Gülderen Nene şu günler en büyük torunu Aze için fazlasıyla endişeleniyordu. Sanki torunu eski torunu değildi.
Yükü ağırdı genç kızın. Yetim olmak kolay değildi. Elbet bunun bilincindeydi de ne olursa olsun güzel kızı yaşının ufak olmasına rağmen üstesinden gelmiş kendisinin sağ kolu olmuştu. Bir şekilde yükünü yüklenmiş yıllardır belli etmemişti..
Şayet şu günler yükü mü ağır geliyordu güzelinin yok sa yeni yükler mi ediniyordu bilemedi..
Güzel demekte söz müydü Aze si için. Rabbim dillere destan Aygül gelinin güzelliğinden birde köye nam salmış oğlunun yakışıklılığından almış, hepsini en büyük torununa ekleyivermişti sanki.
Kendi güzel de bahtları karaydı..
Kaderleri kötüydü gariplerin. Eğer kötü kader bu dünyaya anasız babasız tutunmaksa eğer kötüydü işte.
Haşa Allahın çizdiği yolun hesabını tutmak değildi onunkisi. Sadece dert yanıyordu yine dertlerine derman olacağa..
Kucağında dört çocuk kolaymıydı büyütmesi. Ne zorluklar çekmişti eri ile kendisi onları bugünlere getireceğiz di-ye.
Yine rab yardımcı olmuştu. Ellerinden geleni ardına koymamışlar belleri bükülene kadar dört çocuktan sonra bir dört çocuk daha büyütmek nasip olmuştu onlara.
Dört oğlu vardı Gülderen nenenin. Dört kocayiğidi. Birini erkenden toprağa vermişti. Ikisi koca şehirlerde evli çocuklu, ekmeğinin derdindeydiler.
En sonu ise kırkından sonra doğan oğlu, erteleyip durduğu vatan borcunu ödemeye askere gitmişti.
Kendince bilgiliydi yaşlı kadın. Eh biraz dili uzundu ama o da şu köyde herkeslerde vardı. Ne yapsın içinde tutsa söyleyecekleri kurt olup kendini yerdi. O da dilini tutmaz bulurdu bir yönünü dökmekte sakınca görmezdi ortaya.
Bilirdi herşeyi. Evi çekip yönetirdi. Yalnız şu günler epey yaşlanmış olacak ki torununun derdine bjt türlü çare bulamıyordu.
Allah affetsin ama o yılan gözlü Nazan ve ailesi geldiğinden beri hiç iyi olmamıştı onlar için.
Dert sahibi olmuş köye çare bulmaya gelen Nazana istemese de kin doluydu. Zamanında neler etmişti oğlu ile gelinine de kimse duymamış duyanlarda unutmuştu.
Yine sevmediği ot burnunun dibinde bitmişti işte . O değil de akılsız herifine ne zaman uzak dur şunlardan dese sanki inadına getirip getirip burnunun dibine sokuyordu hepsini.
Yaşananlardan geçmişten haber-i olmayan eri..
Neymiş efendim Adil'in hiçbir farkı yokmuş toprağa koyduğu evladından da onun için dört dönüyordu etrafında.
Doğru yoktu. ALLAH için dört dörtlüktü. Yalnız avradı olacak çok ah almıştı zamanında kedisinden. Yüz yüze geldikleri zamandan beri bir ikisi biliyordu aralarında geçeni. Nazan bittim ben artık bu saatten sonra işim dualara kaldı der gibi baksada Gülderen nene de zamanında döktürduğün gözyaşlarımı toplamaya geldin diyerek cevap veriyordu ama sessizce. Kimse duymuyordu aralarında geçen konuşmayı. Herifi bile.
Yine de yaşlı yüreği hastalıktan kırılmış solgun yüze odaklandığında kaldıramıyordu gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını.
O derenin altından çok sular geçip gitmişti.
Herkes evlenmiş ev bark sahibi olmuştu..
Gelip geçici olan yine onlardı . Varsın geçip gittikleri zamana kadar eyleşsin dursunlardı.
O vakte kadar dilini tutacak bir söz etmeyecekti.
Zaten Naza nın zamanında çok uzun dili çoktan çekilmişti..
.....
Evi dört döndü bunları düşünürken. Herkes işine gücüne gitmiş küçük torunları çoktan sokakları arşınlamış âmâ halen Aze den ses soluk yoktu..
Normalde altı dedin mi yatağından fırlayan genç kız şu son günlerde öğlene kadar yatıyordu .
Gece onun uyumadığını biliyordu yaşlı kadın. Ne zaman gece namazına kalksa odasından gelen tıkırtıları işitiyordu. Niye uyumamış bu gene diye odasına daldığında pencerenin önünde biçare bir kuş gibi tünediğini görüyor birde uykum kaçtı nenem diye yalan söylediği anlayınca zoruna gidiyordu..
Vardı bir derdi de yakın zamanda çıksaydı kokusu . Çok geç olmadan.
Bu uyku denen illet her gece mi kaçardı canım.
Şimdi de kaçan uykular öğlene kadar tepesine çökmüş olacak ki hiç ses etmiyordu.
Daha fazla sabır gösteremeden torunlarının kaldığı odanın kapısını hızla araladı. Eski kapının çıkardığı sese bile tepki vermedi Aze.
Üzerine giydiği çiçekli pijaması göğsüne kadar sıvanmış beyaz teni ortaya dökülmüş ölü gibi yatıyordu..
Siyah uzun saçlarını hiç bağlı yatamazdı torunu. Mısır püskülü gibi darmaduman olmuş yattığı yastığın üzerine şelale gibi akmıştı..
Birgün ya saçı boğacaktı bu kızı ya da yüzünü gömdüğü yastıktan kendiliğinden boğulacak tı. Allah korusun.
Yaşına bakmadan attığı her adımla deyim yerindeyse bastığı tahtayı çökertti Gülderen nene. Yılların tahtasından çıkan sesi kendi ağır duyan kulağı işitti de torunu duymadı.
Yatağa yaklaştı. Pencerenin önünde ki kara taş çıkıntısında duran suyu,yaz gününde kuruyacağından emin olduğu yatağın üzerinde yatan torununun açılmış belinin içine hiç acımadan boca etti.
"Kalk gayri öğlen oldu " diye bağırdı..
Aze hiç görmediği denize ayakları uzatıyor saçlarının dalganın yaklaşırken estirdiği ruzgara kapılıp uçmasını görüyordu rüyasında.
Yanında oturan adamın kendisine güldüğünü biliyor ama bir türlü yüzünü göremiyordu..
Oturduğu koca kayaların üzerinde adamın yüzünü tam görmek için ayağa kalktığında ne olduysa birden olduğu gibi kendisini suyun içinde buldu.
"boğuluyorum anammmm " diyerek can havliyle yataktan hızla ayağa fırladı. Birden öyle sıçrayınca başını alçak da bulunan tavanlarına çarptı.. canı yandığı an acıyla gözlerini açtığında artık ne denız vardı ne de adam.
Nenesi iki elini beline vermiş tepesinde kıh kıh gülüyordu.
"Kız ne boğulması bır sürahi suyla " diyerek kahkaha atınca Aze üzerine çıktığı yatağın üzerinde tepinmemek için kendini zor tuttu.
Sanki çiş yapmış gibi belden altında ki ıslaklığı gösterip "Nine ALLAH aşkına ya. vicdanın yokmu senin sabah sabah. Bu nasıl uyandırma şekli "diyerek sitem etti.
Gülderen nene torununun tutumuna bakıp bir güzel paylamayı es geçmedi..
"Kız ne sabahı öğlen oldu öğlen. Kara Ali'nin tayları gibi devirmişim götü başı daha yatıyon " dedi sinirle.
Aze önce çıktığı yatağa sonra duvarda asılı olan saate baktı. Nenesi doğru söylüyordu. Saat şuan tam anlamıyla bir buçuğa gelmek üzereydi de geçiyordu.
"Anam anam bittim kız nine ben bittim. insan erken uyandırır işe geç kaldım ya" diyerek bir sağa bir sola dönüp dün gece çıkarıp pijamalarını giydiğinde kıyafetlerinin derdine düşmüş paniklemişti..
"Teeee iş mi kalır bu vakte. Gitmeyiver. Herkes görsün kendi işini " diyerek oralı olmayan yaşlı kadın, kendi eliyle ıslattığı yatağın üzerinde ki yorganı kaldırmaya çalıştı..
"Olur mu nenem. Adamlar beni aylık maaşa bağlamış. Hiç tarla işine benzer mi bu. Aylık bir buçuk milyarı kim verir şu zaman da " Diyerek halen eski para terimini söylen Aze nihayet kıyafetlerini bulmuş üzerine giyinmeye başlamıştı..
Zor bela kaldırdığı yorganı Aze'nin sözünden sonra hırsla yüklenip "Çalışana her yerde iş var. Dedenin emekli maaşı yetiyor şükür. Gitme işte. Nine sözü dinle biraz ne var " diyerek ahşap pencerenin önüne koyup sermeye çalıştı.
"Çalışalı iki hafta olmuş. Akıma karışan yok karama karışan yok. Yaptığım iş yemek bulaşık. Zaten fırsat buldukça sana da yardım ediyorum. Yaşlı damarın kabardı yine iş diye söyleyince ninem. Anlamıyorum ki tutturdun gitme diye. Neden "dedi. Nihayet üzerine elbisesini giymiş salkım saçak saçlarını toplayıp başına yemenini bağlamaya çalışırken..
"Ne halin varsa gör. Iki çift doğru lâf edince yaşlı damarı diye çıkışıyorlar eşek sıpaları dedesi kılıklılar. Söz dinlemezler ki. Kapıda ki itin hesabina tutmuyorlar benim dediğimi." diyerek ağzına ne geldiyse söyledi.
Aze alışkındı bunları duymaya. Arada ninesinin keçileri bir yoklar giderdi. Yine de onun yaşlı ve yorgun yüreğinin kırılmasını hiç istemezdi.
Yanına yaklaşarak yanında küçücük kalan ninesinin boynuna doladı narin kollarını. Cekil git desede iyice sarılıp yılların izini taşıyan buruşuk yanaklarından öptü. "Güllüşüm kız sen ay başından kesileli çok olmadı mı. Ne bu atar tutar " diyerek kahkaha atıp birde yanaklarını ısırmaya çalıştı.
Nenesi duyduğu laflara kızarak, kendisinden epey uzun olan genç kızın kollarından kurtulmaya çalışırken bastı bağrıltıyı.
"Tövbe estağfurullah. Kız sen ney den ney söylen. Ah o diline acı biberi sürmezmiyim şimdi senin. Madara ettiler anam beni madara " diye.
Aze attığı kahkahaların açık olan pencereden karşı eve ulaştığını bilmeden son sözünü söylediği gibi kendini dışarı attı.
"Kız güllüş ne anana seslenin.. Anan çoktan toprak olmuş kemiklerinden mezarında koca çınar çıkmış. Kime seslenin de medet umarsın. " diyerek
.......
Aze ayağına nasıl giydiğini anlamadığı terliklerin şıkırtısı ile kendini karşı evin bahçe kapısının önüne nasıl attı bilemedi. Çok geç kalmıştı çok. Oysa sorumluluklarını bilen birisiydi hep.
Demir kapının kolunu indirip çakıl taşları ile kaplı bahçeye adımını attı. Ne diyeceğim ne söyleyeceğim diye içinden vah çekerken üç haftadır etrafı yabani otlarla çevrili bahçeyi adam eden Adil amcasıyla göz göze geldi. Adımlarını hızlandırarak karşısına geçip "Adil amcam kusura bakma. Geç kaldım evde işlerim vardı biraz "dedi uyuduğunu dile getirmeye utanarak.
Adil efendi karşısında eli ayağı biribirine dolanmış kızın yüzüne bakarak gülümsedi. Elinde yeni budamış olduğu güllerden daha güzel olduğunu birkez daha gördü. Onlar kadar bakınası. Onlar kadar dalından koparılmayı hak etmeyecek kadar izlenilesiydi.
Son zamanlarda eşinin ısrarlarını düşününce yüzünde oluşan hüzünlü tebessümüyle karşılık verdi.
"Olur mu kızım. Bitirseydin işlerini. Başta konuştuğumuz gibi zorla değil kızımız gibi bu evde gönüllü hizmet etmeni isterim " dedi. Elinde tuttuğu gül demetini uzatarak almasını sağladı..
Aze içinde kendine sayıp sövdü. Şöyle güzel davranan adama haksızlık ettiği birde yalan söylediği için kendisine demediğini koymadı.
"Bitti işlerim Adil amca. Sağolasın. Hemen ıçeri geçer öğlen yemeğinizi hazır ederim " dedi.
"Olur kızım. Gülleri vazoya koymayı unutma. Nazan teyzen yeni uyudu. Ara öğün hazırladık ona. Biz tok gibiyiz. Acele edip yorma kendini. Eğer yapabilirsen ben şu yıllardır kullanılmayan ocağı hazır hale getirdim, sen de etli güveç hazırlarsan makbule geçer. Kullanalım bakalım gençliğim de ki gibi iyi pişiriyor mu "dedi. Bacasından saatlerdir çer çöp topladığı tandırı kastederek.
Aze hemen diyerek daha fazla vakit kaybetmeden açık olan evin kapısından girdiği gibi kendisini mutfağa attı..
.......
Ne za-man büyürdü bir insan. Hangi yaşa erince büyüdüm sayardı. Akıl büyüyünce mi yoksa bedeni büyüyünce mi. O zaman doğuştan iri yarı ınsanlar hep büyümüş olurdu. Ya da küçükken aklı herşeye yetenlerde öyle. Kişi ayaklarının üzerinde durabiliyorsa şayet o zaman tam anlamıyla büyümüş olurdu. Kimseye muhtaç olmadan kendı doğrularının izinde kimseye akıl danışmadan hareket ederse o zaman tam anlamıyla büyür olmazmıydı.
Ah Aze kız. Baksan büyük evlenecek cağda. Sevsen yetim çocuk yüreği cıvıl cıvıl ne tür sevilme anlamayacak yaşta. Aklı hesap edebildikleri kadar, Görgüsü bir yaşlı dede ve nineden öğrendiği kadarıyla.
Insanları bilmez Aze. Iyi laf edeni yüreği temiz sayar. Kötü söz edeni de en kötü. Akıllar nasıl çalışır henüz aklı ermez. On sekiz yaşında görünümlü on yaşında yetim kalmış hüznü taşır sinsilik yakışmayacak gönlünde.
Mutfağa girir girmez Adil amcaya ettiği dualardan belli saflığı. Sorsan şu köyde yaşayan onca millete derler ki cin gıbı kız. Evi çekip çevirir. Yetim kardeşlerinin küçük anasıdır. Onun yaşında helal böylesine derler.
Ya içi Aze'nin. Tamam dedikleri gibi. Eli iş görür. Kalbi temizdir . Oysa kimsenin kötü niyetini anlamayacak kadar da akılsızdır...
......
Elinde tutup kokladığı gülleri parlak mermer taşın üzerinde bulunan bir önceki solan güllerden arındırdığı vazonun içine yerleştirdi.
Yüzünde var olan gülümsemesi belki henüz canlı olan gülleri bile kıskandırdı. Yüreğinin kanat sesleri ise gökyüzünde süzülen serçeleri.
Toplam üç kişiden oluşan ev halkının o olmadan ettiği kahvaltı bulaşıklarını görünce bir kez daha kızdı kendine.
El çabukluğuyla lavobanın içine biriktirdi. Güneş enerjisinden sağlanan sıcak suyu açıp yıkayacak ken ardından gelen öksürük sesiyle sıçrarken, bir kez daha kenarları yaldızlı porselen tabağı elinden düşmesine mani olamadı.
Böyle giderse genç adam ne vakit ardından dolaşmaya kalksa evde tabak çanak bırakmayacaktı..
"Eyvah eyvah. Gitti canım tabak " diyerek yere düşen tabağın derdine düşüp eğilip toplamaya başladı. Sanki geri tamir edilerek onarılacak birşeymiş gibi bide özen gösterdi..
"Acaba diyorum. Çokmu korkunç biriyim be Aze " dedi tıpkı kendisi gibi geç kalktığı sesinin pürüzünden belli olan Ali Mert.
"Yoo yok canım. Benim sakarlığım hep bunlar. Sen öyle birden ardımdan öksürünce korktum ben. Şey sandım" dedi yerde ki tabak kırıklarını toplarken..
Ali Mert gülümseyerek uzun dizlerini büküp dibinde eğildi.
Aze topladığı parçalarıda geri döktü. Yüzüne bakmaya çekinerek bir yemenini düzeltti bir etrafına fırlayan saçlarını. Yerde ki parçaları bile unuttu.. unutuverdi
"Ne sandın Aze. " Dedi ALİ mert. Eline iri parçayı alıp yüzüne baksın diye ıyice eğilerek.
Ikiside kırılmış tabağın başındaydı. Aze adamın yakınlığından ve yine çıplaklığından rahatsız ne dediğini kestiremedi. Bu adam böyle kısa donla askılı üstle gezdiği sürece çok hasta olur haber-i olmazdı.
Birde kokusu vardı ki aklında olanı da alıp götürdü..
Hangi ağacın dibini kazımış olmalıydı ki üzerine ıslak odun kokusunu sindirivermişti. Yaş kamış kokusuna da benziyordu.
Belki belki de yeni sulanmış kurak toprak kokusu olmadı taze ekmek kokusu gibi birşeydi..
Insanın içine çektikçe ciğerlerine doldurası geliyordu bu kokuyu..
Birden ileri gittiğini düşünerek irkilerek kendine geldi. Panik olmuştu. Içinde yaşadığı duyguların sanki görülür olmasından korktuğu gibi ayağa fırladı..
Ne yapacağına karar veremeden mermer tezgahın önünde bitti. Temiz bir yemek yapabilmek için öncelikle bulaşıkları yıkamalı tezgahı kullanılır hâle getirmeliydi..
Mert Ali birden yanından ok gibi fırlayan kızın halini şaşkınlıkla çömeldiği yerden izliyordu..
"Eğer tabak için paniklediysen sakin ol. Alt tarafı bir tabak. Bak orada dizünesiyle var " dedi
Aze durdu. Sanki kendini belli etmiş gibi zaten iri olan gözleri kocaman açıldı. Sesini normal tutmalıydı. Bu kadar cahil olmamalıydı. Evlerinde çalıştığı insanlar hakkında salak saçma düşüncelere kapılıp kendisini salak yerine koydurtmamalıydı.
Ağır oturup batman gelmeliydi tıpkı ninesinin dediği gibi..
"Üzüldüm elbet. Kaçıncı oldu bu. Böyle giderse evi hep başınıza yıkacağım diye korkarım " dedi. Kendini ifade etme çabasında.
"Şu kadarcık boyunla mı yıkacaksın evi başımıza be Aze "diyerek ayağa kalktı. Yerdeki parçaların büyüklerini eline alıp çöpe atacakken küçüklerin toplanamayacak olması bilincinde..
Aze genç adamın söylediğine şöyle bir kendini süzdü. Kendisi mi kısaydı yoksa hemen dibinde gözünün içine bakan adam mı çok uzun anlam veremedi. Yinede kendi evleriyle kıyaslamadan edemedi..
"Şu kadarcık dediğin boy bizim evin neredeyse tavanına değiyor akıllım " dedi parmağıyla yukarıyı gösterirken.
Sonra dediğine bin pişman oldu. Az önce neye karar koymuş neyi uygulamıştı. Nenesi isterse elli kez tekrar etsin dursundu. O yine dilini zapdedemeyi ögrenemedikten sonra..
"Öyleyse sizin tavan pek bir alçaktaymış be akıllım " diyerek kahkaha atan adama bu kaçıncı şu kelimeyi kullandığıydı sayamadı.
"Şeyy Ali ağabey kusura kalma. Dil işte ayarı yok. Öyle yakaladığını kaçırıveriyor düşünmeye fırsat bırakmadan. Karşındakinin kim olduğunu hesap etmeden " dedi. Mecbur kalıp nenesinin ısrarla tembih ettiği ağabey kelimesini istemeden de olsa bastırarak söylemeyi ihmal etmedi..
Ali Mert'in yüzü düştü.
Kenarında duran mini süpürgenin fişini pirize takıp, gözleri kırıkların üstünde cevap verdi..
"O dilini tut be Aze kız. Tut ki benim gibi genç adama bir daha ağabey demesin. Öyle olunca çok kusuruma gidiyor ona göre "dedi.
Ne güzel dile getirmişti. Zaten Aze de ona ağabey demeyi hiç istemiyordu ki. Babasının oğlumuydu akrabasımı sanki. Tamam biraz yaşı vardı. Kendisinden büyük olduğu kesindi.. lakin bazı şeylerin sınırı olmalıydı..
"Biz böyle gördük. Yaşca büyüklere ağabey demeyi hatta dedemin torunundan küçüklere abla demesini hep saygıdan bildik " dedi. Canının sıkıldığını belli etmemek adına lavabonun önünde bekleyen bulaşıkları yıkamaya koyuldu..
Büyüklerinden görmüş geçirmiş kızın egitimi hakkında bir kez daha kafa yormayacaktı genç adam. Bazı teorileri ne kadar uğraşırsan uğraş çürütmeye akıl bileyen icad olmadiktan sonra işe yaramazdı. O ilk geldiği gün bunun farkına varmıştı.
Bu konu hakkında konuşmadı ama bu kız etrafında olduğu sürece çok konuşulacak konu vardı.
Masaya geçti. Üzerinde duran kırmızılı yeşilli sarılı elmaların bulunduğu sepetten en kırmızısını seçti aldı.
"Hâlâ alışamadın şu makineye. At içine o yıkar. Niye yoruyorsun kendini " diyerek yemeye başladı.
Uyanır uyanmaz aç karnına at gibi üç elmayı kemiriyor oluşunu ezberlemişti artık AZE.
Çıkardığı sese gülümseyerek cevap verdi..
"Şu kadarcık tabak. Boşuna ceyran yanmasın yıkarım ben " dedi
"Ilahi Aze. Senin harcadığın tasarruftan daha az yakar. Akıttığın suyun hesabını söylemiyorum bile "
"Şu koca makine benden daha mı az harcıyor suyu " diyerek belini hafif eğip bulaşıkları dizmeye koyuldu. Sonuçta daha iki haftadır bu icadla yeni tanışıyordu. Onların evinde çamaşır olan için vardı.
Yıllardır kullandıkları belli olan adam dan daha iyi bilecek değildi'ya. Inatlaşmanın hiç alemi yoktu..
Ali Mert hemen önünde eğilip makineyle sessiz iletişime geçen kızın görüntüsünü izlerken elinde elma öylece kalakaldı.
Fiziği öyle kusursuz du ki en mükemmel estetik ve plâstik uzmanı bile bu ihtişamı veremezdi.
Su gibiydi Aze. Incecik beliyle kıvrak hareketleriyle dereden çağlayarak akan berrak sular gibiydi.
Üzerine giydiği ucuz çiçek desenli elbiseleri en güzel mankenlerin üzerine giydikleri milyonluk elbiselerin yerini tutmazdı. Ya da milyon taşıyan mankenler Aze nin tırnağı olamazdı.
Yemenisinin altından beline süzülen saçlarının güzelliği bir başka, gülümseyince yanağında çıkan gamzeleri bambaşkaydı.
Içinde oluşan karıncalanmanın adını koyamadı Ali. Koyacak oldu yerine Azeyi yakıştırmadı. Bir an düşündü. Annesinin başının etini yediğinden etkilenmiş olmalı ki sadece bir an uyandığı bir sabah bu güzelliğin kollarının arasında nasıl güzel şımaracağını hayal etti. Beline dökülen saçların sakallarında çıkacağı gezintiyi..
Onun tarafından kendi diliyle şakıyarak uyandırıldığı bir sabahın nasıl olabileceğini.
Ad yine koymadı.
Koyamadı.
Daha geçen neredeyse otuz yıldır kullanılan bulaşık makinesinin varlığından haberdar ettiği küçük kızın yanında olması gereken sıfata isim bulamadı..
Ünlü kalp cerrahi Ali MERT in yanında dolaşan naylon terlikli küçük köylü kızın adına Aze kız dışında adı şimdilik yakıştıramadı..