BÖLÜM 5

1570 Words
Şükür elimden gelmeyen iş yoktur.  Diktiğin giyilir yaptığın yenir derler beni tanıyanlar. Öyle şunu yapamam bunu edemem diye kenarı çekilen kişilerden hiç olmadım. Bedenimin gücü kadar her işi yaptım, yapmaya çalıştım.   Adil amcalar gittikten sonra çok düşündük. Dedem elin işinin zor olduğunu söyledi. Bu işte ele bakıyor dedim. Tarla işi ile bulaşık yemek işi aynı olurmu dedi. Akşama kadar tarlada iki büklüm çapa yapmaktansa, benim için temizlik yemek daha kolay olur diyerek diretti. Yine de düşünmem için son sözü benim söyleyeceğimi belirterek kendi işine koyuldu.   Nenemde aynı şeyleri düşünüyordu tıpkı dedem gibi. Yaz dönemi birde evimize yakın olunca iki dakikada yaparsın edersin diyerek kolay olacağını söyledi. Geçmiş zamanlarını  biliyorlardı Adil amca ile Nazan teyzenin. Benim nazarımda da iyi insan oldukları belliydi. Eğer kabul etmezsem güvenilir temiz birini bulabilirmisin diye rica ettiler. Yine de benim olmamı ısrarla üzerine basarak.   Düşündüm durdum akşama kadar. Yapamayacağımdan değil de ne bileyim eli memnun etmek kolay olur mu diye. Sonuçta bu insanlar bana paramı aylık vereceklerdi. Peşin işin ehli nasıl olurdu bir türlü karar veremedim.   ..........   Bugün neredeyse akşama kadar eve gelip gidenin sayısı belli değildi. Bahaneleri bana geçmiş olsun demek  olsa da yeni komşularımızın   niye geldiklerini merak ettikleride ortadaydı.   Babaannemin de sağ olsun ağzında hiç  bakla ıslanmadığı için ne var ne yok dökmüştü ortaya her şeyi. Hayır bu kötü niyetli olduğundan değildi. Zaten duyulacak bir şeyi niye saklıyayım diye kadının hastalığından tut benim iş teklifine kadar her şeyi anlattı durdu gelenlere. Karışmadık bizde. Susturmaya kalksak eminim paylardı.   Dünden kalma sarılı başımın ağrısıyla akşama kadar ayakta durmuştum. Gelenlere hizmet etmekten ağrıyı düşünecek halde değildim. Güya dinlenmek için tarlaya bile gitmemiştim. Son misafirimizi de yolcu ettikten sonra babaannem o kadar  yalvarmama rağmen yine ineklere bakmak için ahıra gidince bizde Aydan ile birlikte akşam yemeği hazırlamak için mutfağa geçtik.   Sürekli 'abla ben yaparım git dinlen sen ' dediyse de dinlemedim. Yarılan başımdı ellerim değil. Tezgahın altına yerleştirdiğimiz sebzelikten elime geçen patates patlıcan biber ne varsa türlü yaparım diyerek ortaya çıkardım. Sebzeleri soymak için kardeşime verip bende bulgur pilavı yapmak için ocağın başına geçmiştim ki dedem elinde tuttuğu mavi leğenin içinde başı kesik tavukla birlikte öksürerek mutfağa girdi. Bu iki ihtiyar bizi bir gün utancımızdan öldürecekti. Normalde bizlerin onlara yapması gereken hizmeti onlar bize eğile büküle yapmakta direniyorlardı..   Normalde kışın dolaba atmak için beslediği et tavuklarından birini zamanı gelmeden kesmiş olmasına anlam veremesem de niyetini belli etti yufka yürekli canını sevdiğim..   "Kızlarım şunu güzelce tereyağlı bulgurla doldurun. Ben bahçede ki tandırı yakarken hazır ediverin. Yanına da  salatayı, ayranı ne varsa bolca hazırlayın. Biraz fazla olsun. Adil amcanlar dünden beri ne yedi ne içti, kendi derdimize düştük soramadık. Hasta kadın iki erkek. Onlara göre de ayarlayın "diyerek leğeni önümüze bırakıp çıktı..   İnsanların en güzeli merhametli olanıydı. Belki dedemin bu yaşta ayağa kalkacak dermanı olmasa da sırf Rabbim şu güzel düşünceleriyle bile ona güç kuvvet veriyordu.   Hiç itiraz etmeden  Aydan'ın önünden yan yan baktığı tavuğu alıp tekrar bahçeye çıkardım. Çeşmenin önüne geçip tüylerini ellerimle ayıklayarak yıkadım. Özellikle tandırda tavuk pişirmek için dedemin yaptırdığı demir çubuğa saplayarak köz olmuş ateşin içine attım. Birkaç dakika bekletip çıkardıktan sonra tüylerin iyice ütülendiğine emin olup tekrar yıkadım.   Ben temizleyene kadar kardeşim pilavını hazır etmişti. Bol tereyağlı iç malzemesini tavuğun içine doldurduktan sonra açık kalmayacak şekilde dikip tepsiye koyduğum gibi tandıra gönderdim..   O pişene kadar tarhana çorbası salata ve ayran yapıp akşam yemeğini hazır ettik.   Yemeklerin hepsi hazırdı. Önce pişenlerin yarısından ayırarak bizimkilerin sofrasını hazırladık. Aydan ile birlikte büyük siniye dizdiğimiz yemekleri komşuya teslim ettikten sonra yiyecektik.   Tandırın başında is koktuğum için üzerimi değiştirene kadar beklemesini söyleyerek kaldığımız odaya geçtim..   Beş dakika siniyi teslim edip gelecek olsak da böyle gitmek istemedim.   Çok fazla kıyafetim yoktu. Aslen vardı da benim giymeye pek zamanım olmazdı. Genellikle tarlada giydiğim rengi soluk iş kıyafetlerim olurdu hep üstümde.   Aydan'ın sabırsızlandığının farkında olsam da elime geçen çiçekli düz kesim eteklerin hiçbirini giymek istemedim. Son umut annemin çeyizinden kalma eskimiş dolabın içine kafamı soktuğumda poşetin içinde hiç giyilmemiş kıyafetler gözüme çarptı.   Asker yeşili önünde baştan aşağı düğmeleri olan pileli belden oturtmalı etek ile kolları  bordo nakışlı beyaz gömleği çıkardım.    Geçen ay Aydan'a düğünde bayramda giymek için kıyafet almasını söyleyerek para vermiştim.   "Abla bak çok spor bir etek ile gömlek. Tam yaşına uygun, şehirde herkes böylelerini giyiyor" diyerek getirmişti.   Başımda ki sargıdan dolayı saçlarım yanlarıma doğru açık olduğundan, kırmızı renkli boncuk yazmamı alttan geçirip tepeme bağladım.   Aynada kendime baktığımda bildiğin düğün evine gidiyormuş gibi olduğumu gördüm. Abartmıştım sanki. Yada alışık değildim böyle olmaya. Eğer Aydan'ın dışarıda elinde tepsiyle beklediği için bağırdığını duymasam değiştirecektim.   Vazgeçtim.   Sonuçta dedemde böyle isterdi. Düğüne de gitseniz tarlaya da gitseniz temiz olun pak olun demez miydi. Tamamen dedemin dediğini yapasım şimdi geldi ondan.   "Kolum koptu be abla. Hadi artık " diyerek yakınan kardeşimin sesiyle hazır olduğumu inanıp kapıya çıktım. Bizim ahali yemeklere gömülmüş olduğundan beni fark etmediler bile.   "Hayırdır ablam. Aldığımda çiçeği yok böceği yok diye para verdiğime kızan sen şimdi ne diye giyesin tuttu üzerindekileri " diyerek tepsiyi elime tutuşturdu. O zaman kızmıştım gerçekten bizim buralara uymuyor di-ye.   "İçimden geldi Aydan. Ne yapayım dolapta durup eskiyeceğine üzerimde eskisin dedim. Hem çamaşır da yıkayamadım biliyorsun kaç gündür. Bunlar oluversin"   "Olsun ablam. Bir şey demedik de birdenbire akşamın şu saatinde giyinmen garibime gitti. Yalnız çok başka güzel olmuşun. Hem geçen gördüğümüz ağabeyin altına giydiği şort da bu renkti. Hiç fena olmamış. Yeni komşularımıza uyum sağlamış oluruz  " diyerek benimle bir güzel dalga geçti.   Ses etsem dedem duyacak etmesem içimde kalacak telaşıyla ağzımın içinde hamurdananarak hızlı hızlı yürüdüğümde ardımda güldüğünü ise tüm köy duydu.   Bu ara ayarlarımın birileri tarafından bozulması hayra alamet değildi ya neyse..   Önünde durduğumuz  bakımsız olduğu halde kimsenin evinde bulunmayan ceviz ağaçlarının bulunduğu bahçeye küçüklüğümden beri ilk kez girecektim. O zamanlar aşırdığım cevizlerin hattı hesabı yoktu. Aklım erince haram olduğunu öğrendikten sonra bir daha hiç gelmemiştim.   Çok büyük bir bahçeydi. Etrafı taş duvar kapısı demirdendi.   Tek tarafı açık demir kapıdan girerken heyecanlanmamız normaldi sanırım. Sonuçta dedemler tanıyor olsa da bizlere yabancıydı bu insanlar. Hele ki dün yediğim onca laftan sonra iki öne bir geriye gidesim vardı. İyi bozulmuştum.   Evin kapısına geldiğimizde Aydan boş eliyle kapıyı çalıp bekledik. Üç katlı taş binanınken alt katında lambalar yanıyordu ama ses yoktu.   Sanki biraz yavaş vurmuştu Aydan kapıya. Elimde ki tepsinin ağırlığına daha fazla tahammül edemeyerek ayağımla tekmeleyip geri çekildim. Yine sabırsızlığım beni etkisi altına almıştı. Benim için yapacağım iş anında olup bitiverecekti. Aydan "ablam ne yapıyorsun kırsaydın bari " derken kapı hızla açıldı. Işe yaramıştı.   Saç baş dağılmış, kolsuz bir üst ve yine bu sefer penye olduğu belli olan şort dediği zımbırtı ile kapıyı açan Ali MERT dedikleri adamdı. Karşısında ellerinde yük bizi görünce şaşırmış olmalı ki o bize baktı BİZ ona.  Dün ağzını yüzünü eğe eğe onca lâf eden adam, tek kelime etmeden aval aval bakıyordu.   Ah dilim ne edeyimde senin yerini sabit tutayım   Demeye kalmadan kaçıverdi sabırsız laflar ağzımdan..   "Bizim buralarda kapıya gelene "niye geldin" denir. "Hayırdır da "denir. Hiç bir şey denmese "hosgelmişeniz buyurun geçin "denir" dedim.   Uyur uyanık da bağrının ucu mu yanık tı ne. Bir şeyden haberi yoktu bunun.   Şükür gözlerini ovalayıp tam ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki Adil amca arkasından çıka geldi.   "Ooo kızlar hoş gelmişseniz. Oğlum ne dikiliyorsun alsana kızların yükünü. Uyanamadın mı hâlâ " diyerek    ..............   İçeri geçtiğimizde Ali bey nihayet uyanabilmiş olmalı ki elimizdeki tepsiyi alıp kanımca mutfak olan tarafa götürmüştü.   Zenginlik dedikleri adamların oturduğu odanın büyüklüğünden belli oluyordu. Şimdilerde yeni gelin olan kızların çeyizinde bulunan koltuk takımlarının aynısından bir köşeye yerleştirilmiş birinin üzerinde yastık ile ince örtü vardı. Adil amca kapıdan geri göndermedi bizi. Dedemler sofraya bekliyor desek de ille burada yiyelim diyerek ısrar edince saygımızdan dolayı kırmak istemedik.   En azından sofralarını kurup yardım etmek adına öylece ayakta beklerken "oğlum sen anneni getir. Bizde eğer kızlar yardım ederse sofrayı kuralım " dedi Adil amca.   Elbette ederdik. Dün taşınmış olmalarına rağmen epey yerleşmiş sayılaralardı.   'Sen mutfağı göster Adil amca biz hallederiz. Zaten her şey hazır. Kaşık tabak lazım o kadar " diyerek teklif ettim de ileri mi gittim bilemedim.   "Vallahi tepsinin üzerindekileri görünce aklım başımdan gitti. Bizde Ali MERT ile ne yapalım diye düşünüyorduk. Düşünen gönderen getiren sağ olsun kızlar " Dedi.   Dedem haklıymış. O düşünmese tövbe aklımıza gelir miydi bilmem.   "Mutfak şu tarafta. Her yeri düzenledik bir ora kaldı. Tabaklar falan hep kutuda.  Ali MERT  yardımcı olsun size " diyerek eliyle gösterdiği yere yöneldik.   Üst üste dizelenmis kartonların hiç biri açılmamıştı. Aydan ağzı açık sağı solu incelemekten başka bir şey yapmıyordu.  Kutuları açıp açmamakta kararsız olduğum yerde dönüp dururken bizim kibar Feyzo içeri girdi..   "Kızlar özür dilerim. Kanepede uyuyup kalmışım. Sizde kapıyı vurunca bir şey oldu sandım "dedi dün gördüğüm görgülü görünüp görgüsüzleşen..   "Bu arada hoş geldiniz. Ne zahmetlerde bulunup gelmişseniz "dedi bizi taklit ederek. Uyanıyordu yavaş yavaş. Birazdan özüne dönünce yanımda kıkır kıkır gülen Aydan hanımı da görürdüm.   "Ne zahmeti ağabey. Dedem sizin için özellikle kesti et tavuğunu." Diyen kişi Aydan dan başkası değildi.   "Öylemi?. Ellerine sağlık.  Çok zahmet etmiş. Bu arada ben Ali MERT " diyerek elini uzatıp "tanışalım ve vakit kaybetmeden sofraya geçelim " dediğin de asıl şimdi kafam yarıldı.   Dün gördüğüm suratsız kesinlikle bu adamın ikizi falandı.   "Ben de Aydan. " diye heyecanla elini sıkan kardeşimden sonra sıra bana geldi.   Az boynunu eğdi. Önce yarılmasına sebep olduğu yaranın üzerine bakıp yüzünü buruşturdu. Dudakları düz çizgi halinde gözlerimin içine bakıp tanışmamıza fırsat bırakmadan konuştu.   "Ah be Aze kız. Deli sarar gibi sarmışın yarayı. Açık bırakmalısın ki çabuk kabuk tutsun. Böyle sararsan nem kapar, zor iyileşirsin " diyerek yüzüme gülüp geçti.   Bende içimden karşılık verdim.   "Hey Allah’ımın devesi. Bu dediğini dün diyeydin ya. Şimdiye kabuk bağlardı belki "
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD