6. Bölüm: Sessiz Oda
Akşam, dağların arkasına çekilen güneşin ardından konak yeniden taş kesilmişti. Gündüzün gergin kalabalığından eser yoktu; yalnızca duvar diplerinde süzülen gölgeler, yanan kandillerin solgun ışığında kıpırdanıyordu. Elif avludan geçerken, ayak seslerinin yankısı bile fazla gürültülü geliyordu ona. Her adımı, sanki bastığı taşlara geçmişin ağırlığını bırakıyordu.
Boran, o uzun karar toplantısından sonra kimseyle konuşmamıştı. Dede’nin sözü sondu; kan dökülmeyecek, Elif kalacaktı. Ama Elif kalırken, Boran’ın gözlerindeki o uzaklık da onunla birlikte kalmıştı.
Kapıya vardığında hizmetkâr kadın başını eğdi.
“Odalar hazırlandı, hanımım,” dedi çekinerek.
“Boran Ağa’nın odası nerede?”
“Üst kattadır. Ama…” Kadın bakışlarını kaçırdı. “Ağa, bu gece ayrı kalmak istermiş.”
Elif’in dudakları aralandı, sonra kapandı. Bekliyordu aslında bunu, ama yine de içini sızlatan bir şey oldu bu söz. Başını salladı.
“Tamam,” dedi yalnızca.
Merdivenleri ağır adımlarla çıktı. Her basamakta, Zilan adını fısıldayan bir geçmiş yankılanıyor gibiydi. Duvarlardaki halılar, loş lambaların altında tozlu bir anı gibi titriyordu. Boran’ın odasının kapısı yarı açıktı. İçeriden tütün kokusu geliyordu; tanıdıktı bu koku, bir erkek yalnızlığının sessizliğini taşıyordu.
Elif kapıda durdu, dokunmadı. İçeride Boran pencere kenarında duruyor, elinde bir tespihi çeviriyordu. Sırtı dönüktü, ama omuzlarının o kasılmış hali her şeyi anlatıyordu.
“Girebilir miyim?” dedi Elif, sesi neredeyse fısıltıydı.
Boran dönmedi. “Gir,” dedi yalnızca.
Elif içeri girdi, kapıyı kapattı. Oda sade ama büyüktü. Duvarlarda eski bir çiftin siyah-beyaz fotoğrafı, yerde yün bir kilim, köşede yarı açık bir sandık… Ve sandığın içinde, ince bir duvak parçası. Beyaz, ama sararmış. Elif gözlerini kaçırdı.
“Zilan’ın eşyaları hâlâ duruyor,” dedi Boran, sanki Elif’in ne düşündüğünü anlamış gibi. “Kimseye dokundurtmadım.”
Elif sessiz kaldı. Boran dönüp ona baktığında, gözlerinde geceyle yarışan bir yorgunluk vardı.
“İki yıldır bu odada uyumuyorum,” dedi. “Zilan öldüğünden beri… Benim yerim aşağıdaydı.”
“Peki neden şimdi buradasın?” diye sordu Elif, sesi titremeden.
“Çünkü Dede öyle buyurdu,” dedi Boran, acı bir gülümsemeyle. “Töre öyle gerektiriyor. Ama ben hâlâ o kadının hayalini çıkartamadım buradan.” Elini göğsüne vurdu. “Burada bir boşluk var Elif. Ne sen, ne başkası doldurabilir.”
Elif’in içi bir anlık öfkeyle kabardı.
“Ben doldurmaya gelmedim Boran. Ben kanı durdurmaya geldim,” dedi. “Kalmak bir görevse, yaparım. Ama ben kimsenin yerine konulacak bir gölge değilim.”
Boran sustu. Elindeki tespihi sertçe çekti, boncuklardan biri koptu, yere düştü.
“Biliyorum,” dedi alçak sesle. “Senin hakkın da, kaderin de ağır.”
Sonra bir adım attı, aralarındaki mesafe yalnızca bir nefes kadardı. “Ama seninle aynı odada kalamam. Bu sana haksızlık olur.”
Elif gözlerini ona dikti. “Bana mı, yoksa ona mı?”
Boran’ın nefesi kesildi bir an. Zilan’ın adını duyunca yüzü sertleşti. “Ona… belki de ikinize de.”
Sessizlik ağırlaştı. Rüzgâr pencereden içeri sızıyor, perdeyi hafifçe oynatıyordu. Kandilin ışığı ikisinin yüzünde dans ediyordu. Elif, adamın içinde taşıdığı yasın gölgesini ilk kez bu kadar yakından hissediyordu.
“Zilan nasıl öldü?” diye sordu nihayet.
Boran’ın bakışları uzaklaştı. “Kıştı. Dağ yolları kapalıydı. Bir çocuğu kurtarmak için dışarı çıktı. Dönmedi. Kar bastırmış, atı uçuruma kaymış. Cesedini üç gün sonra buldular. Gözleri hâlâ açıktı.”
Elif’in içi ürperdi. “Demek ki sevgiyle gitmiş.”
“Evet,” dedi Boran, sesi kısık. “Ama ben o günden beri sevginin de ölüm gibi olduğunu düşünüyorum. İkisi de geri dönmüyor.”
Elif bir adım geriye çekildi. “Peki ben ne olacağım bu evde? Ne karın sayılıyorum ne de yabancı.”
Boran başını kaldırdı. “Bu evin kadınısın Elif. Ama kalbimin değil.”
Bu söz bir hançer gibi saplandı Elif’in içine. Yine de gözlerini kırpmadı. “O zaman ben de kalbini istemem. Sadece adaletini.”
O anda dışarıdan köpek havlamaları, uzaklardan at nalları duyuldu. Boran pencereye yaklaştı. Ufukta birkaç meşale ışığı görünüyordu.
“Asım’ın adamları,” dedi. “Haberi almış olmalılar.”
Elif de yaklaştı, perdeden dışarı baktı. “Yine mi kan?”
“Henüz değil,” dedi Boran. “Ama sınırda dolanıyorlar. Bir tehdit bu. Sadece gözdağı.”
Sonra Elif’e dönüp yumuşak ama kararlı bir sesle ekledi: “Bu gece bu odada kal. Ama ben alt kattaki misafir odasında olacağım. Kimse görmesin diye sabah erkenden yer değiştiririz. Aşiretin ağzı vardır, kulağı da.”
Elif başını salladı. “Sen bilirsin.”
Boran kapıya yöneldi. Elini tokmağa koydu, ama dönüp bir kez daha baktı.
“Zilan yaşasaydı, seni severdi,” dedi beklenmedik bir içtenlikle. “Sen onun gibi dimdik duruyorsun.”
Elif’in gözleri doldu ama sesinde öfke değil, sadece kırgınlık vardı.
“Ben dimdik durmuyorum Boran. Sadece yıkılacak yerim kalmadı.”
Boran başını eğdi, kapıyı kapattı ve gitti.
Oda sessiz kaldı. Elif yatağın kenarına oturdu. Kandilin alevi titredi, duvarda Zilan’ın siluetine benzeyen bir gölge oynaştı. Elif ürperdi, sonra derin bir nefes aldı.
“Beni kıyaslama onunla,” diye fısıldadı karanlığa. “Ben başka bir ateşten geçtim.”
Dışarıda rüzgâr uğuldadı, ahırda atlar kişnedi. Elif pencereden baktığında karanlığın içinde Boran’ı gördü; elinde tüfekle nöbet tutuyordu. Onu koruyordu, ama ondan uzak duruyordu. Bu ikili hâl, Elif’in yüreğini paramparça etti.
Sabaha karşı, yorgunluk çöktüğünde Elif yavaşça uzandı. Uykuya dalmadan önce Zilan’ın adını bir dua gibi fısıldadı.
“Senin yerini almıyorum,” dedi içinden. “Sadece bıraktığın yarayı taşımayı öğreniyorum.”
Güneş doğduğunda konak yeniden canlanmaya başladı. Hizmetçiler koşturuyor, avluda kazanlar kaynıyordu. Boran gece boyunca uyumamıştı. Sabah olduğunda tüfeğini duvara dayayıp içeri girdi. Elif hâlâ uyuyordu; yüzüne vuran ışık, yorgun çizgilerini yumuşatmıştı.
Bir an durdu, sessizce baktı. Kalbinde, iki yıldır kapalı duran bir kapının gıcırdayarak aralandığını hissetti. Ama hemen ardından Zilan’ın gülüşü geldi gözlerinin önüne karla kaplı bir yolda, elinde beyaz bir atkıyla. Gözlerini kapattı, başını iki yana salladı.
“Olmaz,” diye fısıldadı. “Zilan’ın hatırasına ihanet olmaz.”
Kapıdan çıkarken Elif gözlerini açtı. Gittiğini fark etti ama seslenmedi. Çünkü biliyordu; bazı duvarlar, bir kelimeyle değil, zamanla yıkılır.
O günün ilerleyen saatlerinde Dilan avluya çıktı. Elif’i görünce utangaçça yaklaştı.
“Dede’nin dediğini duydum,” dedi kısık sesle. “Berdel gerçekleşecekmiş.”
Elif gülümsedi. “Evet. Artık kimse kimseyi vurmayacak. Bu da bir başlangıç.”
Dilan başını eğdi. “Ama sen… mutlu musun?”
Elif bir an durdu, sonra uzak dağlara baktı.
“Mutluluk bana lüks Dilan,” dedi. “Ben huzuru arıyorum sadece.”
Rüzgar, avlunun öteki ucunda, sessizce onları izliyordu. Gözleri Elif’teydi; bir şey söylemek ister gibi ama cesareti yoktu.
O sırada Boran dışarı çıktı. Omuzlarında ağır bir sessizlik vardı. “Asım’ın adamları sınırda kamp kurmuş,” dedi. “Henüz hareket yok. Ama fırtına yaklaşıyor.”
Elif başını kaldırdı. “Ne yapacağız?”
“Ne gerekiyorsa,” dedi Boran. “Ama bu defa senin değil, benim kararım olacak.”
Elif kaşlarını çattı. “Ben zaten her kararının bedelini ödedim, Boran. Bu defa bedel ödeyecek biri varsa, o Asım’dır.”
Boran, Elif’in gözlerindeki ateşi görünce istemsizce durdu. “Sen değişmişsin,” dedi.
Elif başını dik tuttu. “Artık korkacak bir şeyim yok.”
Rüzgâr araya girdi.Boran gitmelerine izin vermemişti Asım yüzünden kardeşinin başına bir şey gelsin istemiyordu. “Ağam, istersen adamlarımla gidip sınırı kontrol edeyim.”
Boran başını salladı. “Git. Ama kan dökülmeyecek. Sadece göz kulak olun.”
Rüzgâr uzaklaşırken Boran Elif’e döndü. “Seninle aynı çatının altında kalmak bile yangın gibi, Elif. Ama inan, bu yangında senin yanmanı istemem.”
Elif’in sesi yumuşadı. “Boran… Ben yanmayı çoktan öğrendim. Yeter ki külüm savrulmasın.”
O anda uzaktan bir silah sesi yankılandı. İkisi de irkildi.
Boran sertçe baktı, “Asım başladı bile,” dedi.
Elif’in kalbi hızla çarptı. “O hâlde töre değil, yürek sınanacak şimdi.”
Ve o an, güneşin altında yeni bir gölge doğdu: geçmişin yasını tutan bir adam, adaletin yükünü taşıyan bir kadın ve dağların öfkesini uyandıran bir düşman.
Sessizlik yeniden çöktü konağa. Ama bu kez sessizlik, bir fırtınanın habercisiydi.