12. Bölüm

1223 Words
12. Bölüm: Ayrılık Tohumları Ay ışığı, Elif'in odasının taş zeminine solgun bir gümüş halı gibi serilmişti. Yatağının kenarında oturuyor, avuçlarının içinde tuttuğu küçük, sade bir broşu izliyordu. Broş, Ömer'in ona, "Bunu taktığın her an, ben yanındayım," dediği günün hatırasıydı. Şimdi ise soğuk metal, zihninde fırtınalar estiren bir yükten başka bir şey değildi. Kaçış planı zihninde kristalize olmuş, her detayı defalarca kontrol etmişti. Tüccar kervanı dört gün sonra köye varacaktı. Onlarla birlikte güneye, ilk büyük kasabaya kadar gitmeyi, oradan da bir araba bularak batıya, İstanbul'a doğru yola koyulmayı planlıyordu. Delil'in söylediği aklında çizdiği harita, zihninde canlanıyor; en kuytu patikalar, en gizli su kaynakları bir kaçış ağını örüyordu. Ancak planın berraklığı, duygularının bulanıklığıyla ters orantılıydı. Boran'ın, ateşin etrafında dönerkenki bakışlarındaki saf inanç, elini tuttuğunda hissettiği o sıcak, koruyucu güç, zihninin bir köşesine kazınmıştı. Bu hisler, Ömer'e ihanet gibi geliyor, içini kemiriyordu. Ayağa kalktı ve aynanın karşısına geçti. Kendine, "O bir araç. Sen bir araçsın. Amaç Ömer," diye tekrarladı. Ama aynadaki gözler, bu sözleri tam olarak içselleştirememenin huzursuzluğunu taşıyordu. Ertesi sabah, köyde farklı bir heyecan vardı. Batıdaki komşu aşiretten, Boran'ın uzun yıllar sonra ilk kez resmi bir görüşme için bir heyet geliyordu. Elif'in bir önceki toplantıdaki uzlaşmacı sözleri, görünüşe göre olumlu bir yankı uyandırmıştı. Bu, Boran için büyük bir andı; liderliğinin ve Elif'in getirdiği yeni diplomasinin bir sınavı. Toplantı, konakta, tüm aşiret ileri gelenlerinin huzurunda yapılacaktı. Elif, Boran'ın yanındaki koltuğa, artık tartışmasız bir şekilde yerleşmişti. Gelen heyetin başındaki yaşlı, bilge görünümlü Mirza Bey, Elif'i görünce hafif bir şaşkınlık yaşadı ama Boran'ın onu nasıl saygıyla selamladığını ve yer gösterdiğini görünce, durumu anladı. Görüşmeler çetin geçiyordu. Sınır anlaşmazlıkları, su hakları, geçmişten kalan kan davaları... Her kelime tartışılıyor, her taahhüt ölçülüp biçiliyordu. Boran, Elif'in varlığından güç alıyor, sabırla ve akılcı bir şekilde müzakere ediyordu. Siyamend Amca ve diğer muhafazakarlar ise her uzlaşma teklifini bir zayıflık işareti olarak görüp homurdanıyordu. Tam tartışmaların en kızıştığı, tarafların ayağa kalkıp seslerini yükselttiği bir sırada, bir olay oldu. Siyamend Amca'nın yanındaki genç, ateşli adamlarından biri, öfkeyle Mirza Bey'in genç danışmanına doğru bir adım attı. Hızlı bir hareketle belindeki hançeri çıkardı. O anda zaman yavaşlamış gibiydi. Bir çatışma, tüm barış umutlarını yerle bir edebilirdi. Hiç tereddüt etmeden, Elif ayağa fırladı. Hançeri çeken adamla Mirza Bey'in danışmanının arasına girdi. Tüm odanın şaşkın bakışları altında, sadece "Yeter!" dedi. Sesindeki otorite o kadar keskindi ki, genç adam elindeki hançeri indirmek zorunda kaldı. Ardından, Mirza Bey'e döndü. "Boran Bey," dedi, sesi artık daha yumuşak ama kararlıydı, "sadece toprakların değil, iki aşiretin çocuklarının geleceğinin de konuşulduğu bu masada, geçmişin gölgelerine izin vermemeliyiz. Bir çocuğun anasız, bir gelinin eşsiz kalmasına sebep olacak bir anlaşmazlık, hangi sınır taşını haklı kılabilir?" Bu sözler, odada çınladı. Mirza Bey'in gözleri doldu. Yıllar önce bir çatışmada kaybettiği bir oğlu vardı. Elif, farkında olmadan, en hassas damarına dokunmuştu. Yaşlı adam ağır ağır başını salladı. "Genç kadın," dedi, sesi titreyerek, "senin sözlerin, dağların ardındaki berrak su gibi... Bize unuttuğumuz bir şeyi hatırlattın." Boran'a döndü, "Boran Bey, seni ve bilgeliğini kutlarım. Bu kadın, aşiretine gerçek bir hazine getirmiş." O an, odadaki tüm direnç kırıldı. Anlaşma, neredeyse Elif'in istediği şekilde imzalandı. Boran'ın gözlerindeki gurur ve minnet, neredeyse dokunulabilirdi. Elif'i, sadece hayatını kurtaran biri olarak değil, aşiretinin kaderini değiştiren biri olarak görüyordu. Onu kollarına aldı, alnına, herkese açık bir şekilde, derin bir saygı ve sevgiyle öpücük kondurdu. Bu, herkes için onun artık sadece Boran'ın değil, tüm aşiretin "Hanım'ı" olduğunun ilanıydı. Zafer havası tüm köyü sarmıştı. O akşam büyük bir şölen düzenlendi. Ateşler yakıldı, davullar çalındı, şarkılar söylendi. Herkes Elif'in etrafında toplanıyor, onun elini öpmek, duasını almak istiyordu. Bu coşkunun ortasında Elif, kendini bir balon gibi boşlukta hissediyordu. Her övgü, her minnet dolu bakış, onun yükünü ağırlaştırıyordu. Bu insanlar, onu bir kurtarıcı, bir barış elçisi olarak görüyordu. Oysa o, en kısa sürede hepsini terk edecek, belki de bu yeni filizlenen barışı tehlikeye atacak bir kaçakti. Boran, onun bu içe kapanıklığını, mütevazılığı olarak yorumluyordu. Onu dansa kaldırdığında, Elif kendini bir an için kaptırdı. Davulların ritmi, etraftaki kahkahalar, Boran'ın güvenli kolları... Bir an için, İstanbul'u, Ömer'i, kaçış planını unutmuş gibiydi. Bu sahte hayatın cazibesi, beklenmedik derecede güçlüydü. Şölenin sonlarına doğru, Siyamend Amca yanına geldi. Yüzünde, önceki düşmanlığından eser yoktu; yerini derin, hüzünlü bir saygıya bırakmıştı. "Hanımefendi," diye başladı, sesi alışılagelmişin dışında yumuşak. "Bugün ben, yaşlı kafamla, senin gibi bir bilgenin önünde eğildim. Seni yanlış anlamışım. Boran'ımızı, aşiretimizi karanlığa sürüklemek isteyen biri sanmıştım. Oysa sen, ona ve bize, unuttuğumuz ışığı gösterdin." Elinin tersiyle gözünün kenarını sildi. "Boran'ın anası Zilan'ın ruhu, senden memnundur. Oğlumu... onu sana emanet ediyorum." Bu sözler, Elif'e o güne kadar yediği en ağır yumruk gibi geldi. Yüreğine saplanan acı, fizikseldi. Siyamend'in samimiyeti, onun yalanlarını öyle bir aydınlatmıştı ki, ne diyeceğini şaşırdı. Sadece başını hafifçe eğdi, boğazı düğümlenmiş bir halde. O gece, odasına çekildiğinde, hissettiği vicdan azabı dayanılmazdı. Aynanın karşısına geçti. Artık güçlü bir lider, saygı duyulan bir "Hanım" görmüyordu. Sadece bir sahtekar, bir ihanetçi görüyordu. Boran'ın, Siyamend'in, köydeki tüm kadın ve çocukların yüzleri gözlerinin önüne geldi. Onları sadece terk etmeyecek, onların inancını ve umudunu da çalıp götürecekti. Gözleri, köşede sakladığı küçük bir çantasına kaydı. İçinde kaçış için gerekli birkaç parça eşya ve Ömer'in broşu vardı. Broşu avucuna aldı. Metal soğuktu. Ömer'in yüzü zihninde canlandı. O gülümsemesi, ona verdiği sözler... İstanbul'daki hayat, artık bulanık, uzak bir rüya gibi geliyordu. Oysa bu köy, Boran'ın sıcaklığı, duyduğu saygı, o kadar gerçekti ki. İki seçenek arasında parçalanmıştı. Bir yanda, bir yalan üzerine inşa edilmiş de olsa, güç, saygı ve belki de derin bir aşk vaat eden bir hayat vardı. Diğer yanda ise, geri dönmesi gereken bir geçmiş, bir söz ve özgürlük vaadi. Ama hangi özgürlük? İstanbul'da, Karahanlar soyadının gölgesi altında Ömer’in sevgisiyle yaşamak mı? Yoksa burada, bir kraliçe gibi, sevildiği ve değer verildiği bir hayat mı? Bu düşünce onu korkuttu. Demek ki bu sahte kimlik, bu rol, onu bu kadar ele geçirmişti. Kendi planının tuzağına düşmek üzereydi. Öfkeyle broşu çantasına fırlattı. Zihnindeki karışıklık, kaçış planının berraklığını bozmuştu. Artık emin değildi. Koridordaki bir gıcırtı onu ürpertti. Kapıya yöneldi, ama kimse yoktu. Sadece, Boran'ın odasından gelen loş bir ışık hüzmesi koridora düşüyordu. İçeriye baktı. Boran, pencerede dikiliyor, dışarıyı izliyordu. Sırtı dönüktü, ama duruşundaki derin düşüncelilik bile hissediliyordu. Sonra, yavaşça döndü. Elif'i kapıda görünce şaşırmadı, sadece hafifçe gülümsedi. Gözlerinde, o günkü başarının gururunun ötesinde, derin, hüzünlü bir sakinlik vardı. "Gel," dedi sessizce. Elif, içeri girdi. Boran, ona bir kâğıt uzattı. Üzerinde, Delil'in Elif'e anlattığı gizli patikaların ve mağaraların ayrıntılı bir haritası çiziliydi. "Bunu senin için yaptırdım," dedi Boran, sesi yumuşak ama anlam yüklü. "Belki bir gün, köyümüzü daha iyi tanımak istersin diye. Senin gibi bir zihin, sınırlarını bilmek ister." Elif'in yüreği ağzına geldi. Bu bir tesadüf olamazdı. Boran, onun kaçış planından haberdar mıydı? Yoksa bu, sadece saf bir güven ve sevgi gösterisi miydi? Haritaya bakarken elleri titriyordu. Boran, elini uzatıp onun çenesini hafifçe kaldırdı. "Elif," diye fısıldadı, "burada, benim yanımda güvendesin. Seni asla kaybetmek istemem. Sen... sen benim yeniden doğuşumsun." O an, Elif için her şey alt üst oldu. Boran'ın sözleri, onun kalbindeki duvarları yıkmıştı. Gözlerinden yaşlar boşanırken, kendini onun kollarına bıraktı. Ağlıyordu; Ömer'e olan ihaneti için, Boran'a söylediği yalanlar için, kendi içindeki korkunç ikilem için. Boran ise bu gözyaşlarını, yaşadığı zorlukların ve nihayet bulduğu huzurun bir dışa vurumu olarak görüp, onu daha sıkı sardı. Ama Elif biliyordu. Bu sarılma, bir veda başlangıcıydı. Artık ne yaparsa yapsın, geride bir enkaz bırakacaktı. Kaçış günü yaklaştıkça, taşıdığı yük sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da dayanılmaz bir hal alıyordu. Ayrılık tohumları ekilmişti ve her geçen saat, onları daha da derinlere kök salıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD