BÖLÜM 2

1088 Words
Kişi yorulduğunu nasıl anlar ki? Bedeniyle mi alakalı acaba bu durum. Yani zayıfına veya kilolusuna göre mi. Eğer öyleyse babaannemin tabiriyle çırpı bacaklarımın uyandığımdan beri çoktan yerde iki büklüm olması gerekmez mi. Bence tamamen beyin işi bu iş. Ben bittim demeden bitmiyor bedenim. Direnebildiği kadar direniyor. Eh birde mecburiyet karışınca işin işine bacak ne etsin kol ne etsin. Sabahın altısıydı ayağa kalktığım. Allah biliyor ya beş dakikadan fazla çökmemişim yere, şu saate kadar. Uyanır uyanmaz Nineme onca yalvarmalarıma rağmen sattıramadığım iki ineği sağıp sütü mandıracılara yetiştirmemle başlamıştı maratonum. Satmıyordu kadın. Öyle bir inat etmişti ki hem kendine hem bize eziyet ediyordu vallahi. Hadi önümüze servet sunuyor olsalar neyse. Yahu akşama kadar yedikleri otu samanı ayrı dert birde baytara ayrı para döküyorduk iki büyük baş için. İkisi de Ninemin zamanından  kaldıkları için rüzgar esse hop hasta oluyorlar. Sonra baytar koş.   Yedikleri dünya, çıkardıkları avcum kadar süt. Neymiş efendim sarı kızı ile ala kızı günlük sütünü karşılıyormuş. Alırız sana iki kilo süt Hatçe teyzeden diyoruz. Bu sefer çekiyor azarı. "Hiç köy yerinde sütü parayla alındığı nerede görülmüş" diyerek. Ya yeminle derdim iki büyük baş değil. Sabahın yedisinde ırgatlığa gidiyorum . Eve üç kuruş fazla gelsin diye. Gocunmam şükür. Elim ayağım tutuyor. Tabiri caizse eşek gibi mecburum yaşlı nenem, dedem ve yetim kardeşlerime bakmaya. Yalnız ben tarladan geldiğim oluyor gelemediğim oluyor. Elin işi. Herkesin gönlü olmuyor yemek arası eve diye gelmeme. Gelemediğim zaman beli bükük seksen yaşında iki büklüm ahıra girmesi yok mu dokunuyor işte.   Yapma nenem diyorum. "Ölsün mü açlıktan hayvanlar" diyor. Valla bazen ALLAH affetsin "keşke ölsünler de sende kurtul bende "dediğim olmuyor değil. Öldükleri zaman en çok yine kendimin kahrolacağını bile bile.   Yorulmuşum belli. Dilim damağım kurudu iki adımlık yolda. İki adım dediysem köy meydanından eve doğru.   Hüseyin amcanın işine gitmiştim bugün. Yazık adamı hiç hesaba almadılar. Bazen bizim milletimizin işi iş değildi hani. Yaşlı adam ondan bundan topladığı üç beş kuruşla ırgat tutuyor bizimkiler de ona göre muamele yapıyordu. Zengin Musa'nın işinde at gibi koşanlar sıra Hüseyin amcaya gelince tosba oluyordu adeta. Başta Enver zirzopu. Yaşlı adam elinde olmayınca yevmiyeleri bazen hasat zamanına bırakıyor olunca sallanabildikleri kadar zamanı öldürmeye çalışıyorlardı.   Elimden geldiğini yaptığıma inanıyorum. Tabi dilimden geleni de. Neyse ki saatin bitmesine yarım saat kala bitirmiştik tarlasını. O ise herkesi utandırarak daha evlerimize dağılmadan traktörde vermişti yevmiyelerimizi. Herkes dağılıp bir ben kalınca birde bana o güzel sözleriyle duasını hediye etmişti..   "Ah Aze kızım. Gönlü güzel yetim kızım. Rabbim öyle yazgılar yazsın ki sana şu güzel yüzün gibi apaydın olsun " diyerek.   Başımı eğip amin demekle yetindim.   Anasının bahtını kızına çeyiz koyan bu köyde geleceğimin aydınlığı dualarda gizliyse kocaman amin diyerek.   .........   Yoruluyormuş insan. Hele ki beyni yorgun olunca bedeni sere serpe oluveriyormuş.   Traktörden indiğim gibi çapamı omzuma atarak yokuş yukarı tırmanırken anladım yorulduğumu. Tabi birde üç kg süt için ahırda geçireceğim üç saat düşününce iyice bitkin düştüm.   Dedemin ilçe pazarından aldığı rengi solmuş bez ayakkabılarımı sürürken çıkardığı sesi dinleyerek ilerliyordum toprak yolda. Yolda gördüklerime selam veriyorum. İşlerine çağıranlara yoğunluğuma göre cevap veriyordum.   Evimize doğru birkaç metre kala bahçede otlayan inekleri görünce tepemin tası atmıştı yine. Bu kadın beni hiç dinlemeyecekti. Birkaç dakika beklemeden çıkarmıştı hayvanları sağdığımız yere. O değil bir gün ala kızım dediğinin altında kalıp alı moru görecekti de o olacaktı.   Of ninem inat ninem of..   Sağmaya girişmeden biran önce yetişmek umuduyla hızlanmıştım ki geçtiğim dar yolu kocaman bir kamyonun kapattığını gördüm. Lahana hasat zamanı değildi ki kamyonlar çıksın karşıma. Zaten onlarda tarlalara yakın yerlere dururdu.   Kamyonun durduğu ev yıllardır kullanılmayan Almancıların bahçe kapısının önüydü. Köyde ki en gösterişli evin sahipleri yıllar önce Almanya'ya gidip zengin olduklarını "akılsızlık ettim zamanında Adil'in peşinden gitmemekle" diyerek arada sırada yakınan dedemden duymuştum. Komşu oldukları gibi dedemin en yakın arkadaşı olduğunu biliyordum. Zaman ve mesafeler girdikçe araya yılda bir kez olsa da eskiden telefonda konuştuklarını da anımsamıştım. Hatta dedem görmediğim ama adını sıkça duyduğum adamın evinin arada sırada bakımını yapardı eskiden. Şimdi yaşlandığı için pek ilgilenemese de göz kulak olması bile yeterdi.   Ya kamyonun arasından sıyrılıp adamların önünden geçecektim ya da diğer komşumuz olan Ferdane teyzenin bahçe duvarından atlayıp sıyrılacaktım. Şu bacaklarla en olmazı düşünmek şimdilik mantıklı gelmedi. Yarın birde işe gidecektim.   kamyon ile duvar arasından geçebilmek için çapamı önüme sopa gibi indirdim. Koca kamyonu şu daracık yola yerleştirebilmek gerçekten meziyetti. Eğer babaannemin söylediği etsiz kemik olmasam ALLAH korusun sıçan gibi sıkışır kalırdım da kimsenin ruhu duymazdı.   Kolum duvara sürtmekten toz olmuş elimde çapa nihayet çıktığımda neredeyse beş bilemedin yedi kişinin gözleri beni buldu. Bu kız nereden çıktı der gibi.   Kamyondan eşya taşıyanlar halime kahkaha atarak işlerine dönerken tekerlekli sandalyede oturan ağzında maske olan orta yaşını geçmiş teyze gülümseyerek yüzüme baktı. Anladığım kadarıyla taşınan eşyalardan zarar görmesin diyerek endişeyle arabayı süren adam da kocasıydı.   Öylece dikilmiş merakla milletin suratına aval aval baktığım aklıma gelince "kolay gelsin " demeyi akıl edip yürüyecektim ki sacları kırlaşmış amca seslendi.   "Kızım bir dur. Bir şey soracağım "diyerek. Sesi nasıl güzeldi. Şehirde yaşadıkları nasıl belli oluyordu. Bizimkilerden biri olsa "kız Azee. Bi gel kız buraya "diyerek bas bas bağırırdı.   Yıllardır şu köyden kafamı dışarıya uzatmamış olsam da az çok bizde biliyorduk nasıl konuşacağımızı. En azından sadece kışın geceleri izleyebildiğimiz televizyonlardan ötürü ..   "Buyur bey amca. Bana mı seslendin "dedim tıpkı onun gibi konuşmaya çalışarak. Karısıda kendisi de kocaman gülümseyince azıcık bozulmadım desem yalan olur. Kibar konuşup ağzımı yüzümü eğince karşılarında şebek gibi mi olmuştum acaba.   Akılsız Aze. Özüne yaş maya katacağım derken cıvıtan salak Aze..   "Kızım ben Kenan amcayı soracaktım. Tanır mısın onu" dediğinde utancımdan kızararak yere baktığım suratımı hızla kaldırdım..   "Hee tanırım. Noldu ki "dediğim de yine güldüler. Tabi az önce eğilip bükülen kızın birden kalas kesilmesi dikkatlerinden kaçmadı..   "Yakından tanır mısın "dedi. Yahu emmi avuç içi kadar köyde kim kime ne kadar uzak olacak demeyi düşünsem de "Dedem olur kendisi" diyerek söyleyeceklerini bekledim.   Bu kez gülmediler. Hatta gözleri şöyle nemlenmedi desem yalan olur.   "Sen Tahsin ile Aygül'ün kızı mısın "dedi hiç konuşmayan gözleri soluk olsa da güzelliğini koruyan sakat teyze..   "He en büyük kızları Azelya yım ben "dedim uzatarak. Niye sordunuz dedemi demeye kalmadan elinde karton kutu ile kolsuz üst ve kısa don giymiş uzun bir ağabey önümüzde durdu.   Hemde tam önümde. Boyu uzun olunca karınca misali beni görmedi   "Baba niye bekliyorsun sıcağın ortasında. Annemi de al çıkın yukarı. Ben halledeceğim dedim ya?" Derken bile görmedi.   "Oğlum anahtarları Kenan amcadan isteyecek..." demeye kalmadan üzerime devrilen kamyonun sesinden gerisini duyamadım.   Sonrası başımda çapanın yardığı yerden akan kanın fışkırması ile üzerimde düşenin kamyon değil de Allah'ın yarattığı kısa donlu devenin olduğunu fark etmem bir oldu..   "Ahh Ali Mert evlâdım ezdin kızı ezdin" diyerek tekerlekli sandalyeden kalkan güzel gözlü teyzeyi tek gözümle görürken sevinmem de çabası.....  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD