Yanımızdan ayrılan Yağmur ve Teo'dan sonra bir süre sessizlik içinde bekledik. Lotus şehri için sessizlik oldukça normaldi.
Sessizsen itaatkâr, sessizsen onaylayandın.
Karşımda kollarını bağdaş yapan Savaş konuşmak için bir cesaret arıyor gibiydi. Nihayetinde topladığı cesareti diline vurdu.
-Kötü şeyler olacak.
-Ne...Ne gibi Savaş?
Çatık kaşları ve keskin yüz hatları Savaş'ı dışarıdan ürkütücü biriymiş gibi gösterse de mizacına alışkındım.
Ciddiyetini bozmadan cevapladı beni.
-Bakanlıktaki sorun Lotus şehrindeki sorun demektir. En güvenilir şehir olan Lotus şehrindeki sorunsa tüm krallıktaki sorun demektir Maral.
Genelde kısa ve öz konuşan Savaş bu defa uzun bir cümle kurmuştu. Başımı salladım. Anlayamıyordum. Bakanlıktaki sorun bizi ne kadar etkileyebilirdi?
Savaş gibi sakin mizaçlı değildim. Korkuyordum.
-Ölecek miyiz Savaş?
Diye sordum dolu gözlerle. Omuz silkti.
-Umarım sağ kalan şanslılardan oluruz.
Yatıştırmaya çalışmadan dümdüz cevabı kalbimde çarpıntı yaratırken yutkundum.
-Eve dönelim.
Omzumdaki şalın yere düşen ucunu kaldırdı ve usulca doladı boynuma.
-Ne olursa olsun evden çıkma. Tamam mı?
Başımı salladım onaylayarak.
-Tamam.
Başını eğip selam verdi. Tıpkı onun gibi eğilerek selam verdim ben de. Evime girdiğimde içimi huzur kaplamıştı. Başımda bir çatı varken güvendeyim sanıyordum.
Uykudan henüz uyanan annem televizyonun karşısındaydı. Kardeşim de hemen kolunun altına kıvrılmıştı. Devasa ekranda Başkan Bey'in yüzü belirdi.
Sabahki konuşmanın aynısını yaptıktan sonra annem sanki her defasında yeniden duyuyormuşçasına ilgiyle dinledi.
-Anne, babam bakanlığa gitti.
-Hım, öyle mi?
-Evet, bakanlığa gitti ve evden çıkmamamızı istedi.
Bana dönmeden bir soru yöneltti.
-Peki sen nereden geliyorsun Maral?
Kabul, suçluydum. Fakat geçerli bir sebebim vardı dışarı çıkmak için. Sorusunu cevaplamadan mutfak tezgahına oturdum. yanıbaşımda duran pembe tatlı kapsüllerinden birini ağzıma attım.
Ah!
Yavaş yavaş dilimde çözülen bu pembe kapsülden böğürtlen ve çilek kokusu yayılıyordu. Emdikçe mayhoşlaşan tadına karşı koyamıyordum. İyice çözülüp bitene dek tezgahta oturmaya devam ettim.
-Anne, bakanlıkta bir sorun varmış. Sebebini biliyor musun?
Televizyon ekranına odaklanan gözlerini bir an olsun bana çevirmiyordu.
-Sorun her neyse Büyük Kral bizi korur.
-Peki ya sorun Büyük Kral'sa anne?
-Maral, kafanı böyle tuhaf sorularla doldurma. Sen de yaşıtların gibi televizyon izleyip, ulusal telefonunla ilgilensene!
Omuz silktim yeniden. Tezgahtan atlayıp cevap verdim.
-Ulusal telefonda sadece bakanlığın izin verdiği birkaç uygulama var. Hem ayrıca o telefonlar beni ürkütüyor anne. Sanki...
Meraklı kardeşim annemden önce davranıp sordu.
-Sanki ne abla?
-Sanki onun kamerasından izleniyormuşum gibi hissediyorum.
Annem sesli bir şekilde güldü. Tiz kahkahası kulaklarımda yankılandığında gözlerimi kıstım.
-Ah, Maral 20 yaşında genç bir kızsın. Ulusal telefonda senin ilgini çekecek pek çok şey olduğuna eminim.
Anlaşılamıyordum.
Anlaşamıyordum da aynı zamanda.
Pek çok şeyin bana tuhaf geldiğini ifade ederken tuhaf karşılanan kişi ben oluyordum.
Başımı eğdim ve odama çekildim.
Odamdaki ekran beni algıladığı anda açıldı. Başkan bey ve komik kıravatı karşımda belirmişti. Kendimi öldürme isteği uyandıran eğlenceli şarkı çalmaya başladı.
Ekrandaki her şey şeker pembesi, mor, tarçın rengi...Oysa dışarısı soluk yeşil, koyu dumanlarla bezeli, gri filtreye sahipti.
Yatağıma uzandım. Ulusal telefon hemen dibimdeydi. Üzerimi değiştirmek için hamle yaptığımda telefonla göz göze geldim.
-Hah!
Telefon ekranını yatak örtüsüyle kapattım. Televizyon ekranının üzerinde de bir çarşaf serdim.
-Hadi ama biraz mahremiyet.
Diyerek üzerimi çıkardım. Annemin tabiriyle "20 yaşındaki" her genç kızın giydiği gibi kollarına oranla boyu hayli uzun olan geceliği giydim. Saçlarımı açıp pencerenin önüne geçtim ve taramaya başladım.
Taradım, taradım...
Elime takılmayana dek pürüzsüz hale getirdim.
Doğrusu aklım bakanlıktan gelecek haberdeydi.
Uyumak istesem düşünceli halim izin vermeyecekti. Ulusal telefona kalmıştım yine. Elime aldım ve önümde serili olan dört uygulamaya baktım. Öncesinde sadece bir taneydi. yaşım ilerledikçe izin verilen uygulama sayısı da artıyordu pek tabii. Soylu kesimde bu böyleydi. Halk kesiminde tek bir uygulama vardı. O da görüntülü görüşebilmek için Sohbet Cini'ydi.
Teo ve Yağmur'la iletişim kurmayı seviyordum. Savaş ise toplu görüşmelere fazla katılmaktansa yüz yüze konuşmayı tercih ediyordu. Savaş hepimizden daha olgundu. Ona hayrandım. Saygı duyuyordum.
Ulusal telefondaki Sohbet Cin'ine bastım. Teo ve Yağmur'la olan grubumuzu aradım.
Bir süre bekledikten sonra Teo açtı fakat Yağmur hala açmamıştı.
-Hey, Teo Teo!
Muhtemelen telefonu bir yere sabitlemişti. Aynı anda iplik sarıyordu.
-Maral hanım, buyrun.
-Çok sıkıldım. Babam hala dönmedi.
Tamamladığı ipliği kenara koydu ve bir yenisini aldı.
-Ah, telaşlanmayı bırak güzelim.
-Düşünmeyi kesemiyorum Teo.
Beyaz çarşafın ardından Büyük Kral ve Prens Aren görünüyordu. Prens Aren'e zoomlamaya başladıklarında gözlerimi devirdim.
Teo'nun da dikkatini çekmişti ki sordu.
-Ne oldu?
-Kibir abidesi, şımarık çocuk ekranda. Bu televizyonları neden asla kapatamıyoruz Teo?
Güldü. Köpek dişlerinden biri ön dişlerine yaslanmış sevimli bir çarpıklık vardı. Ne zaman gülse gözüm direkt oraya çarpardı. Bir gün ağzımdan kaçar mıydı acaba onu sevdiğim?
-Öncelikle Prens Aren'e karşı bu nefretine anlam veremiyorum.
Sözünü kestim.
-O şımarık suratını yumruklamak istiyorum. Yayından sonra gidip çocuk parkında oynayacak! Şu kibirli tavrına bak! Ah!
Seslice güldü Teo.
-Sen takıntılısın Maral. Buradaki ekran bozuldu. Görevliler tamir edecekti. Bir aydır gelmiyorlar.
Başımı sağa sola salladım.
-Sorumsuz bakanlık, sorumsuz Başkan!
İkinci ipliği de sarmış ve çoktan üçüncüye geçmişti.
Dikkatimi yeni bir şey çekmişti.
-Teo, saçlarını mı kestirdin?
Gülümsüyordu. Bu gülüşü... İçimi nasıl ısıttığını bilseydi teşebbüs eder miydi? Sürmeli gözleri, esmer teni, çekici tavrı...
Düşünmeyi kes Maral!
Uzun boyu, zifir siyahı saçları, elmacık kemikleri...
Hadi, hiç mi kötü yanı yok.
Kabul biraz zayıf.
Soylu kesime geçmesi için yalvaran binlerce kadına aldırmadan ipçiliğe devam ediyordu Teo. Lotus şehrinin kast sisteminin tuhaf yanları. Görüntün güzelse soylu birine ait olup soylular arasında kalabilirsin. Peki zaten soyluysan ve görüntün kötü (?) ise? Daha yeni gerçekleşen bu olayla soylular arasından toplum standartlarına uymadığı için köylü kesime çalışmak için gönderilen genç bir kız vardı.
Kilo almak, yasak. Kilo vermek, yasak. İdeal kilona en fazla beş kilo uzaklıkta olabilirsin. Aksi halde çalışmaya gönderilirsin.
-Evet, yakışmış mı?
Derken saçlarını eliyle tarayarak kameraya yaklaşmıştı. Utanarak kadrajdan çıktım. Yüzümün kıpkırmızı olduğuna emindim.
-Yakışmış.
Diyerek beğenimi dile getirdim.
Önündeki yıpranmış beyaz önlükteki döküntü ipleri toplayarak gözleriyle beni arıyordu.
O esnada eve birinin geldiğini fark ettim. Bu babam olmalıydı.
-Teo! Babam geldi galiba. Gidiyorum. Size haberleri iletirim.
-Görüşürüz Maral.
Ulusal telefonu bıraktım ve üzerime şalımı alarak odaya geçtim. Babamın soluk yüzünü gördüğüm anda bedenimi bir titreme sardı.
Televizyon ekranından bakışlarını ayırmayan annem babamı istifini bozmadan, aynı şekilde karşıladı.
-Hoşgeldin. Eee neymiş bakanlıktaki sorun?
Babam cevap vermediğinde endişeyle yanına gidip elini tuttum.
-Baba, ciddi bir şey mi var?
-Evden dışarı çıkmanızı istemiyorum, o kadar. Sınırlarda Hisçalanlar'a rastlamışlar.
Babamın elindeki dijital kağıda gözlerim gitti. Parlıyordu fakat ne yazdığını okuyamıyordum.
-Başkan Bey üst düzey bakanlık üyelerinin evini ziyaret edecek.
Nihayet aldığı güzel haberle beraber annem bakışlarını ayırdı televizyondan.
-Ah! Çok sevindim! Hemen altın kapsülleri çıkaralım, sen de dışarı çık ve biraz içecek al! Evin temizliği için birini tutmalıyız değil mi Maral?
Anneme aldırmadım. Babamın diyecek başka şeyleri de vardı. İfadesi bunu gösteriyordu. Sorun her ne ise içimden bir ses bana bu sorunun dijital kağıtta yazdığını söylüyordu.
Düşündüğüm gibi de olacaktı.
Babam kağıdı açtı. Son derece soğukkanlıydı.
-Soyluların evlilik listesini verdiler. Bu yıl evlenecelerde sen de varsın Maral.
Annem bir abartı tepki daha sunarak sevinçle boynuma sarıldı. Babam da bu haberi verirken keyifli görünüyordu sınırdaki Hisçalanlar'a rağmen.
Konuşamadım. Ürpermiştim. Hayalimde Teo'yu soylulara geçirip onunla evlenmek vardı. Sıranın bana gelebileceğini hiç ummuyordum.
-Listeye bakmak ister misin?
Dedi babam. Elinden aldığım dijital kağıdın parlaklığını kısarak ismimi aradım. Tam yüz adet soylu genç; ailelerine, görünüşlerine göre eşleştirilmişti.
Bu, bu da ne?
-Savaş!
Annem ve babam mutlu bir şekilde birbirlerine sarıldılar.
-Buna çok sevindim kızım.
-Savaş, Savunma Bakanının oğlu, ayrıca annesi de bakanlıkta yüksek bir mevkiide. Tam Maral'a uygun. Çok da güzel bir genç, yakışıklı. Yeşil iri gözleri, kumral saçları ile Maral'ın yanına çok yakışacak.
Annemin sözleri kulağımdan girip beynimde buharlaşıyordu sanki. Savaş ve ben. Savaş ve ben evlenemezdik. Ama bu karara karşı çıkmam da imkansızdı. Evimiz, eşyalarımız, çocuklarımız için koyacağımız isimler, hatta kaç çocuk sahibi olacağımız dahi dijital kağıtta ki raporda yazıyordu.
Bu nasıl olabilir? Ben, ben Teo'yu seviyordum.
Belki Savaş da istemediğini dile getirirse sorun çözülürdü. Bunun verdiği umutla beraber içime biraz olsun su serpilmişti.
Düşüncelerimi parlayan ekran böldü. Saatlik saygı yayını başlamıştı. Televizyonun karşısında dikilerek izlemeye koyulduk. Bedenim burada, düşüncelerim bambaşka yerlerin kırlarında geziniyordu.