3. Bölüm

1249 Words
Meva'dan İğrenç ellerini bedenime sardı. Benim nerdeyse iki katım olan adamın kucağında kaybolmuş gibiydim. Onca askerin bana tecavüz etmesindense bir kişinin altına yatmayı tercih edecek hale gelmiştim. Ona hayır derken bu kadar ileri gidebileceğini düşünmemiştim. Beni askerlerinin önüne itmişti aşağılık. O kadar askerin altından sağ çıkıp çıkmayacağım bile belli değildi. İşte o ve askerleri buydu, tecavüzcü, yağmalayıcı, adaletsiz savaşçılar. Bedenim korkunun etkisiyle hala titriyordu. Onun kucağı bana en güvenli yer gibi geliyordu. O kadar korkmuştum ki celladıma sığınmıştım. Nefesim bile boğazıma tıkanıyordu. Bağırmaktan boğazım tahriş olmuştu. "Sesin çıkmıyor, bana itaat etmeye mi karar verdin?" sesinde ki ton bile ukalaydı. Sanki sahibimsin dememi bekler bir hali vardı. Sessiz kaldım. Konuşacak halim yoktu. Boğazım bile iyi değildi. Saatlerce yol sürdü. Bir yerden sonra at daha sakin yürümeye başladı. Atlar kolay kolay yorulmaz ama iki kişiyi taşımak ona zor gelmiş olmalıydı. Zamanla at durdu. Arkamda ki canavar yere indi. "İn" dedi bana. Dediğini yapmak istemesem de indim. Atın arkasına vurunca at ilerlemeye başladı. Onu ters yöne yollamıştı ki kimse bizi bulamasın. Hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlamışken biz yürümeye başladık. Bir süre sonra önümüze çıkan çeşme ile "Suyunu iç, yol uzun" dedi. Ben kenara çekildim o matarasını doldurup birde öküz gibi böğürerek suyunu içti. Boğazına takılıp geberse içim acımazdı. Onun gebermesi benim kurtuluşum olurdu. "İçmeyeceksen yürü" dedi sinirle. Hiç bir şeye tahammülü yoktu. Yavaş yavaş eğilip elimi yıkadım. Avucuma doldurduğum sudan içtim biraz. Çeşmenin içinde olan yosun tutmuş bir taş ilgimi çekti. O taşı kafasına indirsem onu etkisiz hale getirebilir miydim? Bence zor bir ihtimaldi ama denemeye değerdi. Bakışlarının üzerimde olduğunu biliyordum. Son yudumu alıp ayağa kalkarken ona doğru hafif şekilde döndüm. Beni kalkarken görünce bakışları öne döndü. Hızla elimi suya sokup taşı aldım ama düşündüğümden küçüktü. "Bu son şansın Meva" dedim kendi kendime. Eğer bu seçeneği değerlendirmezsem onun altına yatmak zorunda kalacaktım. Hiç çabalamadan, kaçmayı denemeden ona boyun eğemezdim. Bu bana ve inançlarıma tersti. Savaşlarla büyüdüm, ölüm her zaman ensemde soluklandı. Şimdi korkup sinersem kendimi ömür boyu affedemezdim. Benim namusum bu kadar ucuz değildi. Yürümeye başladım. Beni takip ediyordu. Ay ışığı yerini yavaş yavaş gün ışığına bırakırken önümüzde ki manzara tam anlamıyla görünmeye başladı. Otların yüksek olması yürümemizi yavaşlatıyordu. Bir süre sonra tıkandığı mı hissettim. Andrew denen adamın eli omuzuma değince irkildim. Kendimi ileri çekerken o beni geriye çekti. Sinirli soluğu kulağıma doldu. "Al şunu ye" diyerek bana ekmek uzattı. Ekmeği almadığı mı görünce eliyle beni dürttü. "Al, ye. Güçsüz düşersen seni taşımam" "Bırak beni o zaman" dedim. Sesim kesik kesik çıkmıştı. Ses tellerim zarar görmüştü. Bir süre düzelmezdi. "Sana ne diyorsam onu yap. Yoksa başına gelecekleri biliyorsun" Beni yine tehdit ediyordu. Elinde ki ekmeği alıp yürümeye devam ettim. Evet yiyip güçlenmem gerekiyordu. Yemeden güçlenemez ondan kurtulamazdım. Elimde ki ekmeğin tamamını bitirdim. Saatler sonra biraz otların arasında oturup dinlendikten. Sonra yine yola çıktık. Bu döngü belli süre böyle devam etti. Bir dağın yamacına geldiğimiz zaman, dağı inceledim. "Bu dağı aştık mı artık seni elimden kimse alamaz. Nerdeyse geldik" dedi tehditkar sesiyle. İçimi bir ürperti sardı. Onunla bu dağı geçemezdim. Geçersem onun ve milletinin esiri olurdum. Buna izin veremezdim. İçimden kurtulmak için dua ederken eliyle beni itti. Öne doğru sendeleyip yürümeye başladım. Beni ite kaka götürüyordu. *** Çıktığımız düzlük alanda umutlarım azalıyordu. Tek seçeneğim akşamı iyi kullanıp ondan kurtulmaya çalışmak olacaktı. Hava yine kararmaya yüz tutmuştu. Bu kaybolan umutlarımı yeniden canlandırmaya başladı. Hava iyice kararırken mağara gibi bir yere girdik. "Bir kaç saat uyuyacağız" dedi. Bu benim açımdan iyi bir haberdi. Eğilip eteğimin bir parçasını alınca panikle kendimi ileriye attım. "Benden uzak dur" diyerek duvara yaslandım. Eğer bana yaklaşırsa taşı kafasına indirecektim. "O elinde taşıdığın taşı bırak" dedi dişleri arasından. Taşı aldığı mı görmüş müydü? Bir şey söylememiş olması bana yanlış düşündürmüş olmalıydı. Tehditkar şekilde üzerime yürüdü. Madem görmüştü o halde saklamaya gerek yoktu. Taşı kaldırıp "Yaklaşma bana" dedim. Yüzünü net göremiyordum ama beni takmadığı yürüyüşünden belliydi. Tam önüme gelince ona vurmaya çalıştım ama sert şekilde bileğimi kavrayıp elimde ki taşı alarak bir köşeye fırlattı. Taşın sesi mağara da yankılandı. İki elimi bileğimden sert şekilde kavrayıp kopardığı parçayı sarmaya başladı. "Demek yaşadıklarından bir ders çıkarmadın öyle mi? Bu yaptıklarının bir bedeli olmayacak mı sanıyorsun?" "Beni bırak. Ben senin işine yaramam" dedim. "Sen benim kölemsin. Seni kölem olarak kullanıp sıkılınca satacağım" dediği zaman aklım durmuş gibiydi. Beni kullanıp satmaktan bahsediyordu. Bunu nasıl bu kadar rahat diyebiliyordu? Tabi ya onun kalbinde ne merhamet, nede sevgi yoktu. "Seninle olacağıma ölürüm daha iyi" dedim. Ellerimi sımsıkı bağladı. Yeniden eteğimden bir parça koparıp beni sert şekilde iterek popomun üzerine düşmemi sağladı. Popomun acısıyla inledim. Ayak bileklerimi yakalayıp bağlarken onu zorladım ama bunun bana tek katkısı kumaşı daha sert bağlaması oldu. "Seni, sizin deyiminizle haremime katmadan ölmene izin vermiyorum. Şimdi bana direnmeyi bırak bir kaç saat uyumam lazım" diyerek yan tarafa pelerinini serip üzerine uzandı. Beni bu şekilde bağlı bırakıp uyuyacak mıydı? İçim öfkeyle kabarırken sessiz kalmayı seçtim. Konuşmak yetmiyordu, uygulamaya geçmem lazımdı. Dizlerimi kendime çekip başımı üzerine koydum. Onun uyumasını beklemem gerekiyordu. Boşuna binbaşı olmamıştı, karşısında ki insanın içini bile okuyordu. Adımları mı daha dikkatli atmam gerekiyordu. Yoksa her şey daha kötü olacaktı. Yorgun olduğum için uyumamak için direndim. Uyursam her şey biterdi. Sabırla bekledim. İp yerine kumaş olması çabamın karşılığını verdi kumaş esnedi. Her haltı bilen pislik kumaş konusunda cahildi anlaşılan. Bu işime yaramıştı. Esneyen kumaşı bileğimden zorla çıkardım. Arada nefesini dinliyordum. Uyuyor gibiydi. Birazdan son uykusu olacaktı. Ellerim kumaştan ayrılınca rahatlamıştım. O kadar uğramıştım ki bileğim tahriş olmuştu. Binbaşıyı tekrar ve tekrar kontrol ettikten sonra ayak bileğimde ki kumaşı çözdüm. Şimdi ne yapmalıydım? İşin zor kısmı mağaradan çıkabilmekti. Kulaklarının iyi duyduğuna şahit olmuştum o yüzden sessiz olmalıydım. Arada aldığı hırltılı nefes onun tam daldığını gösteriyordu. Buna güvenerek yavaşça ayağa kalktım. Biraz üzerine bakındım, kılıcını üzerinde taşıyordu. Benden korkuyordu. Bir adım atıp durdum, ardından diğer adım ve başka bir adım. Mağaranın çıkışına emin adımlarla ilerledim. Dışarıda ki karanlık beni korkutmuştu. Ya kurda kuşa yem olacaktım, yada onun bana tecavüz etmesine razı gelecektim. Bu olmazdı. Kaçmaya karar verdim ve öyle de yaptım. Karanlıkta tam yönümü anlamasam da koşar adım yürümeye başladım. Bu dağı geri inmek zorundaydım. Bir süre koştuktan sonra etrafıma bakındım. Bu gece bulut olduğu için ay bile ışığını yeterince vermiyordu. Sanki her şey benim aleyhimeydi. Nerden çıkmıştık, hangi patikayı kullanmıştı bilmiyorum. Koşmaya devam ettim. Bir kaç kez düşme tehlikesi yaşadım ama toparladım. Korkuyla atan kalbime birde yorgunluk eklenince zihnim karıştı. Genellikle arkamdan bir tehlike beklerken bir anda kolumun kavranması ile çığlık attım. "Binbaşı kesinlikle geleceği görüyor" dedi bir asker keyifle. "Kesinlikle katılıyorum" dedi bir diğeri. Bizi takip eden olup olmadığını hiç fark etmemiştim. Meğer o bana tuzak kuruyormuş. "Bırakın beni" diye bağırdım çatallı sesimle. "Bana getirin" diyen binbaşı ile korkum büyüdü. Gittiğimi fark etmişti. Beni sürükleyerek ona getirirlerken direndim. Bunların son çırpınışlarım olduğunun bilincindeydim. Beni onun önüne getirdikleri zaman kolumu kavradı. "Etrafa göz kulak olun, mağaraya yaklaşmayın. Mağara da özel işlerim var" diyerek beni sürüklemeye başladı. Bu sefer her zamankinden daha sertti. Beni mağaraya sokar sokmaz yere itti sert şekilde. "Sana hak ettiğini vereceğim" diyerek üzerime gelmeye başladı. Yerden kalkmış duvara doğru geri geri gitmiştim. Tam duvara yapışmışken "Sana defalarca şans verdim ama sen beni umursamadın. Şimdi sana ömrün boyunca unutamayacağın bir gece yaşatacağım" dedi. Kalbim yerinden çıkıp gidecekmiş gibi atarken. "Lütfen bırak beni" Artık yalvarmaya başlamıştım. "Sana acımayacağım" son sözü bu olmuştu. Beni saçımdan kavrayıp mağaranın ortasına götürdü. Orta büyüklükte ki mağara da benim çatallı sesim yankılanıyordu. Üzerimde ki elbisenin geri kalanını yırttı. İçten giydiğim içlikleri çıkarmasın diye ona direndim. Yüzüme gelen sert tokatla başım yana savruldu. Sonunda yırttığı kumaşı ağzıma tıkıp başka bir kumaşla bağladı. Bu saatten sonra beni hiç bir şeyin kurtaramayacağını biliyordum...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD