Yüreğin kadardır hayat..
Can Yücel
BÖLÜM 2/ KOMŞU KIZI
***
"Kızım, iştahın yok mu? Neden yemiyorsun?"
Çatalımla işkence ettiğim köfteyi serbest bırakıp çatalımı tabağın kenarına koydum. Gözlerimi ağır ağır anneme çevirip ellerimi harekete geçirdim.
"Bugün okulda fazla kahve içtim, anne." Hâlbuki bir tanesini bile bitirememiştim. "O yüzden iştahım yok pek."
Annem başını sallayıp üzgün suratıyla baktı bana. Dayanamadım ve uzanıp elini tuttum 'iyiyim' dercesine.
"Umarım dersler seni yormuyordur?"
Bakışlarımı çaprazımda oturan Berat'a çevirdim. Ağızındaki lokmayı çiğneyip yuttu. Başımı iki yana salladığımda gülümsemişti.
"Yarın Ege'ye uğrayalım Zeynep." dedi. "Kendisini ihmal ettiğimizi söylüyor." Göz kırptığında ellerimi kaldırdım.
"Bence onun tek derdi Çisel." dedim elimi kalbime götürürken. "Onu sevdiğini anlamadığımızı mı sanıyor?"
"Desene Özge kaynana oluyor."
Annemin gülerek söyledikleriyle bende gülmüştüm. Sağımda oturan Erkan eniştem kahkaha atıp "Fırat'ı torun severken düşünemiyorum!" demişti.
Masanın başında oturan ve bize gülen babam hemen lafa atıldı. "Fena mı işte dede olur." dedi. "Sanırım aramızda en erken çöken de o olur."
"Yaşlı Erkan diye peşimde dolaştığı günleri unutmadım. Acısını çıkartmazsam olmaz."
Bizimkilerin muhabbeti koyulaşınca Berat ve ben afiyet olsun diyerek masadan ayrıldık. Bu konuşma uzardı da uzardı. Beraber benim odama çıktığımızda Berat çalışma masamın sandalyesine oturup bilgisayarımı kurcalamaya başladı. Pencereme doğru gidip yavaşça perdeyi kenara çektim.
Karşı evin ışıkları yanıyordu. Bugün okulda gördüğüm genç adamın komşumuz olması beni epey şaşırtsa da sonradan neden bu kadar şaşırdığımı sorguladım. Üstelik beni ilgilendiren durum bu değildi.
Asıl sorun, beni bugün ağlarken görmüş ve kaşlarını çatarak bakmış olmasıydı.
Kocaman okulda çoğu kişiyi tanımıyordum zaten. Ama bu adama rezil olduğum gerçeği sağ olsun, onu okulda her gördüğümde tanır ve sanırım yolumu değiştirirdim.
Lanet olası geçmişi hatırlamak istemiyordum!
Teyzemin çığlıkları kulağımdan gitmiyordu.
Karakolda annem ile babama sıkıca sarılıp ağlarken, Berat'ın o kahrolan gözlerindeki bakışları gözlerimden gitmiyordu.
Berat küçücük kollarıyla bana sarılırken bile arkama bakıp annesinin neden gelmediğini bilmek istemiyordu. Hâlbuki teyzem melek olup uçmuştu ve gökyüzünden bizi seyrediyordu. Bunu bana, depoyu basan polis abilerden biri söylemişti. İnanmak istemiştim..
Cani adamın pislik bakışları hâlâ üzerimdeymiş gibi hissetmek istemiyordum artık.
İnsan neden geçmişini unutamıyordu?
Yanağımdaki ıslaklığı fark edince gözlerimi sertçe sildim. Ağlamamak için kendime telkinler verip başımı iki yana salladım. Kriz geçirmek istemiyordum.
Bakışlarımı gökyüzüne çevirip yıldızlara baktım. Hangisi teyzemdi? Nereden bilecektim? Neden polis abi bana teyzemin gökyüzündeki yerini de söylememişti? Hani o melek olup gökyüzüne uçmuş ve yıldız olarak kalmıştı?
"En kısa zamanda bu oyunu kendi bilgisayarıma da yüklemeliyim."
Berat'ın kendi kendine konuşurmuş gibi çıkan sesiyle derin bir nefes aldım. O oyunu bilgisayarıma Ege yüklemişti ve bize her geldiğinde canı sıkıldığı için oynuyordu.
Bakışlarımı karşı eve çevirdiğimde başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Gözlerimi pörtletip göğsümde birleştirdiğim kollarımı yavaşça iki yanımda serbest bıraktım.
O genç adam, kendi penceresinin pervazına yaslanmış beni seyrediyordu!
Peki ne zamandan beri oradaydı?
Yutkunup ondan gözlerimi çekmek istesem de yapamadım. Onun yerine hızla tül perdeyi çekmiştim. Tülün arkasından bile iki yana kıvrılan dudaklarını görmüştüm. Güneşliği de çekip yakalandığım için kendimi azarladım.
Nasıl fark edemedim onu?
***
Resim kâğıtlarımı, resim kalemlerimi ve geçen hafta yaptığım çizimleri resim çantama yerleştirip aynanın karşısına geçtim. Elimle saçlarımı tarayıp düzelttikten sonra iki yanımdan da birer tutam saçı örüp kafamın arkasına tel tokayla sabitledim.
"Zeynep, kahvaltı hazır!"
Annemin sesiyle hemen üzerimdeki sarı salaş kazağıma uygun bir siyah tayt geçirdim. Parfümümü de sıkınca yatağın üzerindeki resim çantam ile küçük sırt çantamı alıp aşağı indim.
Kahvaltı masasında gazetesini okuyan babama yönelip hızlıca yanağına sert bir öpücük bıraktım. Babam gülerek gazetesini katladı ve masanın üzerine bıraktı.
Sandalye çekip oturduğumda annem mutfaktan elindeki ekmek sepetiyle çıktı. Yanıma gelip ekmekleri masaya bıraktığında onunda yanağından öptüm. O da saçlarımı öpüp "Günaydın." dedi.
Ellerimi kaldırıp "Günaydın," dedim.
"Hayırdır? Pek bir neşelisin."
Sorunun sahibi babama dönüp tebessüm ettim. "İki hafta önce başlayan bir yarışma var baba." Babam bir yandan hareketli ellerime bakıp diğer yandan da gözlerimdeki mutluluğu seyrediyordu. "Bir kaç çizim yaptım ve kazanacağıma inanıyorum."
Güzel sanatlar okuyordum ve ikinci sınıf öğrencisiydim. Yeteneğimi on dört yaşındayken resim dersinde öğretmenim fark etmişti. Bende o günden sonra daha çok gelişebilmek için sürekli çalışmıştım. Annem ve babam bu konuda beni oldukça destekliyordu. Onların beni motive etmesi o kadar iyi hissettiriyordu ki, sayelerinde çizimlerime duygularımı katabiliyordum.
"İşte benim kızım! Görüyor musun mavişim? Babası gibi yetenekli."
"Senin yeteneğin resim değil Anıl." dedi annem gülerek. "Senin yeteneğin kız kaçırmak."
Güldüm. Babamın zamanında annemi kaçırdığını biliyordum. Bunu bana Özge teyzem anlatmıştı. Onların aşkına o kadar çok imreniyorum ki, bazen konuşamıyor oluşumu unutup hayâllere dalıyordum. Olmayan sevgilimle gelecek hayâlleri. Gerçekten çok ironiydi.
Kahvaltıdan sonra tekrar annem ile babamı öpüp kısa siyah botlarımı geçirdim ayağıma. Havalar yavaş yavaş soğumaya başlıyordu. Dün akşam yağmur yağdığı için yerler ıslaktı. Ama bugün hava güneşli olduğu için montumu giymemiştim.
Sırt çantamı takıp resim çantamı elimle sıkı sıkı tuttum. Evden çıktığımda havanın güzelliği yüzümde bir gülümseme açtı. Derin derin soludum mis gibi havayı. Sol tarafımda yüzüme dökülen saçlarım hafif rüzgâr sayesinde yavaş yavaş, ahenkle salınıyordu.
O an, karşıdaki evin kapısı açılmasa kendime gelemeyecektim. Gözlerimi karşıya diktiğimde onu gördüm. Adını bile bilmediğim komşumuz.
Göz göze geldiğimizde utançla çektim bakışlarımı. Adamı seyrettiğime inanamıyordum!
Aramızdaki sokaktan bir araba geçti gitti. Sağıma dönüp kaldırımda yürümeye başladım. Zaten ondan yeterince çekiniyordum. Birde yeni komşumuzun o olması sanırım evrenin bana karşı bir oyunuydu.
"Hey!" Arkamdan gelen sesle olduğum yerde durdum. "Komşu kızı!"
Yutkunup usul usul arkama baktım omuzumun üzerinden. O, bana sesleniyordu...
Üzerine giydiği beyaz tişörtü, siyah bacaklarını saran pantolonu ve mavi, kollarını sıvadığı gömleğiyle gerçekten hoş duruyordu.
Kendine gel Zeynep!
Az önce aklımdan geçenlerin utancıyla başımı eğdim. Adımları bana doğru gelmeye başlamıştı. Anlam veremediğim bir şekilde nabzımın hızlandığını hissettim.
Neden bana doğru geliyordu?
"Sen karşı komşumuzun kızları olmalısın?"
Başımı kaldırıp ona baktığımda güneşin çehresinde bıraktığı etkiyi seyrettim. Ne diyecektim? Daha doğrusu nasıl konuşacaktım?
Eminim ki beden dili de bilmiyordur.
İçimde yeşeren bu acı da neyin nesi?
Dudaklarımı araladım ama bir şey demedim. Diyemedim..
"Pekâlâ," diye mırıldanıp gülümsedi. "Sadece tanışmak istiyorum. Dün seni kafeteryada gördüm."
Ah! Ciddi anlamda hemen yok olmak istiyordum.
"Ablam bu akşam size yemeğe geleceğimizi söyledi." Demek ablasıyla kalıyordu. "Seninle aynı okulda olduğumuz için tanışmamızı istedi. Anlayacağın," Burnumu sıktığında gözlerimi pörtlettim. "Bende çok tanışma meraklısı değilim. Ama bu akşam ablamın yanında beni övgülere boğarsan çok memnun olurum ufaklık."
Ufaklık?
Bir adım gerileyip aramıza mesafe koydum. Sinirlenmiştim. Kendini beğenmiş!
Sinirle resim çantamı yere bırakıp sırt çantamdan not defteri ve bir kalem çıkardım. Hızlıca 'Ukalânın önde gidenisin!' yazıp kalemi ve defteri tekrar çantama attım. Kâğıdı biçimli burnu, sakalsız ve güneşten dolayı parıldayan gözlere sahip suratına fırlattım. Daha sonra resim çantamı kaptığım gibi ona sırtımı dönüp durağa doğru ilerledim.
Benimle nasıl bu kadar samimi olabiliyordu? Daha tanımıyordu bile.
Akşam bir bahane bulup yemeğe inmemem lazımdı. Bu adını bilmediğim ukalânın yüzünü tekrar görmek istemiyordum!
***
Bugün sadece bir dersim vardı ve o da şimdi bitmişti. Çizimlerimden en beğendiğimi yarışmayla ilgilenen hocamıza teslim etmiştim. Açıkçası bu konuda hâlâ heyecanlıydım. Sonuçlar iki gün sonra açıklanıyordu. O zamana kadar aynı heyecan ile bekleyeceğimi biliyordum.
Eşyalarımı toplayıp sınıftan ayrıldığımda bugün Çisel'i hiç görmediğimi fark ettim. Sanırım bugün dersi yoktu. Telefonumu çantamdan çıkarıp Berat'a mesaj attım beni alması için. Beraber Ege'nin yanına gidecektik.
Biraz bahçede oyalanmıştım. Berat taksiyle geldiğinde ise hemen onunla beraber yola koyulduk. Ön tarafta oturuyordu. Bende arkaya geçmiştim. Omzunu dürttüğümde bana döndü bakışları.
"Senin araban hâlâ serviste mi?"
Gözlerini hareket ettirdiğim ellerimden çekip bana baktı.
"Evet, yarın almaya gideceğim ama." Gülümsedi. "Merak etme bir tur sürmene izin vereceğim."
Gülümsedim. Beni gerçekten çok iyi tanıyordu. Ben ehliyet alamadığım için doğal olarak arabam da yoktu. Babam bir kaç defa kendi arabasıyla bana sürmeyi öğretmişti. Onun dışında hep Berat'ın arabasıyla boş arazide gezinirdim. Ege ise, üstünde küçük bir çizik bile istemediği arabasını bana yalnızca iki defa vermişti.
Taksi 'SEMRA ECZANESİ'nin önünde durduğunda iç çekerek baktım tabelaya. Berat aşağı indiğinde bende indim. Gözlerim yine tabelaya kaymıştı. Yanımda biten Berat'ın da bakışlarının orada olduğuna emindim. Ege eczaneye teyzemin, yani Berat'ın annesinin adını vermişti.
Kendimi silkeleyip bakışlarımı cam kapıya çevirdim. Düşünmek istemiyordum.
Hızlı adımlarla içeri girdiğimde sıcaklık hemen vücudumu sarmıştı. Arkamdan gelen Berat gözlerini etrafta gezdirdiğinde Ege'nin olmadığını gördü. O sırada elindeki koliyle Ege gözüktü. Sağdaki küçük odadan çıkmış, uzun boyuyla rafa ilerlemişti. Bizi fark edince ise tek kaşını kaldırarak koliyi önümüzdeki tezgâha bıraktı.
"Oo, kimler gelmiş kimler!"
Geniş eczanede gezdirdiğim gözlerimi gülerek ona çevirdim. Berat sırıtarak Ege'nin önünde durdu ve dirseğini cam tezgâha yasladı.
"Hoş geldiniz beyefendi," dedi Ege. "Size nasıl yardımcı olabilirim acaba?"
Bana bakıp göz kırptığında gülmekle yetindim. En son bir hafta önce görüşmüştük onunla. Ve sanırım bunun için bize kızmıştı.
"Bir adet bebek emziği alabilir miyim?" dedi Berat sırıtarak. "En büyüğünden olsun. Zira karşımda koca bir bebek var!"
Hep beraber kahkaha atmıştık. Koca bebeğimiz yani Ege gülümseyerek arkadan çıkıp yanımıza geldi. Berat ile beraber ona sarılıp kısa sürede muhabbete dalmıştık. Ege eczanede beraber çalıştığı kıza bütün işleri yıkıp bizi arabasıyla güzel bir restauranta getirdi.
Doyurucu bir öğle yemeğinin ardından tatlılar gelmişti. Telefonumun bildirim sesiyle çantamdan çıkarıp Çisel'in attığı mesajı okudum.
"Zeynep, Hakan abi bugün sürekli seni sordu bana. Neredesin? Adam illallah ettirdi valla! Bir şey mi konuşacaktınız? Bu arada numaranı istedi ama sana sormadan vermek istemedim."
Kaşlarımı çatarak okudum mesajı. Hakan abi bizim iki sokak aşağımızda oturuyordu ve çok nadir karşılaşırdık. Bazen ise birbirimize başımızla selam verip geçerdik. Benimle ne konuşacak olurdu ki?
İyi biriydi de bana göre. 27 yaşındaydı ve annesinin seçtiği gelinleri hiç istememişti. Başka birini sevdiği konuşulurdu mahallede ama ben inanmıyordum. Belki adam evlenmek istemiyordur.
"Haber verdiğin için sağ ol Çisel. Berat ve Ege'nin yanındayım. Dönünce konuşuruz."
Dönünce bir ara Hakan abiye de uğramayı kafama not edip telefonumu kapattım. Masanın üzerine bıraktıktan sonra çatalımı elime alıp tatlıma yönelmiştim. Lâkin üzerimde olan iki çift göz ile başımı kaldırıp önce yanımda oturan Berat'a, ardında karşımdaki Ege'ye baktım.
Ellerimi hareket ettirmeden dudaklarımı kıpırdatarak 'Ne?' dedim.
"Kimden mesaj?"
Berat'ın tek kaşını kaldırarak yönelttiği soruyla tam ellerimi kaldırmış cevap verecekken Ege atıldı.
"Anıl amcam veya Hüma teyzem mi yoksa?"
Berat'ın suratsız hâlinin aksine Ege gülerek konuşuyordu. Ve bu da aralarındaki farkı bir kez daha gözler önüne sermişti. Ege enerjik bir kişiliğe sahipken, Berat yaşanmışlıklarının acısını sanki mutluluğundan çıkarıyormuşcasına suratsızdı.
"Hayır," Hareket eden ellerime baktılar. "Çisel mesaj attı." Tabii Çisel'in adı geçer geçmez Ege'nin ilgisini çekmişti. "Benimle konuşmak istiyormuş da, dönünce konuşuruz dedim."
Azıcık yalandan zarar gelmezdi. Hem yalan da sayılmazdı ki. Çisel ile konuşacaktım. Sadece Hakan abi kısmını gizlemiştim. Neden gizleme isteğimi bende bilmiyordum.
"Kızım arayıp hoparlöre versene. Bir sesini duysaydım fındığımın."
Berat yüzünü buruşturarak Ege'ye baktı. "Fındık ne oğlum? Çerez mi bu kız?"
Ege göz devirip Berat'ı takmadan bana baktı. "Hadi Zeynep, ara. Sonra dile benden ne dilersen."
Hevesle söylediği şeye kaşlarımı çatıp elimi kaldırdım. "Arkadaşımı bu işe sokmam Ege. Kusura bakma."
Düşen yüzüyle bana kınayan bir bakış attı. Bende karşılığında gözlerimi kısarak baktım ona.
"Öyle olsun Zeynep Hanım." dedi. "Bu arada dikkatimden kaçmadı bana 'Ege' dediğin." Berat ile bana baktı. "Büyüğüm lan ben sizden! Abi diyeceksiniz bana."
Ben oflayarak tatlıma döndüm. Berat ise duymamazlıktan gelerek telefonuyla uğraşmaya başladı. Ege ise 'cık cık'layıp tatlısını yemeğe kaldığı yerden devam etti.
Bir kaç yaş fazlalığın lafını ediyordu adi!
***
Ege'nin yanından ayrıldığımızda Berat beni evin önüne bıraktı ve sonra okuluna gitti. Bugünlük son bir dersi daha olduğunu söylediği için erken ayrılmıştık.
Şimdi ise Çisel ile beraber aşağıdaki parka doğru yürüyorduk. Yokuştan inerken kaldırımı kullandık. Çisel derin bir nefes alıp ellerini pantolonunun arka cebine koydu. Kotun üzerine giydiği beyaz kazağıyla gerçekten güzel olmuştu.
"Ee neler yaptınız?"
Sanırım Berat'lardan bahsediyordu. Telefonumun not bölümüne yazıp ona uzattım.
"Hiç. Öğle yemeği yiyerek biraz hasret giderdik sadece."
'Hmm' tarzında bir ses çıkarıp önüne döndü. Ege'nin kendisine olan ilgisini bilse de bir şey demiyordu. Çünkü Ege'ye o gözle hiç bakmadığını söylemişti.
Çisel sanırım yakın olduğum tek kız arkadaşımdı. Geçmişte yaşadığım olayı, sesimi neden kaybettiğim gibi bir çok şeyi biliyordu. Hiç çekinmeden anlatmıştım. Ona güveniyordum. Ama sık sık bir araya gelmiyorduk. Araya özlem de koyuyorduk biraz ve bu bence arkadaşlığımızı güçlendiriyordu. Şuana kadar bana hiç bir yanlışını görmemiştim.
Bir kaç kere benim yanımdayken Ege'nin gazabına uğruyordu. Ege bir anda okulu basıp beni ziyaret etme bahanesiyle Çisel ile de konuşuyordu. Uyanık işte ne olsun.
"Şu Hakan abi değil mi?"
Çisel'in konuşmasıyla başımı kaldırıp gösterdiği yere baktım. Gerçekten de Hakan abiydi. Adamın biriyle sohbet ediyordu.
"Yanına gidelim. Beni sorduğunu söylemiştin. Bir şey konuşmak istiyor olabilir."
Çisel bakışlarını elimdeki telefondan gözüme çıkarıp başını salladı. Beraber Hakan abinin yanına doğru yürümeye başladık. Hakan abi bizi fark edince konuştuğu kişiyi gönderip gülerek yanımıza gelmeye başladı. Adımları gerçekten hızlıydı. Koyu saçları ince kirli sakalı ve uzun boyuyla gerçekten yakışıklı bir adamdı. Anlamıyorum, neden böyle biri hâlâ bekâr kalabiliyordu?
"Merhaba,"
Direkt gözlerimin içine bakarak konuşmuştu. Ben hafifçe başımı sallayıp tebessüm etmiştim.
"Merhaba," dedi Çisel.
Telefonu kaldırıp Çisel'e döndüm. "Benimle bir şey mi konuşacak? Sorar mısın?"
Başını sallayıp Hakan abiye baktı. Hakan abi ise elimdeki telefonda bir süre oyalandıktan sonra gülerek bakışlarını gözlerime çıkarmıştı.
"Hakan abi şey.. Bugün bana sürekli Zeynep'i sormuştun da. Zeynep de benimle konuşacakları mı var diyor."
İçtenlikle gülümseyip Çisel'e kısa bir bakış attı. "Aslında evet. Söylemek istediğim bir şey vardı." Bana döndü. "Ama ben sizi tutmayayım. Daha sonra boş vakitte uzun uzun konuşuruz." Elini omzuma koydu. "Olur mu Zeynep?"
Gülümseyip olumlu anlamda başımı salladım.
"Güzel o hâlde." İkimizde gezdirdi gözlerini. "Siz nereye gidiyordunuz?"
"Aşağıdaki parka." dedi Çisel.
"Eğlenmenize bakın siz. Görüşürüz."
Başımı salladım. Çisel yine konuştu. "Görüşürüz Hakan abi."
Hakan abi yanımızdan ayrıldığında derin bir nefes alıp bana baktı Çisel. "Sence de Hakan abi bugün biraz garip değil miydi?"
Başımı iki yana salladım. Normal Hakan abiydi işte.
Dudak büzüp koluma girdi. Beraber parka geldiğimizde derin derin soluklandım. İlerideki salıncaklarda iki küçük kız çocuğu vardı ve sanırım ikizlerdi. Gülümseyerek onları seyrediyordum.
Ben öyle dalıp gitmişken Çisel beni çekiştirip bir banka oturttu. Bakışlarımı yine o iki küçük çocuğa çevirdiğimde gördüğüm kişi ile yüzüm düştü.
Bu ukalânın burada ne işi vardı?
Karşı komşumuz bay ukalâ o ikiz kızları salıncağa bindirip sallamaya başlamıştı. Yüzüme ağlak bir ifade koyup Çisel'e döndüm ve elime telefonumu aldım. Tam ne olur buradan gidelim diye yazacağım esnada bir ses duydum. Duydum ve duymamayı yeğlerdim.
"Komşu kızı?"
***
Görüşlerinizi bekliyorum:)
S.D