7. Bölüm: Kırık Kalbin İntikamı
Uzaklardan gelen o tek silah sesinin ardından çöken sessizlik, bir fırtınanın göbeğindeki göz sakinliği gibiydi; aldatıcı ve gergin. Konak, aniden bir karınca yuvasına dönüştü. Avluda koşturan adamların ayak sesleri, silah şarjörlerinin sesleri ve kesik kesik verilen emirlerle doldu. Boran'ın yüzü taş kesilmişti. Elif'i hızla bir kenara çekti, bakışlarındaki koruyucu içgüdü, biraz önceki duygusal mesafenin yerini anında almıştı.
"İçeri gir," dedi, sesi emir verir gibi değil, yalvarır gibiydi. "Pencere kenarlarından uzak dur."
Elif, onun bu ani değişimine şaşırdı. "Ben bir savaş ganimeti değilim, Boran. Saklanmam."
"Ölmemen için!" diye karşılık verdi Boran, sesi ilk kez ona karşı yükseliyordu. Gözlerinde, Zilan'ı kaybettiği günkü aynı çaresizlik pırıldıyordu. "Asım'ın hedefi sen değilsin, senin üzerinden bana vurmak istiyor. Bunu anlamıyor musun?"
O an Elif anladı. Boran'ın öfkesi ve mesafesi, onu reddetmekten değil, kaybetmek korkusundan ileri geliyordu. Bu korku, sevgisiz bir korku olsa da, yine de onunla ilgili bir şeydi. İçinde garip bir sıcaklık hissetti; bir yanı onun bu korumacılığına öfkelenirken, diğer yanı nihayet 'görülmüş' olmanın verdiği acı bir tatminle doluyordu.
"Anlıyorum," dedi sakinle. "Ama ben de bu savaşın bir parçasıyım. Beni bir zayıflık unsuru olarak görme."
Boran ona uzun uzun baktı. Elif'in gözlerindeki o yeni parıltı, o 'korkacak bir şeyi kalmama' hali, içinde bir şeyleri yerinden oynatıyordu. Cevap vermedi, sadece başını sallayıp avluya, adamlarının yanına koştu.
Elif, kapının eşiğinde kalakaldı. İçeride, Dede'nin sesi duyuluyordu, dualar okuyor, aşiretin büyüklerine talimatlar veriyordu. Dilan, Elif'in yanına gelip onun koluna tutundu.
"Korkuyor musun?" diye fısıldadı.
"Eskisi gibi değil," diye cevapladı Elif gerçekten. "Korku, kaybedecek bir şeyin olduğunda gelir. Ben zaten her şeyimi kaybettim, Dilan. Şimdi sadece... savunacak yeni bir toprağım var." Bu sözleri söylerken aklı, Boran'ın değil, bu evin, bu çatının altındaki barış umudunun olduğunu düşündü. Ama kalbinin derinliklerinde, itiraf etmekten korktuğu bir çatlak vardı: Boran'ın o mesafeli varlığı, onu yokluğundan daha çok yakıyordu.
Gün, bir gerilim senfonisine dönüştü. Her an yeni bir silah sesi duyulacakmış gibi geriliyorlardı. Ama bir daha patlama olmadı. Rüzgar'ın liderlik ettiği keşif ekibi akşamüstü geri döndü. Toz toprak içindeydiler, yüzlerinde bir bozgun ifadesi yoktu, daha ziyade öfke vardı.
"Tek atıştı," diye rapor verdi Rüzgar, Boran'a ve Dede'ye. "Sınır taşlarımızdan birini parçalamışlar. Bir mesaj bu. 'Sınırlarınızı değiştiririz' demek istiyorlar. Asım'ın kendisi yoktu, sadece birkaç serseri. Görür görmez kaçtılar."
"Kan dökülmediyse, bu iyi," dedi Dede, rahatlamış bir nefes vererek.
"İyi değil," diye karşı çıktı Boran, sesi buz gibi. "Bu bir savaş ilanı. Onlar ilk kurşunu sıktı. Töre, artık cevap vermemizi gerektiriyor."
"Töre, kanı durdurmak içindir, akıtmak için değil!" diye seslendi Elif, olduğu yerden. Herkes ona döndü. O, bütün bakışların ortasında, dimdik ayaktaydı. "Onlar sınır taşını vurdu, bir insanı değil. Siz de onların sınır taşını vurun. Ama bir cana kıymayın."
Boran onun bu müdahalesine önce öfkelendi. Aşiret işlerine karışıyordu. Ama mantığı, Elif'in haklı olduğunu söylüyordu. Asım'ın amacı onları kışkırtmaktı. Gözlerini Dede'ye çevirdi.
İhtiyar adam, sakalını sıvazlayarak düşüncelere daldı. "Kadın haklı, Boran. Törenin ruhu, öç değil, denge üzerinedir. Onlar taşa vurdu, sen de taşa vur."
Boran'ın yumrukları sıkıldı. İçindeki intikam arzusu, Zilan'ın ölümünün yarattığı çaresizliğin bir yansımasıydı. Ama Dede'nin sözü kanundu. "Peki," diye homurdandı. "Rüzgar, adamları topla. Gidip onların en büyük sınır taşını parçalayacağız. Ama kimseye ateş etmek yok. Sadece mesajımızı ileteceğiz."
Akşam, Boran ve adamları sessizce konaktan ayrıldılar. Elif, onların karanlıkta kayboluşlarını pencereden izledi. Kalbi, garip bir endişeyle hızlı hızlı çarpıyordu. Bu endişe, bir aşiret lideri için değil, gidip de geri dönmeyen, karla kaplı bir uçuruma kayıp giden bir adam içindi. Bu duygu onu korkuttu. Kendi kendine söylendi: Sadece barış için endişeleniyorum. Sadece bu.
Ama içindeki ses onu yalancı çıkarıyordu. Boran'ın odasında geçirdikleri o kısa, gergin an, onun ruhuna bir tohum gibi düşmüştü. Erkeğin taşıdığı acı, onun kendi acısına bir ayna olmuştu. Onu anlıyordu. Ve anlamak, farkında olmadan sevginin en tehlikeli tohumlarını atıyordu.
Birkaç saat sonra Boran ve adamları güvenle döndü. Görevlerini yerine getirmişlerdi. Ama Boran'ın yüzünde bir rahatlama yoktu. Doğrudan Elif'in yanına gitti. Üzerinde soğuk gece havası ve barut kokusu vardı.
"Mesajımızı ilettik," dedi kısaca. "Şimdi sıra onlarda."
"Teşekkür ederim," dedi Elif.
"Neye?" diye sordu Boran, şaşırarak.
"Kan dökmediğin için."
Boran, Elif'in gözlerine baktı. Kandilin titrek ışığında, yorgun ama güçlü çizgileri, Zilan'ınkinden farklı bir güzellikle parlıyordu. Zilan'ın güzelliği narin ve korunaksızken, Elif'in ki bir kılıcın keskin kenarı gibiydi; tehlikeli ve hayat dolu. İçinde bir şey, bir anlığına, o iki yıllık ağır yastan sıyrılmak istedi. Nefesi kesildi.
Ama sonra gözlerinin önüne Zilan'ın donmuş cesedi geldi. O boş, donuk bakışlar. Ve yüreğindeki demir kapı, gıcırdayarak tekrar kapandı. Yüzü tekrar sertleşti.
"Beni yanlış anlama Elif," dedi, sesi tekrar uzaklaşmıştı. "Bunu senin için yapmadım. Töre için yaptım."
Bu sözler, bir bıçak gibi saplanmıştı Elif'in yüreğine. O an hissettiği acı, Asım'ın tehdidinden çok daha keskin, çok daha derindi. Gözlerinde bir ıslaklık hissetti ama asla ağlamazdı. Sadece başını eğdi.
"Biliyorum," diye fısıldadı. "Zaten başka türlüsünü umut etmemeliydim."
O gece, Elif için bir işkenceydi. Yattığı yerde, tavanı seyrederken, zihninde Boran'ın o bir anlık yumuşayan bakışı ile sonraki anki buz gibi sesi dans ediyordu. Onun bu itip kakması, bu sürekli geri çekilişi, Elif'te tuhaf bir şeyi tetikliyordu: Onun onayını kazanma, o kapalı kapıyı zorlama arzusu. Bu, sevgi miydi yoksa kırılmış gururunun intikamı mı, ayırt edemiyordu. Belki de ikisi birbirine karışmıştı. Ona yakın olmak istiyordu, sadece bir kez olsun o duvarların ardındaki adamı görebilmek için. Bu istek, onu günden güne daha da güçlü, daha da dirençli kılıyordu. Çünkü biliyordu ki, zayıf ve kırık bir kadın, Boran'ın dikkatini asla çekemezdi.
Ertesi sabah, bir haberle uyandılar. Asım, bir elçi göndermişti. Elçi, Dede'nin huzuruna çıkarıldı. Mesaj kısaydı: "Berdel kabul. Ama Boran ve Elif , bir ay sonra, ayın on dördünde, bizim köyümüzde yapılacak. Toplantıya gelecek, eğer gelmezlerse bu bir hakaret sayılır ve savaş başlar."
Bu, bir barış teklifi değil, bir tuzaktı. Asım'ın topraklarına gitmek, bir koyunun sürüye dalması gibiydi.
"Kabul edemeyiz!" diye haykırdı Boran. "Bu intihar."
"Reddedemeyiz de," diye karşı çıktı Dede, yüzü asıktı. "Hakaret etmiş oluruz.
Tartışma saatlerce sürdü. Elif, sessizce onları dinledi. Sonra ayağa kalktı. Odadaki tüm sesler kesildi.
"Ben gideceğim," dedi sadece.
"Delilik bu!" diye itiraz etti Boran.
"Hayır," diye cevapladı Elif, ona doğru döndü. Gözlerinde, dağlardan daha sağlam bir kararlılık vardı. "Bu bir cesaret sınavı, Boran. Ben kaçarsam, Asım'a korkak olduğumuzu göstermiş oluruz. Gidersem, onun tüm planlarını altüst ederim. O bana bakarken bir zayıflık görsün istiyor. Ben ona, kendi korkusunu göstereceğim."
Boran, onun bu sözleri söylerkenki halerine bakakaldı. Bu, gözlerini kaçırdığı, sessizce acı çeken kadın değildi. Bu, bir savaşçıydı. Ve Boran, ilk kez, kalbinde hissettiği o garip sıkışmanın, sadece hayranlık veya sorumluluk olmadığını fark etti. Bu, çok daha tehlikeli bir şeydi. Bu, Zilan'a ihanet anlamına geliyordu.
"Peki," diye mırıldandı sonunda, yenik düşmüş bir halde. "Ama ben de geleceğim. Ve yanımda en iyi adamlarım olacak."
"Hayır," dedi Elif yine. "Sen gelmeyeceksin."
Şaşkınlıkla ona baktı. "Ne?"
"Eğer sen gelirsen, bu bir meydan okuma olur. Sadece ben ve küçük bir refakatçi grubu gelirse, bu bir 'güven' işareti olur. Asım'ın yüzüne vurulmuş bir şamar. Onun töre anlayışını kullanacağım. Bizi misafir diye kabul etmek zorunda kalacak. Ve misafire dokunulmaz."
Odaya çöken sessizlik, dolu dolu bir şaşkınlıktı. Elif, sadece birkaç hafta içinde, sadece aşiretin değil, psikolojisini de öğrenmişti. Stratejisi kusursuzdu.
Dede, gururla başını salladı. "Akıl, yaştan değil, baştan gelir. Kadın haklı. Plan bu olacak."
Toplantı dağıldı. Herkes odadan çıkarken, Boran Elif'in kolundan tuttu. Dokunuşu, elektrik gibiydi. İkisi de irkildi.
"Bu çok tehlikeli," diye fısıldadı, sesi gergin. "Eğer sana bir şey olursa..."
"Olursa ne olur, Boran?" diye sordu Elif, yüzünde acı bir tebessümle. "Beni kaybedersen, Zilan'ın yerini dolduramayan bir gölgeyi kaybetmiş olursun. Bu senin için bir kurtuluş olmaz mı?"
Boran, sanki yüzüne tokat yemiş gibi sarsıldı. Elif'in kolunu bıraktı, geriye adım attı. Onu incitmişti. Derinden ve bilinçsizce. Ve şimdi Elif, bu yarayı kendi silahı olarak kullanıyordu.
"Seni anlamıyorum," dedi kısık sesle.
"Ben de seni anlamıyorum," diye karşılık verdi Elif. "Ama en azından ben, saklamıyorum. Gitmem gerekiyor. Hazırlanmalıyım."
Arkasını dönüp gitti. Boran, onun gidişini izlerken, için için yanıyordu. Bu yangın, Elif'in bahsettiği yangından farklıydı. Bu, içeriden, kendi kalbinden yükselen ve onu Zilan'ın anısından bile daha güçlü bir şekilde yakalayan bir alevdi. Ve korkunç bir şekilde, bu yangından kurtulmak istemiyordu.
Elif, odasına çıkarken, sırtında Boran'ın bakışlarının ağırlığını hissediyordu. Onun bu uzak duruşu, onu deli ediyordu, ama aynı zamanda daha güçlü de yapıyordu. Ona bir şeyler hissetmeye başladığını biliyordu. Bu, belki sevgi değildi. Belki sadece, bir başka kırık kalbin yanında kendi kırıklığını bulmaktı. Ama ne olursa olsun, bu his, onu hayata bağlayan yeni bir bağ olmuştu.
Pencereden dışarı, Asım'ın köyünün olduğu ufka baktı. Orada, sadece bir düşmanla değil, kendi korkularıyla ve Boran'ın ona karşı hissettiği ne olduğunu bilemediği karmaşık duygularla yüzleşecekti. Ama artık korkmuyordu. Çünkü kırık bir kalbin, kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Ve bu, onu en tehlikeli silah haline getiriyordu.