İyi insanlar kırıldıkça içine kapanır, dışarıdan bakanlar ukala zanneder..
Pablo Neruda
BÖLÜM 5/ ŞARKI
***
"Siyah Duvarların Arasında Pembe Begonya"
Üzerinde lanet varmış gibi bir türlü bitiremediğim Yerle Yeksan kitabımın son kelimeleriydi bunlar. Yavaşça kapağını kapatıp kitaplığımdaki alt raflardan birine, diğerlerinin yanına bıraktım.
Derin bir nefes alıp doğrulduğumda odamda gezdirdim gözlerimi. Gece yaşadığım kriz ve sonra hastane falan derken baya yorulmuştum. Eve geldiğimizde hemen uyumuştum. Şimdi ise saat 17:34'dü.
Hava kararmaya başlamıştı. Ocak ayının sonlarındaydık. Ve bir türlü kar yağmaması da üzücü bir durumdu.
Saçlarımı sağ omzumda toplayıp odamdan çıktım. Babam dışarı çıkmış küçük bir işi olduğunu söylemişti. Annem ise en son televizyon izliyordu.
Aşağıya indiğimde mis gibi yemek kokuları geldi burnuma. Annem yemekleri çoktan yapmış, şuan salonda oturuyor ve televizyon izliyordu. Kapının pervazına yaslanıp bir süre gülümseyerek onu izledim. Sevdiğim çehresinde dolaştırdım bakışlarımı. Gözlerimin rengini aldığım mavi irislerini seyrettim. Gül rengi dudaklarını seyrettim. Ve babamı bir kez daha anladım. Böylesi bir kadına aşık olmamak elde değildi.
Yaslandığım yerden doğrulup salona girdim. Manidar bakışları beni bulduğunda adımlarım hızlandı. Hemen bitişiğine oturup boynuna sarıldım. Mis gibi anne kokuyordu.
Zaten her anne, anne kokardı, değil mi?
"Dün gece bizi çok korkuttun," Saçlarımı öpüp kulağıma fısıldadı. "Öldüm annem."
İstemsizce gözlerim dolduğunda ayrıldım ondan. Ellerimi kaldırıp tam bir şey diyecektim ki, ellerimi tutmuştu.
"Bir şey demene gerek yok. Senin hiç bir suçun yok. Düşündün ve kaptırdın kendini. Benimde aklıma geldikçe dayanamıyorum."
Gözünden bir damla yaş aktığında dayanamayıp yine sarıldım. Keşke yıllardır hasretini yaşadığı sesimi ona bahşedebilseydim.
Annemle biraz daha oturmuş ve konuşmuştuk. Yarın resim yarışmasının sonuçları açıklanacağı için heyecanımı hiç gizlemeden konuşmuştum onunla. Sabırsızca güneşin tekrar doğmasını ve okula gitmeyi istiyordum.
Babam eve geldiğinde onu ben karşılamıştım. Babamda beni kolunun altına alıp burnuma vurmuştu. Ailecek keyifli bir akşam yemeği yemiştik. Odama çıkmamış ve bütün günümü onlarla geçirmiştim. En son esnediğimi gören babam beni odama postalamaya çalışmıştı. Lâkin inatla gözlerimi televizyondan çekmeden omuz silkip durmuştum.
En sonunda kafam koltuğa düşmüş, babam gülerek beni kucaklayıp odama taşımıştı. Üzerime serilen pike ve alnıma konulan öpücük hatırladığım son şeydi.
Dün güneşliğini çekmeyi unuttuğum penceremden güneş ışıkları sızıyordu. Gerinerek yataktan doğrulmuştum. Boynumu esneteceğim esnada telefonum çalmıştı.
Uzanıp aldığımda tanımadığım bir numara görmek kaşlarımı çatmamı sağladı. Telefon sustuğunda gördüklerimle dudaklarımı oynatarak 'oha' demiştim.
Beş cevapsız arama ve 8 mesaj.
Hepsi de aynı numarandı. Oturuşumu düzeltip hemen mesajlara baktım.
"Uyandıysan aşağı in de gidelim"
"Kalkmadın mı hâlâ?"
"Benim sabahın köründe dersim var Zeynep!"
"Senin ders saatin umurumda değil."
"Ablam sabah beni iyice tembihledi."
"Ben daha fazla sinirlenmeden in aşağı."
"Aramalarıma cevap ver. Cidden hâlâ uyuyor musun? O kadar aradım."
"Ben okula gidiyorum. Kendin gelirsin artık. Ablama görünmeden evden çıksan iyi edersin. Onun azarlamalarını dinleyemeyeceğim."
Ağzım açık okudum mesajları. Numaramı nereden bulmuştu?
Hâlbuki dün beni krizden kurtardığı için teşekkür etmeyi planlıyordum. Her türlü ukalânın tekiydi işte!
Sinirle homurdanıp yataktan kalktım. Saat daha 7:30 'du Allah aşkına! Benim dersim 10'da başlıyordu!
İçimden söylene söylene havuç kot pantolonumu giyip paçasını katladım. Üzerime de beyaz balıkçı kazağımı geçirdikten sonra saçlarımı taradım. Kirpiklerime sadece rimel sürdükten sonra küçük sırt çantamla beraber aşağı indim.
Annemler uyuyordur büyük ihtimalle. O yüzden ses çıkarmamaya çalışarak beyaz spor ayakkabılarımı ve beyaz şişme montumu üzerime geçirip sırt çantamı taktım. Beyaz rengini gerçekten seviyordum.
Evden çıktığımda havanın soğukluğu ile ellerimi birbirine sürtüp durağa doğru yürümeye başladım.
Ah! Güneş olmasına rağmen bu dondurucu soğuk hava canımı sıkıyordu.
Okula vardığımda hemen kafeteyaya girmiştim. Kahvaltı yapamadığım için tostla idare edip kahve aldım. Gözlerden en uzak yeri seçip tekli koltuğa oturdum. Sandalyeli masalar ile aramda dört-beş metre vardı.
Kahvemi önümdeki koyu gri masaya bırakıp telefonumdan maillerimi kontrol ettim. Yarışmanın sonucuna dair hiç bir şey yoktu. Hocamız büyük ihtimal bugünkü ders saatinde açıklayacaktı.
Derin bir nefes alıp telefonu kapattım ve masaya ters çevirip koydum. Kahvemi yudumlarken içerisinin sıcaklığından bunalmıştım. Montumu çıkarıp koltuğun kenarına bıraktım. Gözlerimi insanların üzerinde gezdirirken onu aradığımı fark ettim.
Sinirle önüme döndüm. Gözlerim neden o ukalâyı arıyordu?
Sabah attığı sinirli mesajlar geldi aklıma. O kimdi de bana emir veriyordu? Sanki ben okula onunla gitmek için can atıyordum! Miray ablanın da bu isteği çok saçmaydı. Amacı neydi bu kadının?
"Ne düşünüyorsun?"
Bir anda irkilip kafamı kaldırdım. Berkay dibimde dikilmiş kaşlarını kaldırarak bana bakıyordu. Göz devirdiğimde karşımdaki koltuğa oturdu.
"Beni mi düşünüyorsun yoksa sen?"
Kaşlarımı çatarak ona baktım. Tam telefonuma elimi uzatmış alacakken elimi tuttu. Bakışlarımı ona çevirdiğimde hızla elini geri çekti.
"Şimdi söylemek istemezdim ama," dediğinde dikkatle dinledim onu. "Geçen sene diksiyon dersinin yanı sıra dudak okuma dersi de almıştım okuldan."
Gözlerimi pörtlettiğimde gülmemek için yanaklarını ısırdığını gördüm. Yüzü seğirmeye başlamıştı. Ama benim de sinirden gözüm seğiriyordu!
Dudaklarımı oynatarak "Ve sen bunu bana şimdi söylüyorsun?!' dedim.
"G-gerçekten seninle uğraşmak," güldü. Ardından kendisini tutamayıp kahkahayı patlattığında kafeteryadakilerin bazıları bize döndü. Gözlerimi onlardan çekip karşımda iki büklük gülen pisliğe sinirle baktım.
Ayağa kalktığımda kolumdan tutup tekrar oturttu.
"Tamam tamam." Ağzına hayali fermuar çekti. "Gülmeyeceğim."
Bunu derken bile güldüğünü biri şuna söylesin!
"Neden benimle uğraşıyorsun?"
Bakışlarının dudaklarıma kayması hiç de hoş değildi.
"Sende beni gıcık buluyorsun, itiraf et."
Derin bir nefes alıp bakışlarımı başka tarafa çevirdim. Gözlerine bakmadan dudaklarımı oynattım.
"Kendini çok beğeniyorsun anlaşılan. Ukalâ kibirlinin tekisin işte. Ayrıca bende okula seninle gelmekte hevesli değilim. En yakın zamanda ablanla konuş lütfen."
Bir süre sesini çıkarmadı. "Ablamla daha önce konuştum zaten. Bu arada, dışarıdan görüp de kibirli diye beni yargılama."
Ayağa kalktı. İfadesizce bakıyordu şimdi. Tekrar dudaklarımı oynattım.
"Öyle yargılamamam için böyle davranma o zaman. Neyse," Kahvemle bakıştım. "Dün için teşekkür ederim. Sen yardım etmeseydin," Sanki önemsiz bir şeyden bahseder gibiydim. Dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Önemi yok."
Arkasını dönüp yürüdü. Kafeteryanın ilerisindeki kalabalık bir masanın yanına gidip oturduğunda arkadaşları olduğunu anladım. Üstelik içlerinden bir kız, az önce Berkay kahkaha atarken sinirli sinirli bakmıştı buraya. Şimdi ise gülüyordu.
Bakışlarımı onlardan çekip kahvemi elime aldım. Fazla mı büyütmüştüm konuyu?
Berkay az önce sanki kendisi kahkaha atmamış gibi ifadesiz ayrılmıştı yanımdan.
Ama dudak okumayı bildiği hâlde hep yazdırmıştı bana.
Gözlerimi yumdum. Dudak okumayı bildiği için bunu bana söylemek zorunda değildi ki. Kendine gel Zeynep!
Tekrar gözlerimi açtığımda onu gördüm. Arkadaşlarıyla beraber seslice gülüyordu. Kafeterya da en çok o masadan ses çıkıyordu.
Onun arkadaşları vardı. Ben ise şuan tek başıma oturuyordum. Sadece Çisel vardı, ama o da şuan yanımda yoktu.
Konuşamıyorum diye mi benimle arkadaş olmak istemiyorlar?
Gözlerimin dolmasına engel olamadığımda hızla montumu ve telefonumu alıp dışarı çıktım. Bahçede biraz hava alacaktım. Zaten ders saatim yaklaşmıştı.
Telefonumdan sabah mesaj atan numarayı 'Berkay' diye kaydedip, sanki onun için yazılmış olan bir şarkıyı gönderdim. Mesaj iletildikten sonra internetimi kapatıp telefonu cebime attım.
***
"Ahahahha! Ciddi misin sen? Gerçekten bu şarkıyı mı gönderdin?"
Sabahtan beri aynı şeyleri soran Çisel'e sinirli bir bakış attım.
Zaten sinirliydim bir de o sürekli hatırlatıp duruyordu.
Berkay'a yolladığım şarkıyı söylediğimde gülmekten yerlere atmıştı kendini hanımefendi.
"Abartmıyor musun? Gülme artık!"
Telefonu gözüne sokarcasına ona uzattım. Okuduktan sonra biraz toparlanıp yere oturdu. Ama hâlâ gülüyordu. Üzerinde olduğum Çisel'in yatağında bağdaş kurdum.
"Y-ya şarkının sözlerine bakar mısın?" Boğazını temizleyip Berkay'a yolladığım şarkıyı büyük bir ciddiyetle söylemeye başladı.
"Hani çok doğrusun ya,
Her şey de en iyisin ya,
Dünya etrafında dönmüyor bilesin."
Gülmemek için kendini sıkıyordu. En sert bakışlarımdan yollamaya çalıştım.
"Bakışıyla bir dağı devirir,
El alemi dize getirir,
Bütün herkes onu konuşur
O öyle zannetsin."
Gülecek gibi oldum ama sonra toparladım.
"Biraz uslan artık yar,
Bu neyin özgüveni?
Bir destur artık, aştın kendini!"
Dayanamayıp gülmüştüm. O kadar komik görünüyordu ki artık boğazımdan hırıltılı sesler çıkmıştı.
"Yaktım gemileri,
Her gün birileri, ölsün yoluna ben ölmeyeceğim!
Sensizin ilelebet,
Aşkı bulana dek,
Umudumu hiç, yitirmeyeceğim.
Yoluma çıkma, aman diyeyim!
Yıprattın yeterince, gözünü seveyim!"
Çisel'in annesi odaya dalınca anında susmuştu. Kadın bize delirmişiz gibi bakıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp olaya yabancıymışım bakışı attım.
Bir kaç saat daha onlarda kaldıktan sonra havanın karardığını fark ettim. Eve geldiğimde annem sofrayı kuruyor, babam telefonla konuşuyordu. Yemekte sohbet ettiğimizde resim yarışmasında üçüncü olduğumu söyledim. Babam beni tebrik etse de ben üçüncü olduğum için pek de mutlu değildim.
Odama geldiğimde üstümü değiştirip pencerenin perdesini çektim. Ama karşı pencerede elinde su bardağıyla Berkay'ı görünce hemen perdeyi geri çekmiştim.
O şarkıyı hangi akla hizmet attım ben?!
***
S.D.