduğunu yüzüme vurduğu sözleriyle aşikar etti. Ben, bu durumun bende yarattığı mahcubiyetle sessiz kalırken, o teklifini yineledi,
"Geçmişe döneceksin, benimle anlaşmayı kabul ediyor musun Safiye?"
Geçmişe dönmek... İçimde duyduğum merak ve coşkuyla cevap vermeye çalıştım,
"Kabul ediyorum!"
Verdiğim cevapla daha da yaklaşan ses, adeta başucuma gelmiş gibi bir yakınlıkla karşılık verdi.
"Kabul ettiğine göre arkanı dönebilirsin Safiye..."
Sesin komutuyla yerimden doğrulup arkama döndüğümde karanlıkta bir gölgeyle karşı karşıya kaldım. Normal şartlar altında, çığlık çığlığa kaçmam gereken bir durumdan zerre kadar korku duymuyor oluşum da apayrı bir tuhaflıktı. Ayağa kalkıp gölgenin tam karşısına konumlandırdım kendimi ve merakla konunun derinlerine inmek istedim.
"Anlaşma şartları nedir? Neden ben?"
"Birçok hayat kurtardın Safiye, pek çok iyilik yaptın. Geçmişe dönmeyi öyle içtenlikle istedin ki bu dileğin kabul edildiğini sana bildirmek üzere görevlendirilip yanına gönderildim. Anlaşma da şu; geçmişe şu anki bilincinde döneceksin ve telkinle çevrendeki kişilerden yalnız birinin hayatını değiştirme hakkın var. Ancak bu durumundan kimseye bahsetmeyeceksin. Her şeyi sil baştan yaşamaya ve bedelini ödemeye hazırsan yolculuğun başlayacak."
Duyduklarıma inanamıyordum, geçmişe gönderilmek ne muazzam bir teklifti! Kalbim heyecandan delicesine atıyordu. Üstelik hayatına dahil olmak istediğim insan da belliydi, bu bir rüya olmalıydı gerçek olamazdı...
"Rüyada değilsin Safiye, duydukların gerçeğin ta kendisi. Anlaşmanın kurallarını artık biliyorsun herhangi birini ihlal ettiğinde, mevcut yaşamında elde ettiklerini de kaybedeceksin. Kararını ver."
Gölge, yine zihnimdekini yüzüme vurarak anın gerçekliğine beni ikna etmişti. Ne diyecektim? Yılmaz'la ikimizin de mutlu olacağı anları yaşamak için tüm okul hayatımı sil baştan yaşamaya tüm o sıkıntılara yeniden göğüs germeye hazırdım. Düşünmeye gerek yoktu, yüreğimin sevinç nidaları, aklımı saf dışı bırakmıştı bile...
"Tüm şartları kabul ediyorum" dedim coşkuyla, "Her şeye hazırım!" diyerek de gönüllülüğümü bir kez daha vurguladım.
"Pekâlâ!" diyen Gölge, konuşmanın başından beri süren hareketsizliğine son verip bana doğru elini uzattı. Baş ve işaret parmak uçlarını köprücük kemiklerime dayayıp avuç içini iman tahtama bastırdığı an ortaya çıkan şimşekvari beyaz ışık parlaması görme yetimi benden söküp alırken bedenimin havalandığını hissettim.
Sonrasında yoğun ışık altında yükselen bedenim adeta güçlü bir hava akımına kapılmış gibi şiddetle savrulmaya başladı. Etrafımda neler olduğunu göremediğim yetmez gibi, bu hava akımında almaya çabaladığım düzensiz ve yarım nefesler de ciğerlerimi yakıyor, hayati fonksiyonlarımı tehdit ediyordu. Ölüyor muydum yoksa? Ölmek böyle bir histi anlaşılan!
Kendimi ölümün kollarına bıraktığımı düşünüp nefessiz tepkisiz kalmışken, sert bir zemine çarpma hissiyle canımın acıyışına delicesine sevindim. Ancak hala görme yetisine kavuşamayan gözlerim nedeniyle nerede olduğumu anlayamıyordum. Bir şeyler olmuştu ama neler olduğunu bilememek, türlü ihtimallerle aklımı yoruyordu.
Zaman algım kaybolmuş, çarptığım yerde hareketsizce ne kadar süre kaldığımı dahi kestiremiyordum. Tüm kemiklerim dayak yemişçesine ağrıyordu. Bir müddet sonra gözlerimi tekrar araladığımda bu kez bulanık da olsa bir görüşe sahip olmanın sevinciyle doğrulmaya çabaladım.
Bedenimdeki ağrı sebebiyle yüzümü buruşturarak ve güçlükle tamamladığım kalkma eyleminin ardından görüşümün netleşmesi için gözlerimi ovalayıp etrafa bakındım. Gördüklerim karşısında şok oldum, tam da üçüncü sınıfta, Deniz'le birlikte çıktığımız öğrenci evindeki odamdaydım.