16. Bölüm

1245 Words
16. Bölüm: Taş Kalpler ve Kırık Umutlar Boran, atının üzerinde İstanbul'a doğru ilerlerken, içinde bir fırtına kopuyordu. Etrafındaki adamlarıyla bile neredeyse hiç konuşmuyor, onun bu buz gibi halinden ürperiyorlardı. Yüzünde hissiz bir maske vardı, gözleri ise uzaklara, sadece bir görevin sonuna odaklanmış gibi bakıyordu. Her düşüşü, her toz bulutu, onu Elif'le yüzleşmeye bir adım daha yaklaştırıyordu ve bu, onun için bir celladın idam sehpasına yürüyüşü kadar amansızdı. Planı nettir: Onu bulacak, bir eşya, bir sorumluluk, bir antlaşma nesnesi olarak geri getirecektir. Kalbinin en derinlerinde fısıldayan o zayıf sesi, onun hasretini ve kırgınlığını, demir bir iradeyle bastırmıştı. Bir anda gitmekten vazgeçti ve eve geri döndü. Elif ise, tam tersi bir yolculuğun, umut ve pişmanlıkla dolu yolculuğun sonuna gelmişti. Boran'ın köyüne vardığında, her şey tanıdıktı, ama her şey acıtıcı derecede farklıydı. İnsanlar ona uzaktan bakıyor, selam verenlerin sesi gergin ve mesafeli çıkıyordu. Doğrudan Boran'ın evine, 'onların' evine yöneldi. İçeri adımını attığı an, orada, sanki onun geleceğini saatlerdir bekler gibi dikilen Boran'la karşılaştı. Karşısında duran adam, ayrıldığı Boran değildi. Aynı yüzdeki keskin hatlar, daha da keskinleşmiş, gözlerindeki o sıcak, koruyucu ateş, yerini dondurucu bir buzul mavisine bırakmıştı. Elif'in yüreği, bir an için heyecandan ve korkudan yerinden oynayacak gibi oldu. Ona doğru bir adım attı, sesi titreyerek; "Boran... Geri döndüm. Sana... her şeyi anlatmam gerekiyor. Ömer'le olanlar, her şey bir yanlış anlaşılma, bir aldatmaca-" "Sus." Tek kelime. O kadar keskin, o kadar soğuktu ki, Elif'in sözleri boğazında düğümlendi. Boran, ona doğru ilerledi, hareketleri bir kaplanınki kadar sakin ve ölümcüldü. Aralarında sadece birkaç parmak kalmıştı. Elif, onun nefesinin sıcaklığını hissedebiliyor, ama o nefeste bile bir buz varmış gibi geliyordu. "Senin açıklamalarına, mazeretlerine ihtiyacım yok, Elif," dedi, sesi alçak ve tehditkâr. "Buraya neden döndüğünü anlamak için kahin olmaya gerek yok. İstanbul'daki 'aşkın' seni hayal kırıklığına uğrattı. O yüzden sığınabileceğin bir yer aramaya geldin. Değil mi?" "Hayır! Boran, lütfen beni dinle," diye yalvardı Elif, gözleri dolmuştu. "Seni seviyorum. Burayı, evimi, seni özledim. Sana olan her şeyi anlatmak istiyorum." Boran'ın dudaklarında acımasız bir gülümseme belirdi. "Sevgi?" diye hafifçe güldü, ama bu kahkaha değil, bir aşağılamaydı. "Sen sevginin ne olduğunu bilmezsin, Elif. Sen sadece rahatını, güvende olmayı bilirsin. Ve şimdi, o güvencen kaybolunca, törenin, 'berdel'in seni koruyacağını düşünüp geri döndün. Yanılıyorsun." Elif, şaşkınlıkla ona baktı. Bu kadar acımasız, bu kadar kör olabilir miydi? "Beni dinlemiyorsun!" diye isyan etti, sesi yükselerek. "Yeterince dinledim!" diye gürledi Boran, sesi ilk kez yükseliyor, odanın duvarlarında yankılanıyordu. "Beni, aşiretimi, bu insanları, bir yabancı için nasıl terk ettiğini gördüm. O broşu avucunda sıkıca tutarkenki o mutlu, hain ifadeni unutmak mümkün mü? Bana güvenmedin. Bana inanmadın. sadece bir yalan, seni benden, buradan, 'evinden' ayırmaya yetti." Sözlerinin her biri, Elif'in yüreğine bıçak gibi saplanıyordu. Gözyaşları yanaklarından süzüldü. "Korktum," diye fısıldadı. "Geçmişim, beni yakaladı. Ama anladım ki gerçek geleceğim sensin." Boran, ona sırtını döndü, pencereden dışarı, aşiretine, gerçek sorumluluğuna baktı. "Geleceğimiz, senin gelip gitmenle şekillenecek bir oyuncak değil, Elif. Sen buradasın, çünkü töre öyle gerektiriyor. Berdel bozulursa kan dökülür. Ben, benim yüzümden masum insanların kanının dökülmesine izin veremem." Elif, ona doğru yaklaştı, elini uzatmak istedi, ama dokunmaya cesaret edemedi. "Peki ya biz?" diye sordu, sesi kırık. "Ya aramızdaki her şey?" Boran, yavaşça ona döndü. Bakışlarındaki buz, hiç erimemişti. "Aramızda bir 'şey' yok. Olmadı da. Sadece bir anlaşma vardı. Sen o anlaşmayı, o broşu alıp gittiğin gün bozdun. Şimdi geri döndün ve anlaşma, sadece aşiretler arası barış için geçerli olmaya devam edecek. Bu evde kalacaksın. Benim karım olarak görüneceksin. Ama sende, bana ve bu topluluğa yaptığın ihanetin bedelini ödeyeceksin." "Nasıl?" diye sordu Elif, yüreği ağzında. "Benimle yaşayacak, ama asla benim olmayacaksın," dedi Boran, sesi ölü gibi soğuk. "Seninle aynı evi paylaşacağız, aynı sofrada yemek yiyeceğiz, insanların önünde 'efendi' karı-koca gibi davranacağız. Ama seninle bir daha asla yatak odamı paylaşmayacağım. Sana bir daha asla dokunmayacağım. Seninle gerçek bir sohbet etmeyeceğim. Sen bu evin bir eşyası, bir süsü olacaksın. Canlı, nefes alan, ama duyguları olmayan bir hatıra. Bu, senin ihanetinin cezası." Elif, sanki yere çakılmış gibi öylece kaldı. Bu, reddedilmekten, bağırılıp çağırılmaktan daha beter, daha acımasız bir şeydi. Onsuz, onun sevgisi ve sıcaklığı olmadan bu evde yaşamak, bir zindandan farksızdı. "Bu... bu bir işkence," diye hıçkırdı. "Evet," diye onayladı Boran, hiç tereddüt etmeden. "Ve sen bunu hak ettin. Eğer buradan tekrar kaçmayı düşünürsen, unutma ki berdel bozulur. Ve sonuçlarının hepsi senin omuzlarında olur. Kan, senin ellerinde olur." Söylediği son cümle, Elif'i o kadar derinden yaraladı ki, artık dayanacak gücü kalmadı. Başını öne eğdi, sessiz gözyaşları halinde ağlamaya başladı. Boran, onun bu halini bir an izledi. İçinde bir şeyler, belki de o eski sevgisi, onu teselli etmek, ona sarılmak için kıpırdadı. Ama hemen o kıpırtıyı ezdi. Yumuşaklık, zayıflıktı. Ve o, bir daha asla ona karşı zayıf olamazdı. "Evine hoş geldin, Elif," diyerek son bir kez, zehir gibi bir alayla sözlerini bitirdi ve odadan çıktı. Kapıyı kapatışı, Elif'in yüreğindeki son umudu da yerle bir etti. O günden sonra, Elif için en zorlu sınav başladı. Boran, sözünü harfiyen tuttu. Onunla aynı evde yaşıyor, ama onu yok sayıyordu. Sabah kahvaltılarında aynı masayı paylaşıyor, ama Boran bir kez olsun ona bakmıyor, onunla konuşmuyordu. Akşam yemeklerinde, eğer misafir varsa, zoraki bir nezaketle birkaç kelam ediyor, ama misafirler gittikten sonra, o soğuk duvar yeniden iniyordu aralarına. Elif, her fırsatta onunla konuşmaya, onu yumuşatmaya çalışıyordu. Aşiret işlerinde yardım etmek istiyor, insanlarla ilgileniyor, onun sevdiği yemekleri yapmaya çalışıyordu. Ama Boran'ın tepkisi hep aynıydı: Kayıtsızlık. Bir akşam, Elif, ona en sevdiği yemek olan 'keledoş'u yapmıştı. Boran, bir kaşık aldı, yüzünde en ufak bir ifade bile olmadan yedi ve "Teşekkürler," demekle yetindi. Sanki hizmetçisi yapmıştı da o da yemişti. Bu, Elif için, bağırıp çağırmasından daha acı vericiydi. Geceleri en kötüsüydü. Boran, yatak odasına kapanıyor, Elif ise misafir odasında, yalnız başına, onun her adımını, her sesini dinleyerek uyumaya çalışıyordu. Bazen, koridorda karşılaştıklarında, Elif, onun gözlerinin içinde bir anlık bir yalnızlık, bir acı yakaladığını düşünüyordu. Ama o bakış, bir saniyeden kısa sürüyor ve yerini yeniden o buzul ifadeye bırakıyordu. Bir gün, Siyamend Amca, Elif'i yalnız buldu. "Elif Hanım," dedi, sesi nazik ama kaygılı. "Boran... o, gururu yüzünden kendi içinde savaşıyor. Onun bu soğukluğu, seni cezalandırmaktan çok, kendi yarasını saklama çabası. Sabret." "Ne kadar sabredeceğim, Siyamend Amca?" diye sordu Elif, bitkin bir halde. "Onun sevgisini yeniden kazanmak için her şeyi yapıyorum, ama o beni görmüyor bile." "Bazen en güçlü sevgi, en kalın duvarların ardına saklanır," dedi yaşlı adam bilgece. "Onu kırmak için sabır ve sevgi gerekir. Ateşe ateşle karşılık verirsen, her şey yanar, kül olur. Ama su, damla damla, en sert kayayı bile delip aşabilir." Elif, bu sözleri içine sindirdi. Belki de haklıydı. Boran'ın bu öfkesi, onu ne kadar çok sevdiğinin bir kanıtıydı. Eğer umursamasaydı, bu kadar acımasız olmazdı. Bu düşünce, ona yeniden bir güç verdi. Pes etmeyecekti. Onun sevgisini, sabırla, iyilikle, her gün bir damla su gibi, o taş kalbi delmeye çalışarak geri kazanacaktı. Bu arada, Boran'ın iç savaşı daha da şiddetleniyordu. Elif'i her gördüğünde, onun çaresiz, üzgün haline bakmak, ona eziyet ediyordu. Onu öylece alıp kollarına atmak, eski günlerdeki gibi olmak istiyordu. Ama sonra, o broşu tutan eli, onun nasıl da arkasını dönüp gittiğini hatırlıyor ve öfkesi, acısını yeniden bastırıyordu. Onu cezalandırmak, kendi içindeki acıyı dindirmenin tek yoluydu. Ya da öyle sanıyordu. Çünkü her geçen gün, bu cezanın aslında kendisine de işkence ettiğini daha iyi anlıyordu. İki kırık kalp, aynı çatı altında, birbirlerine en yakın mesafede, ama aşılamaz duvarlarla örülü bir zindanda yaşamaya mahkum olmuşlardı. Elif, sabırla su damlatmaya devam ederken, Boran, kendi ördüğü bu duvarların ardında yalnız ve soğuk, yavaş yavaş donuyordu. Ve kimin daha dayanıklı olduğunu, kimin önce pes edeceğini ise zaman gösterecekti. Bu, bir savaştı. Ama silahları öfke ve sevgi, cephesi ise aynı evin koridorlarıydı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD