Zevkin Acı Tadı 🔥+18
Çürümüş ceset kokusu burnumun direğini sızlatıyordu. Akıl almaz bir durumun içerisindeydim. Tanrım aklımı kaybetmiş olmalıyım, bunun başka bir açıklaması olmazdı. İngiltere'den çıkıp bu tenha Mısır köyüne kadar geldiğime şimdiden pişman olmuştum.
Ama kardeşim için bunu yapmak zorundaydım. Lanet olası hastalık kanser onu kemiriyordu ve tek umut söylentilere göre bu topraklarda saklıydı. Onun acısını gördükçe icimde daha büyük bir acı büyüyordu. Onun acıdan çığlıkları aklıma geldikçe yüreğim parçalanıyordu. Kardeşim için yapamayacağım hiçbir şey yoktu.
Çaresizlik, gün geçtikçe ruhumu sarıyor, onu hayatta tutmak için bana sunulan her seçeneğe dört elle sarılmama neden oluyordu. Oysa daha yirmi bir yaşındaydı. Gençti. Umut doluydu. Hastalık ona adil davranmamıştı. Gözlerim doldu, burnumu çektim. Burda, saçma bir haldeyken ağlayamazdım. Galiba sinirlerim bozulmuştu, gözyaşılarım akmasın diye başımı havaya kaldırdım.
Ve şimdi çırılçıplak bir şekilde bir tabutun içinde, bez parçalarıyla sarılı korkunç bir cesetle baş başaydım. Tavanda asılı loş ışık sayesinde onu görebiliyordum, Onu oraya koymasalardı, olmuyor muydu? Gözlerimi acıtması da cabasıydı.
Göz boşlukları derin ve karanlıktı, ağzındaki çürük dişler hâlâ yerindeydi. Bezlerin arasından dışarı taşan kemikler, ölümün ne kadar gerçek ve yakın olduğunu haykırıyordu. Acı kokusu genzimden geçip ciğerlerime işliyordu, adeta. "Lanet olsun!" Kalbim korkuyla deli gibi atıyordu.
Korku, soğuk gibi iliklerime işliyordu. Beni buraya getiren adam, cesedin bir saat içinde uyanacağını söylemişti. Delirmiş olmalıydılar! Yaşamayan bir şey nasıl canlanabilir ki?
Ama onun sesi kulaklarımda hâlâ yankılanıyordu: "Ruh, bedenden ayrılmadıysa... geri dönebilir."
Gözlerimi bile kırpmaya korkuyordum, kim bir ölüyle saatlerini geçirebilirdi ki. Tabi ki akıl sağlığı yitirmemiş hiç kimse. Galiba burda sağ salim çıksam bile aklımı yitirmiş olarak çıkabilirim. Tanrım sen aklıma mukayyet ol!
İçimde dakikaları sayıyor, gözlerimle ışığın titreyen gölgesine odaklanıyordum. Zaman geçmek bilmiyordu. Kardeşim gözümün önüne geldiğinde dayanma gücüm artıyordu. Onun acılı bakışları, ağrılar içinde kıvranan hali... Bu korkuyu haklı kılıyordu.
Ah Tanrım! Lanet olası kokuya zor dayanıyordum, elimi burnuma koydum. Burnumu kapatınca değişen bir şey olmadı. Kaç yıldır burda yatıyor olmalı, yıllar geçmiş üzerinde sarılmış olan bez parçası bile çürümüştü.
Küçücük tabutun içinde kımıldayamıyordum bile. Bu anlaşmayı kabul ederken aklım nerdeydi acaba? Anlatırken bu kadar korkutucu gelmemişti. Ahh tamam itiraf ediyorum başta çok ürkütücü gelmişti. Kardeşim için bunu yapmaya değer diye düşündüm. Onun canı benim için her şeyden daha önemliydi.
Tanrım! Bir de bu cesetle cinsel anlamda birlikte olacağım söylenmişti. Bana dokunmasını bile göze alamazdım. Tabi ki de bunların hiçbirine inanmıyordum. Bir yandan da gerçek olmaması için dua ediyordum. Burdan aklımı kaçırmadan çıkabilirsen eğer Tanrı'ya binlerce kez şükredecektim.
Aptal bir şekilde zamanın geçmesini bekliyordum. Zamanda benim inadıma geçmiyor gibiydi, saattin kaç olduğunu da bilmiyordum. Bu tabutun içine girmeden önce telefonumdaki saate göz atmıştım, tam 6.59'du.
Birden ağır bir gıcırtı duyuldu. Tabut hafifçe titredi. Başımı hızla çevirdim. Kalbim boğazımda atıyor gibiydi. Bir şey hareket etmişti. Cesedin göğsü, belli belirsiz inip kalktı.
Gözlerimi kapattım. Belki de hayal görüyordum. Bu sadece beynimin bana oynadığı bir oyundu. Fakat burnuma yayılan o koku artık sadece çürüme değil, başka bir şeyin, daha eski ve tanımlanamaz bir şeyin kokusuydu.
Dik olan tabut yavaşça benim olduğum tarafa doğru eğildi, başımı hemen sola çevirdim. Korkuyla elimi cesedin üzerine koydum. Bir saat geçmiş miydi? Yani söyledikleri doğru muydu?
Tavanda yanan ışık söndü, yandı. Karşımdaki cesede baktım. Sanki içinden bir nefes sesi duyuldu. Böyle bir şey olması imkansız. Hayal görüyor olmalıyım. Gözlerimi kapattım, evet sadece bir hayal. Az kaldı bu lanet yerden çıkmama sabret, Lina! Kendime olumlu telkinler veriyordum.
Gözlerimi aniden açtım, mumya yerinden kıpırdadı. Çığlık atıp ellerimi yüzüme koydum. Bu sefer gerçekten görmüştüm, yerinden oynamıştı. Tenimde küçük bir ürperti hissettim. O adam yani adını bile bilmediğim, beni buraya getiren adamın söylediği her şey gerçekti.
Parmaklarımın arasından karşımdaki cesedi yokladım. İçimden yükselen çığlık ağzımdan çıkıp yok oluyordu. Mumyanın sesiyle dört nala atan kalbim mümkünmüş gibi daha hızlı atmaya başladı. Sanki ilahi cümleler fısıldıyordu. Kalbimin bir an durduğunu sanmıştım. Bütün vücudum ve duygularım kontrolümden çıkmış gibiydi.
Ellerim iki yanıma düştü, mumyanın sesi gitgide içimdeki korkuyu azaltıyordu. Ne dediğini anlamıyordum, sanki beni etkisi altına alıyordu.
Mumya nefesini yüzüme doğru üfleyince gözlerimi kapattım. Nefesinde ağır anlamdıramadığım bir koku vardı. Acı, zehir gibi...
"Gözlerini aç," dedi bir ses.
Bu ses… zihnimin içinden mi gelmişti, yoksa gerçekten mi duydum? Göz kapaklarım iradem dışında aralandı. Ceset, şimdi bana daha yakın görünüyordu. Ve… hareket ediyordu. Parmakları oynadı. Yüzünün boşluğunda bir karaltı oluştu. Derin, kadim bir nefes alır gibi bir ses geldi.
Bedenim donmuş gibiydi ama zihnim hâlâ çalışıyordu.
Burada kalmak, kaçmak, bağırmak, dua etmek... hepsi aynı anda zihnimde çırpınıyordu. Ceset hayır, artık o bir ceset değildi kendini bana doğru çevirdi.
Gözleri yoktu, içinde siyah küçük böcekler çıkıp geri giriyordu. Yüzüne tiksintiyle bakıyordum, midem ağzıma gelmişti. Ağız boşluğunun içinden de böcekler çıkıyor onun dışında her yere yayılıyordu, sanki ona bir tür hizmet ediyor gibiydiler. Çığlık atarak burdan kaçmak istiyordum fakat bedenimi hissetmiyordum. Bütün duyu organlarım uyuşmuş gibiydi.
Elini kaldırıp yüzüme dokundurdu, bana doğru yaklaştı. Bez parçasında çıkmış parmakları kemikten ibaretti. Üzerinden çıkan böcekler vücudumun her tarafına yayıldı. Tek birinin vücudumda hissetmiyordum, bile.
"Korkma," dedi tekrar o ses, daha net. "Korkarsan kaybolursun."
Bakışları boştu ama içinden gelen aura, bir zamanlar yaşamış bir varlığın karanlık bilgeliğini taşıyordu. Sanki bin yıllık sessizlikten sonra yeniden konuşmayı öğreniyordu.
Yüzüme yaklaşınca nefesi tenime değdi. Zehir gibi ağır, ama aynı zamanda baş döndürücüydü.
Acı, çürüme ve başka bir şey daha... arzunun ilk kıvılcımları gibi bir şey.
"Bu gece kaderin çizilecek," dedi. "Ve benim lanetim, senin teninle kırılacak."
Sözleri içimde yankılandı. Ne demek istiyordu? Bir anda bedenim hafifçe titremeye başladı. Soğuk değildi, korku da değildi bu. Başka bir şeydi. Çok eski, bastırılmış, ama şimdi uyanan bir his. Sanki ruhumun derinlerinde unutulmuş bir parça şimdi yeniden yüzeye çıkıyordu.
"Sen farklısın," dedi. "Diğerleri... korkudan dondu. Ama senin gözlerinde bir kıvılcım var. Cesaret mi? Merhamet mi? Yoksa sadece… çaresizlik mi?"
Bu sözlerin ardından bir sessizlik oldu. Mumya hareketsiz kaldı. Ama gözleri... ya da gözleri olmasa da, o karanlık boşluk... hâlâ beni izliyordu.
"Bu gece seninle bir bağ kuracağım. Ruhlar arası bir geçit açılacak. Eğer kabul edersen, kardeşin yaşayacak. Ama bu karanlığı tanıman, onunla yüzleşmen gerekecek."
Sözleri hipnotize ediciydi. İçimde garip bir dinginlik oluşmuştu. Korku gitmişti. Yerini… belki de kaderin ağırlığına dair bir kabulleniş almıştı.
Yavaşça gözlerimi kapattım. Cesedin sesi zihnimde son kez yankılandı:
"Şimdi, gözlerini ruhunla aç. Gerçek hikâye, ancak o zaman başlayacak."
Ve ben… karanlığa teslim oldum.
"Küçük kız?" yanağımda ki parmaklarıyla yüzümü okşuyordu. Parmakları yavaşça dudaklarıma ulaştı, nefesimi tuttum. "Bu mezara girmeyi nasıl kabul ettin?" aklımı kaçırmış olmalıydım, kardeşim için olmasaydı hiçbir güç beni buraya sokamazdı. Titrek bir nefes bıraktım, gözlerimde yaşlar birikmişti. Galiba bu mezar benim sonum olacaktı.
Böcekler çıplak bedenimin her yanında arsızca geziniyordu. Bedenim birden kendine gelmişti, onları hissediyordum, onun bana dokunuşunu hissediyordum. Mumyanın parmakları yavaşça aşağı doğru indi. Göğsümün üzerinde durdu.
"Korkuyorsun, mezarlardan korkulmaz küçük kız. İnsanlardan korkulur çünkü mezarlıktakiler ölüdür sana bir şey yapamazlar." kendisi de ölü değil miydi? Ama şimdi karşımda benimle konuşuyordu. Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. Peki ben onun dilini nasıl anlıyordum, konuştuğu dil farklıydı. Ama ağzından çıkan her kelime bilincimde yabancılaşmıyordu.
Bir anda elini kadınlığımdan hissedince nefesimi tuttum. İyice bana yaklaştı, bir elini belime koyup beni kendine doğru çekti. Gözlerimi korkuyla sıkıca kapattım. Elini kadınlığımı en derinliğene sürttü, gözlerimi açtım, dudaklarımı dişlerim arasına aldım.
"Bana yaptığın iyilik karşılığında ödüllendirileceksin. Bu gece zevkten dört köşe olacaksın. Gözlerini kapat ve hisset. İçinden dışarı doğru hareket edecek olan zevki hisset."
Gözlerim istemsizce kapandı, ruhumu ele geçirmiş gibiydi. Bana büyü yapıyordu, onun emirlerine itaat ediyordum.
"Ahhh!" ağzımdan istemsizce bir inleme firar etti. Kadınlığım dokunuşuyla ıslanmaya başlamıştı. Onun dokunmasıyla nasıl tahrik olabilirdim.
"Aferin küçük kız. Böyle hissetmeye devam et ve bana istediğimi ver." istediği tam olarak neydi? Bana ne yapacaktı hiçbir fikrim yoktu. Bütün her şey aklımdan uçup gitmişti. Düşünceleri, fikirlerim hislerim bile...
Sadece kadınlığımdan olan parmaklarını daha fazla içimde istiyordum. Kadınlığımın iki dudağı arasında parmaklarını gezdiyordu, hafifçe deliğime dokundu. İyice kendimden geçiyordum.
İğrenç koku, nefes, böcekler yok olmuştu, kadınlığımdaki tatlı sızı baş gösteriyordu. Kendimi parmaklarına sürtüyordum.
Bana dokundukça daha çok zevk alıyordum. Daha derine gitmesi için adeta yalvaracaktım.
"Adını söyle bana?" bütün hissettiklerim bir toz bulutu olup uçup gitmişti. Eğer adımı söylersem burdan çıkamayacağımı söylemişti, o adam. Aniden gözlerimi açıp başımı iki yana salladım. İyice yaklaşıp ağzını dudaklarıma değdirdi, dudakları dahi yoktu. Nefesimi içime çektim, nefesi içime giriyor ağzımda tatlı bir tat oluşuyordu.
Kadınlığımdaki elini bir an durdu, iki dudağını ayırdı. Aniden içime aletini ittirdi.
"Ahhh!" acıyla inledim, daha önce kimseyle birlikte olmamıştım. Bekaretimi bir mumyaya vereceğim aklımın ucuna dahi gelmezdi. Gözlerim acıyla kapandı, birkaç damla yüzümden süzüp aktı. Öylece kaldı, bacaklarım arasındaki acı yerini yavaşça zevke bıraktı. Bana kesinlikle büyü yapıyordu, gözlerimi açamadım. Aldığım zevkten utanıyordum, ne kadar anlamsız bir durumun içene düşmüştüm.
Erkekliğini yavaşça ileri geri hareket ettirdi, bazı kelimeler çıkıyordu ağzından. Ne olduğu anlamıyordum, kendimi yaşadığım zevkin doruğuna bırakmıştım. İçimdeki aleti beni gerçekten de zevkten dört köşe ediyordu. Acı uçup gitmişti, yavaşça gitgel yapıyordu. Ellerini göğsümde hissedince gözlerimi açtım. Boş gözlerine baktım, beni görmüyor gibiydi, elleriyle her yanımı keşfediyordu.
Aletinin verdiği haz hiçbir şeye değişmeyecek kadar güzeldi. Ağzımdan çıkan iniltilere engel olamıyordum. İçimde bir ateş yakmıştı ve erkekliği o alevi daha da harlıyordu. Kadınlığımdan akan zevk suları bacaklarımdan aşağıya akıyordu. Nasıl olurda bu kadar zevk alabilirdim?
Göğsümü sıktı, ucunu parmakları arasına alıp çekiştirdi. Ellerimi aniden omuzlarına koydum, dudaklarım susuz kalmıştı. Onu deli gibi arzuluyordum, kesinlikle aklımı yitirmiştim. Az önce iğrendigim o ağzına dudaklarımı değdirdim. Öpecek bir dudakları yoktu fakat içimdeki öpme hissine engel olamıyordu.
Yavaş olan aleti birden içimde hızlanmaya başladı, onu daha fazla hissetmek istiyordum. Sol bacağımı yana kaydırdım, daha derinlere değdi, aleti.
"Ahhh!" bedenim alev gibiydi, terden sırılsıklam olmuştum. Zevkin gittikçe sönmesi gerekirken bende ki zevk gittikçe daha da büyüyordu. Boynumdan tutup beni geri doğru çekti, onu öpmemden rahatsız olmuştu.
"Sana yaşattığım zevkin tadını çıkar. Bunu asla hiçbir erkeğin altında yaşayamayacaksın. İşte senin ödülün." aletini mümkünmüş gibi en derine ittirdi. Sanki içimde kocaman bir kol var gibiydi. Saatlerdir buradaydım aletine bakmak aklımın ucuna dahi gelmemişti. Kollarımı boynuna doladım, bacağıma kaldırmaya çalıştım, bir an tabutun içinde olduğumuzu unutmuştum.
Hızı gittikçe artıyor ben daha fazla zevk alıyordum. Ellerini her yanıma sürüyordu, göğüslerimi sıkıp avuçluyor, bu bana hazdan başka bir şey vermiyordu. Aleti içimi delip geçiyordu, hızlandıkça tabut ileri doğru hareket etti, başımı yukarı kaldırdım, ışık sönmüştü. Ama ben onu hala görebiliyordum, nefesini bile görebiliryordum. Biz zevkin ahengiyle adeta dans ediyorduk, onun içime her girişinde dudaklarımdan çıkan inlemeler bir müzik ezgisi gibiydi, kulağa çok hoş geliyordu.
Kadınlığım vıcık vıcık olmuştu, aletini içime sert sokuşlarıyla çıkan sesler çok hoşuma gidiyordu. Daha fazla ıslanıyordum, kendimi p*rno izleyerek tatmin ettiğim olmuştu. O filmlerde bile zevklerin bu kadar olduğunu görmemiştim. Ne kadar zamandır bu haldeydik, ne kadar zamandır içime girip çıkıyordu bir tahminim bile yoktu. İçimdeki alev vajinamdan dışarı patlayacak gibiydi. Gözlerimi kapatıp başımı geri doğru yasladım, belim yay gibi gerildi. Nefesim kesiliyordu, içimdeki zevk dalgası patlayarak dışarı doğru aktı.
"Ahhh" zevkle haykırarak boşaldım, nefes nefeseydim. İçimdeki aletin yavaşça çıktığı hissettim. Gözlerimi açtım, kadınlığım kalp gibi atıyordu. Hem acı vardı hem de zevk. Bir daha yapsa hayır diyemezdim. Hatta saatlerce içime girse aldığım zevkle mutluluk duyardım. Kendimi kaybetmiştim, yeniden içimde olsun istiyordum. Kendime lanet etmem gerekirken aklımda binlerce duygu geçiyordu. Ellerimi doladığım boynundan çektim. Onun elinin biri göğsümün üstündeydi, biri ise kadınlığımı okşuyordu. O dokundukça kadınlığım yeniden alev almaya başladı.
"Ohhh!" gözlerim zevkin verdiği hazla yeniden kapandı. Klitorisimi okşuyor, parmağının birini de içime sokuyordu.
"Zevk alıyorsun. Hemde bu zamana kadar hiçbir duyguna değişmeyecek kadar." gözlerimi açıp ona baktım. Kim derdi ki bir mumyayla ilk ilişkimi yaşayacağım ve hiç olmadığı kadar zevk alacağım. "Şimdiye ölmen gerekirdi, diğerleri gibi. Ama sen kazandın. O küçük hazineni bir tek bana açtığın için şanslısın. Beni kurtaracak olanda buydu." benden tam olarak ne istiyordu? Kendi istediği neydi? Diğerleri kimdi? Şu an düşünecek durumda değildim.
Vajinamın iki dudağını yeninden parmaklarıyla açtı. Aletinin başını yavaşça içime doğru ittirdi. Ellerimi sıktım, girişiyle bile altında zevkten kıvranıyordum. Aletinin hepsini içime soktuğunda derin bir nefes aldım. Önce hareket etmedi, sonra gitgel yapmaya başladı. Başımı hafifçe kaldırıp birleşim yerimize baktım, bacaklarım titriyordu. Ard arda vuruşları kadınlığımı adeta baştan yaratıyor gibiydi. Kadınlığımda yanan alev sanki bir yanardağ gibiydi, içimde büyüyor, yanıp kavuruluyor üstelik vokurduyordu.
Dirseklerimin üzerine doğruldum, bacaklarımı yan yatırdım, aletinin daha fazla derinlere girmesini sağlıyordu. İnlemelerim ağzımın ucundan çıkıp yok oluyordu. Vuruşları hızlandıkça daha fazla haykırıyordum. Nefes nefese kalmıştım, içimdeki volkan dağı bir türlü patlamak bilmiyordu. Saçlarım ıslak vücuduma yapışmıştı, birden tabut hareket etmeye başladı. Elini belime koyup beni kucağına doğru çekti. Dar alanda yapabileceğimiz en iyi seksi yapıyorduk. Kalçalarımdan tutup beni aşağı yukarı hareket ettirdi. Bir tek zevk alan ben gibiydim, onun ağzından tek bir inleme sesi dahi çıkmamıştı. Belki de yaptığımız seksi bile hissetmoyordu, çünkü o bir ölüyü. Ve ben bir ölüyle seks yapıyordu, ne kadar da ironiydi.
Kalçalarımı hareket ettirdikçe ona uyum sağlıyor, daha da hızlanmaya çalışıyordum, içimdeki volkan patlamaya hazırdı.
"Ahhhhh!" çığlık attım, volkan patlamış lavlarını dışarı akıyordu. Başımı göğsüne koydum, kadınlığım pelte kıvama gelmişti. Daha fazla takatim kalmadı, derin nefesler alıp veriyordum. Gözlerim yavaşça kapandı, içimdeki zevk suyu hâlâ akmaya devam ediyordu. Eğer biraz daha gücüm olsaydı yeninden onunla az önceki yaşadığım muhteşem hazzı yaşamak isterdim.
Aletinin kadınlığımdan çıkardı, onu görmek istiyordum, fakat başımı dahi kaldıracak gücüm yoktu. Başımı iyice göğsüne yasladım, artık o kötü koku burnuma gelmiyordu. Üzerindeki bez parçaları bile beni rahatsız etmiyordu. Verdiği zevk dolu dakikalar için ona minnettardım. Dudaklarım iki yana kıvrıldı, kollarımı ona sıkıca sardım, sanki karşımda bir mumya yok gibi. Korkmuyordum, bile. Bu hazzı senelerce yaşamayı vaat etseler senelerce burda kalmaya razıydım.
"Küçük kız, sabah olmasına daha çok var. Bu kadar çabuk yorulman iyi olmadı işte. Sen hazzını aldı, beni ise yarıda bıraktı." o da benim aldığım zevki almış mıydı yani? Ama ben ağzından tek bir inilti dahi duymadım. Sessizce mırıldandı, ellerini saçlarımın arasına geçirdi. "Bu kadarı bile yeterliydi, uyu şimdi. Sabahın ilk ışıklarında gideceksin. Bu lanetten kurtulduğumda seni bulacağım. İşte o zaman bu kadar yumuşak davranmam." lanet de neyin nesiydi? Burdan çıkmanın bir yolu var mıydı? Beynimi bu düşüncelerle meşgul etmek istemiyordum. Mutlu bir seks yaşamıştım ve kardeşimin hayatı kurtulacaktı.
Hep yaşadığım ilk ilişkimde mutlu olmak isterdim, bu zamana kadar sadece dokunmalar ya da sürtünmeler yaptığım kişilerden koşarak kaçmıştım. O ise bana en mutlu olduğum dakikaları yaşattı. Başımı iyice göğsüne yasladım, aleti kadınlığıma değiyordu. Yeniden alev alacak gibiydi.
Beynim ve algılarım yavaş yavaş kapanmaya başlıyordu. Yorgunluktan bayılıyordum belki de. En son aklımda olan şey kadınlıma dokunan ellerdi...