5. Bölüm: Kararın Gölgesi
Avluda, sabahın erken saatlerinden beri bekleyen gergin bir hava vardı. Herkes suskundu. Yalnızca rüzgârın, konağın taş duvarlarına vuran sesi işitiliyordu. Toz hâlâ dağılmamış, toprağın kokusu kanla karışmadan havada asılı kalmıştı. Elif’in beklenmedik dönüşü, konakta ve aşirette ne kadar büyük bir yankı uyandırdıysa, o kadar da derin bir sessizlik yaratmıştı. Kimse ne konuşacağını, ne düşüneceğini bilemiyordu.
Yaşlılar, her zamanki gibi avlunun ortasındaki büyük taş sedirin çevresinde toplanmıştı. Aralarında yılların yükünü taşımış, sözü kanun sayılan Bastonlu Dede de vardı. Elinde bastonuyla yere sert bir vuruş yaptı.
“Bugün burada töre konuşulacak!” dedi, sesi avlunun taş duvarlarında yankılandı. “Kim haklı, kim haksız kan mı dökülecek, yoksa akıl mı galip gelecek buna karar verilecek.”
Boran, dedenin hemen karşısında ayakta duruyordu. Üzerindeki kalın yeleğin omuz kısmı terden nemlenmişti, ama gözleri hâlâ aynı soğuk kararlılıkla parlıyordu. Elif biraz geride, duvarın dibinde ayakta duruyordu. Saçlarının arasında dağ tozu, elbiselerinde yolun yorgunluğu vardı. Ama bakışları dimdikti; ne pişmanlık ne korku taşıyordu.
Dilan, köşede dizlerinin üzerinde oturuyordu. Başını kaldırmaya cesaret edemiyor, ellerini birbirine kenetlemiş hâlde titriyordu. Rüzgar ise biraz ilerde, sırtı direğe yaslı, sessiz bir gölge gibiydi. Onun da kaderi konuşulacaktı bu sabah.
Bastonlu Dede, kalabalığı süzdü.
“Asım’ın tehdidini hepimiz duyduk,” dedi. “Reisliği bırakmazsanız, kızı öldüreceğim demiş. Ama kader, onun elindekini geri aldı. Kız kaçtı, geldi. Şimdi Asım ne isterse istesin, karar artık bu avludadır.”
Gençlerden biri öne çıktı. Eli Kırık Mustafa, öfkesini gizlemeyen bir sesteydi.
“Asım, aşireti bölmek istiyor Dede. Boran ağayı zayıflatmak, halkın gözünde düşürmek istiyor. Elif’i kullanarak fitne soktu. Ama şimdi o plan bozuldu. Bizim kan dökmeye değil, akla ihtiyacımız var.”
Dede başını salladı.
“Doğru söylersin, ama töre akıldan da eskidir. Töre, adaleti sağlar. Töresiz iş yapan, kökünü kesmiş olur. Biz kökümüzü korumak için buradayız.”
Boran, derin bir nefes alarak öne çıktı.
“Benim evimde töre uygulanır,” dedi. “Ama töre, akılla yürür. Elif benim nikâhlı karımdır. Kim bu kapıya onun için silah doğrultursa, töreye değil bana karşı gelir. Ben de bilirim: kan, kanı doğurur. Bizim toprağımızda bir damla kan dökülse, yıllarca barış yüzü görmeyiz.”
Bu sözler, bu yaşlılar arasında bir uğultu yarattı. Kimi “ağam doğru der,” dedi, kimi “ama leke kaldı,” diye mırıldandı. Dilan başını kaldırıp Boran’a baktı, gözleri doluydu. Elif ise sessizce onun yanına gitti, diz çöktü.
“Senin yüzünden değil, Dilan,” dedi fısıltıyla. “Sen kalbinle davrandın. Beni burada tutan töre değil, senin o vicdanın.”
Dilan’ın gözlerinden yaşlar süzüldü. “Ben sadece iyi bir şey yapmak istemiştim,” diyebildi.
O sırada Bastonlu Dede bastonunu yeniden yere vurdu.
“Yeter,” dedi. “Kızın sözleri işitildi. Şimdi çözüm konuşulsun. Kan akmadan bu iş kapanabilir mi, ona bakalım. Bizim atalarımız der ki: ‘Töre, kana değil dengeye dayanır.’ Dengeyi sağlayacak yol berdeldir.”
Avluda bir uğultu yükseldi. “Berdel mi?” diye fısıldadı bazıları. Boran, dedeye doğru bir adım attı.
“Berdel… ama kız kardeşini Rüzgara vermek istemiyordu. Elif’in bu berdeli bozup bozmayacağını bilmiyordu.
Dede gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı.
“Asım’ın istediği şey, reisliği almak. Biz ona doğrudan boyun eğemeyiz. Ama kan dökülmesini de istemiyoruz. O hâlde, berdel esas alınır. Kan akmadan iki tarafın da onuru korunur. Dilan ve Rüzgar’ın suçu, kanla değil bağla temizlenir.”
Kalabalık içinde sessizlik oldu. Dede devam etti:
“Dilan ve Rüzgar kendi evlerine dönecek . Fakat her ikisi de aynı koruma altında olacak. Ne biri kovulur, ne diğeri cezalandırılır. Kan dökülmez, töreye gölge düşmez. Böylece hem aşiretin onuru korunur, hem düşman sevindirilmez.”
Boran başını salladı. Bu sözler mantıklıydı. Ama Dede, konuşmasını bitirmemişti.
“Elif’e gelince,” dedi ve bakışlarını Elif’e çevirdi. “Kız geri dönmüştür. Nikâhı hâlâ geçerlidir. Leke temizlenmiştir. Fakat töre der ki: soyun devamı, erkek evlatla olur. Aşiretin geleceği, bir erkek çocukla güvenceye alınır. Bu yüzden Elif, Boran’ın karısı olarak kalacaktır. Ancak bir erkek evlat doğurursa bu evlilik kalıcı sayılır.”
Bu cümle avluda bir taş gibi yankılandı. Herkes nefesini tuttu. Elif başını eğdi, gözleri yere dikildi. Cevap verse kan dökülecekti. İçinde bir öfke kabardı ama belli etmedi. Kadının kaderi yine bedeniyle ölçülüyordu. Ama biliyordu ki bu dünyada bazen direnmek, susarak olurdu.
Boran sessizliği bozdu.
“Bu kararı ben değil, töre veriyor,” dedi. “Ama bilinsin: Ben bu kadını zorla tutmuyorum. Elif isterse gidebilir. Ama kan dökülür. Fakat kalırsa, benim eşimdir. Soyumu da, adımı da taşır.”
Elif başını kaldırdı. Gözleri doluydu ama sesi titremedi.
“Ben kaçtım, özgürlüğü tattım,” dedi. “Ama ardımda bıraktıklarımın kanıyla yaşamak istemiyorum. Dilan’ın, Rüzgar’ın ve senin için geri döndüm, Boran. Eğer bu evlilik kanı durduracaksa, kalırım. Ama bir şartla: doğacak çocuk kim olursa olsun, o benim evladım olacak. Onu töre için değil, sevgiyle büyüteceğim.”
Avluda bir süre hiç ses çıkmadı. Sadece rüzgârın savurduğu perde hışırtısı duyuluyordu. Sonra Bastonlu Dede bastonunu yeniden yere vurdu.
“Söz tamamdır,” dedi. “Berdel gerçekleşir. Dilan ve Rüzgar kendi evlerine döner. Elif, Boran’ın nikâhlı karısı olarak kalır. Kan akmayacak, töre çiğnenmeyecek. Bu karar aşiret huzurunda verilmiştir.”
Yaşlılar başlarını öne eğip dua etti. Gençler sessizce dağıldı. Avlunun ortasında sadece üç kişi kaldı: Boran, Elif ve Bastonlu Dede. Dede, son kez Elif’e dönüp alçak sesle konuştu.
“Kızım,” dedi. “Bu topraklarda kadın olmak zor iştir. Ama senin yüreğin bu dağlardan daha güçlü. Bunu unutma.”
Elif hafifçe başını eğdi.
“Unutmam Dede,” dedi. “Ama bazen güçlü kalmak bile yetmez. İnsan adalet arıyor.”
Dede gülümsedi.
“Adalet, bazen bir nefes kadar uzakta olur. Ama sen o nefesi verdin bugün. Kanı durdurdun.”
Dede avludan uzaklaştı. Boran bir süre sessiz kaldı. Sonra Elif’e yaklaştı.
“Beni neden gerçekten affettin?” diye sordu kısık sesle.
Elif başını çevirdi, gözlerini uzak dağlara dikti.
“Seni affetmedim,” dedi. “Sadece nefret edecek kadar güçlü değilim artık. Yorgunum. Barışmak, bazen savaştan daha ağır gelir insana.”
Boran’ın yüzündeki çizgiler derinleşti. “Senin cesaretin olmasa, bu avluda kan dökülürdü,” dedi. “Ben bunu unutmayacağım.”
Güneş yavaşça yükselirken, avlunun taş duvarlarına vurdu. Uzakta koyun sesleri, köpek havlamaları duyuluyordu. Hayat, sanki biraz önce ölümün eşiğinden dönmüş gibi ağır ağır akıyordu. Elif gökyüzüne baktı; dumanın ardında mavi bir çizgi görünüyordu. Belki kaderi hâlâ değişebilirdi.
Ama bir şey kesindi:
Bu sabah kan akmadıysa, bu bir kadının cesareti, bir erkeğin direnci ve bir aşiretin son akıl kırıntısı sayesindeydi.
Fakat herkes biliyordu ki Asım, bu kararı duyduğunda öylece susmayacaktı.
Dağlar sessizdi, ama fırtına geri dönmek üzereydi.