bc

Kaybolan Hisler +16

book_age16+
1.6K
FOLLOW
10.2K
READ
killer
dark
king
bxg
mystery
royal
enimies to lovers
dystopian
kingdom building
punishment
like
intro-logo
Blurb

Romantik/Fantastik/Distopya

İnsanların dünya üzerinde çıkardığı bozgunculuktan sonra, ilk Hisçalan buna bir son verdi. Evrene zarar veren herkesin hislerini çaldı. Başta iyilik için yapılan bu eylem, ilk Hisçalan ölünce kötü amaçlar için kullanılmaya başlandı. Ve insan ırkı yıllarca köle gibi çalıştırıldı. Ta ki, Büyük Krallık kurulana dek.

Büyük Krallığın veliahtı Prens Aren bu düzeni değiştirirken halkın içinden masum bir kadına tutuldu...Hislerini doruklarında yaşayan bir adam için aşk zehirli bir elmaydı.

chap-preview
Free preview
Kaybolan Hisler
Hüzün, ızdırap; sevinç, umut... İyisiyle kötüsüyle bu devirde tüm duygulara sahip olan sayılı şehirlerden birinde olduğum için şanslıydım. Artık dünya üzerinde Hisçalan'ların hakimiyeti mevcutken henüz hislerimiz çalınmadığı için korkuyu iliklerimize kadar yaşıyorduk. Her an örülü duvarların ardından gelebilecek mor gözlü, beyaz saçlı, çaldığı hisler kadar vücudunda dövme olan Hisçalan'lar, şehrimizin başkanıyla kurdukları anlaşmaya itaat ediyorlardı. Hah! Tüm bunlara rağmen ne komik ki herkes Hisçalan'ların avuçları içinde yaşamaya razı gibi görünüyordu. Başkan Bey'in kürsüye çıkıp yaptığı haftalık "Sakin olun ve olay çıkarmayın." temalı konuşmalarından birini daha yarım yamalak dinledikten sonra oturduğum koltuktan kalktım ve hemen yanımdaki ufaklığın elindeki çatalı aldım. Yemek tabağındaki lezzet kapsülleri olduğu gibi duruyordu. -Aç değilsen sonra ye. İki saattir oyalandığı yemek tabağını kaldırınca küserek odasına koşmasını izledim. Birazdan gelecek bağırıştan da ben sorumluydum... -Maral! Neden kardeşini ağlatıyorsun? Annemin öfkeli sesine sakince karşılık verdim. -Yemeğiyle oyalanıp duruyordu. Önünden alınca ağlayıverdi. Elini ağrıyan başına götürdü. Dünden beri başının etrafında dolanmış olan yazmayı iyice sıkarak baygın gözleriyle kendine su doldurdu. -Bu çocuk neden böyle iştahsız Maral? Tebessüm ettim. -Bilmiyorum anne. Belki de bu kapsüller artık lezzetli gelmiyordur. Suyu yudumlayıp tek bir damlasını ziyan etmeden bardağı masaya bıraktı. Yemek tabağındaki yeşil kapsülü eline alıp ağzına attı. -Çok da kötü değil. Biz de bunlarla büyüdük. -Dedemin dediğine göre onun zamanında tabaklarda yemekler olurmuş. Gerçek sebze ve etlerden oluşan... Lafımı kesip mutfaktan çıkmadan önce nefesini vererek güldü. -Deden aklını böyle şeylerle doldurmasın. Omuz silktim. Duvarı boydan boya kaplayan televizyonda resmi yayın saati gelmişti. Kırmızı ekran kendini gösterdiğinde pencereden baktım. Tüm evlerin camlarından kırmızı ışık yayılıyordu. Her gün aynı saatte aynı renge bakmaktan sıkılmayan insanlar televizyonun önüne dizilmiş resmi yayını izlemek için sabırsızlanıyorlardı. Kulaklara "neşe" getiren o iğrenç müzik çalmaya başlayınca gözlerimi devirerek televizyona döndüm. -"Sakin ve mutlu bir hayat! Neşe, eğlence, umut...Hepsini sağlayan, bize veren Başkan Bey'e teşekkür ediyoruz." Bu kısımda Başkan Bey puantiyeli kıravatıyla ekranlara geliyordu. Aslında bakılırsa gerçekten çok sempatik bir adamdı. Hafif toplu, daima gülümseyen dudakları dolgunca, dişleri parlak, saçları sıktı. Hisçalan'ların onunla anlaşma yapmasına şaşmamalıydı. -"Bugün de şehrimiz Hisçalan'ların merhametiyle ayakta kaldı. Öyleyse şimdi hep birlikte: 'Onlara itaat ediyoruz. Onlar da anlaşmamıza itaat ediyor. Hisçalan'lar varoldukça şehrimiz daima güvende kalacak! Teşekkürler Hisçalan'lar, teşekkürler Büyük Kral!'." Ekranın rengi yavaş yavaş soldu. Krala teşekkür faslında gelen histerik kahkahamı kardeşim işitmişti. İşaret parmağımı dudağıma götürdüm ve: "Şşşh, aramızda kalsın." diyerek yüzünün gülmesine sebep oldum. -Maral, ben çıkıyorum. Bakanlıkta işler karışmış. -Ciddi bir sorun mu baba? Bir yandan çizgili takım elbisesinin ceketini giyerken diğer yandan aynadan göz teması kurdu. Yüzünde anlamlandıramadığım bir endişe vardı. -Gidince göreceğiz. Annen uyuyor, kardeşinle birlikte evde durun. Akşam yayınına kadar dışarı çıkmayın. Hızlı adımlarla yanına gittim babamın. -Bir sorun yoktur değil mi baba? Yanağımı okşayıp dış kapıyı açtı. Asansörle gözden kaybolmadan önce gülümseyerek el salladı. İşte şimdi içime tarifsiz bir korku oturmuştu. Bakanlıkta ne gibi bir sorun olabilirdi ki? Çevresindeki yirmi altı şehirin merkezine oturttuğu en güvenli şehirdi burası. Hem ayrıca Büyük Kral insanlara saldırmamaları konusunda Hisçalan'lara sonucu cezaya dayanan yasaklar koymuştu. Tüm bunları göze alıp sorun çıkarabilirler miydi? Ah! Sanmıyorum, sanmıyorum. Öyleyse neydi bu içimdeki huzursuzluk? Televizyon ekranına çevirdim başımı. Mavi ışık gözleri rahatlatıyordu agrasif kırmızının aksine. Büyük Kral'ın eski konuşmalarından birini yayınlıyorlardı. Hemen yanında veliaht Prens Aren her zamanki kibriyle çenesini arşa kaldırmış dikiliyordu. Yalnızca güvendiğim bir kaç insana söylediğim bir tezim vardı: Prens Aren'in şımarık bir veletten başka bir şey olmadığı. O geniş omuzlarına oturttuğu ihtişamlı, taşlı pelerininden, beyaz dalgalı saçlarının üzerine kondurduğu veliaht tacından kurtulduktan sonra, eve girip oyuncaklarıyla oynadığına adım gibi emindim. Bu düşünce beni yine güldürdü. Duygularını doruklarda yaşayan Hisçalanlar'ın arasında Prens Aren soğuk nevale sayılırdı. Histerik gülüşler, zirvede öfkeler, damarları çatlayana kadar ağlamalar...Evet, bütün bunlar insanların hislerini çalıp kendi bedenlerine hapsettikleri için. İstedikleri herhangi bir hissi önplana çıkarmaları da cabasıydı. -Hey Maral, Maral! Pencerenin dışından gelen bu ses Teo'nundu. Asıl adı Teoman, sanki son heceyi söylemek zulümmüş gibi geldiğinden Teo derdik aramızda. -Hey Teo, Teo! Diye bağırdım pencereye çıkarken. Eski, ipleri sarkan hırkasına sıkıca sarılmış üşüdüğünün imasını verirken sırtına atlayan uçuk kaçık saçlara sahip Yağmur, onu ürküttü. Yağmur'un peşinden de sakin yürüyüşü toprakta derin iz bırakan Savaş geliyordu. Yağmur da tıpkı Teo gibi seslendi bana. -Hey Maral, Maral! Gelmiyor musun? Pencerenin pervazına dayandığım dirseklerime ağırlığımı verdim. -Gelemem. Babam evden çıkmayın dedi. Yağmur diğerlerinden önce davranıp sordu: -Nedenmiş? -Buradan söyleyemem. Bağırarak ettiğiniz sohbetten sıkıldığı belli olan Savaş sözü devraldı. -İki dakika aşağı gel. Evin içine baktım önce, nasıl olsa annem uyuyordu. Kısa bir süreliğine inip geri çıksam bir sorun olmazdı. -Tamam geliyorum! Diye seslenerek evden çıkmaya koyuldum. Kardeşimi televizyonun önüne oturtup beni beklemesini söylerken aynı anda kendi kesimimize özgü omuz şalını sırtıma attım. Soylu kesim olan bizler, bedenimizde bunu belli eden birtakım eşyalar taşırdık. Genelde erkekler şapka ve saat; kadınlar omuz şalı ya da toka takardı. Ben sağlama almak için ikisini aynı anda takıp çıkardım. Aşağıda beni beklemekte olan Savaş da soylu kesimdendi. Onun da annesi bakanlıkta çalışıyordu. Tıpkı benim babam gibi. Yağmur ve Teo madencilik yapılan şehrin sınırlarındaki köylerde yaşıyorlardı. Öncesinde o topraklarda çiftçilik yapılırken şimdi ufak bir çiçek bile bitmiyordu. Asansöre binip zemine bastım. Aynadan saçımı düzelttim. Tenimin beyazlığına oranla saçlarım zift gibi siyahtı. Gözümün tam altında ufak bir ben, annemin dediği gibi lotus çiçeğini andırıyordu. Bu da yine annemin dediği gibi beni özel kılıyordu. Çünkü şehrimizin adıydı Lotus. Tabii yüzümdeki benin şehirle tek alakası isim benzerliğiydi. Dışarı ulaştığım anda soğuk hava iliklerime kadar işledi. Dişlerim birbirine çarparken diğerleri başıma toplandı. -Hava çok soğuk. Sözüme aldırmadan duydukları dedikodunun devamını sordular. Daha doğrusu Yağmur oldukça meraklı bir şekilde büyülttüğü gözleriyle sanki zihnimi okumaya çalışıyordu. Titremeye devam ederken Teo hırkasını açıp tek koluyla omzumu sardı. Şimdi dışarıdan bir çift gibi görünüyor olmalıydık. Bu fikir beni gülümsetmeye yetmişti. Ta ki Savaş bizi uyarana kadar: -Bir soylu bir köylüyle sevgili gibi görünmemeli. Hele ki sen Maral. Babanın başına geleceklerden sorumlu olmak ister misin? Kaşlarımı çattım. Dediği etik gelmese de doğruydu. Teo'nun da gücüne gitmemişti. Bu kast sistemine karşıydım, evet. Fakat yıllardan beri böyleydi. Dedemin zamanında oluşmaya başlayan kast sistemini biz mi bozacaktık? Sanmıyorum. -Anlat şimdi. Dedi Yağmur. Ellerimi kollarıma sürterek ısıtmaya çalışırken başladım konuşmaya. -Babam bugün hayret edilir derecede gergin bir şekilde çıktı evden. Bakanlıkta ciddi bir sorun varmış. Teo kaşlarını çattı. Şaşkın bakışları, hafif dişlekliğiyle harmanlanınca bir tavşanı andırıyordu. Konunun ciddiyetine odaklanmak için bakışlarımı çevirdim. -Ne olabilir ki bakanlıkta Maral? -Bilmiyorum Teo. Babam evde kalın dedi. Yağmur korkmuştu. Sık sık yutkunmasından belli oluyordu. Omzunu sıvazladım ve kendime doğru çekip sarıldım. -Korkma, korkma. Büyük Kral Lotus şehrine asla kıyamaz. Başkanımızla olan anlaşması var unuttun mu? Yağmur kollarımdan kurtularak cevap verdi. -Yok, korkmuyorum da... Eğer... -Eğer ne? Kısa boyuna oranla giydiği büyük botların içinde ince bacakları yüzüyordu sanki. Hafif bir titreme sarmıştı onun da bedenini. -Eğer bakanlıkta sorun varsa bu neyle ilgili olabilir ki başka? Endişelendim. Biliyorsunuz evde yaşlı annemi sınırdan buraya taşıyamam. Yüzüne düşen sarı perçemlerini karıştırdım. -Merak etme bir sorun olmayacak. Şehrimiz güvende. Değil mi Savaş? Durgunluğu ürkütücü bir dalga gibi yayılan Savaş başını sallayıp odaklandığı noktadan ayrıldı ve: -Tabi, tabi...Bir sorun olacağını sanmıyorum. Siz yine de bugün Teo'nun evinde kalın. Onun evi merkeze daha yakın. Göz göze gelince onun da bu durumdan kaygı duyduğunu fark ettim. Savaş duygularını fazla yansıtmazdı. Sanırım bir Hisçalan buraya gelse Savaş'tan çalacak bir şey olmadığını düşünürdü. Teo ise kibar, romantik, komik biriydi. Onun neşesi bu duvarlarla çevrili şehri keyifli hale getiren tek şeydi. Teo başkaydı...Teo bambaşkaydı. Benim gibi simsiyah saçları, sanki saçına inat yemyeşil gözleri vardı. Soylu genç kadınların defalarca kapısını çaldığı zamanlarda Teo hepsini kibarca reddederdi. Eğer hayalperest diye adlandırılmayacaksam beni beklediğini düşünüyordum. Ona olan ilgimi daha ne kadar açık edebilirdim ki? Onun benden gizleyemediği gibi... -Teo, Yağmur; siz gidin isterseniz hava kararmadan. Yağmur'un annesini senin evine taşıyın Teo. Bana haber vermeyi unutmayın. Savaş'ın bu sözüne başımı sallayarak destek oldum. Yağmur bir anda koşup bana sıkıca sarıldı. Ben de sarılarak karşılık verdim. -Olur ya, belki görüşemeyiz diye. Güldüm. -Saçmalama Yağmur! Tabiki görüşeceğiz. Teo, Yağmur'un bu hareketinden cesaret alıp sıraya geçti. Yağmur çekilir çekilmez gözlerime bakarak sarıldı. Kollarımı sarmam geç olsa da ben de sıkıca sardım. Kulağıma değen nefesiyle fısıltısını dinledim. -Görüşeceğiz. Bedenini ayırırken ben de karşılık verdim. -Görüşeceğiz Teo. Lotus şehrinin hayalleri, çalınmasa bile duyguları kısıtlanmış gençleriydik biz. Gözlerimizle konuşur kalbimizle dinlerdik. Teo'nun gözleri görüşeceğimize dair inancı konusunda bana yalan söylüyordu. İşte o an kor bir yangın bütün bedenimi sardı.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

ALFABETA (+18)

read
29.0K
bc

Ölüm Yıllıkları

read
1.2K
bc

evli kadın evli adama aşık oldu

read
10.1K
bc

Kan Kırmızı (Türkçe)

read
4.1K
bc

Tutku'nun Esiri

read
23.3K
bc

ÇAPKIN +18 (365 Gün Serisi)

read
24.3K
bc

SENİ HİSSEDİYORUM ( 2 )

read
7.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook