Üzerine tam oturmuş gömlek ve ceketi, kaslı bacaklarını gözümüze sokan pantolonu-tüm hatları efsane görünüyor- cazibesini ona katlayan ayakkabıları ve şekillendirdiğim saçıyla beraber star parça olan suratına baktım.
Vay be.
Böylesi yok.
“Bu taş da kimmiş böyle?” Alıcı gözlerle, daha doğrusu aç bir şekilde onu süzdüm.
“Benim Coren.”
“Saçını sana gösterdiğim gibi düzelt.” Dedim ve heyecanla yapmasını bekledim. Kaslı kolu havaya kalktı-bu olurken gömleği gerildi ve diğer kasları ortaya çıktı-uzun parmaklarını ipeksi saçlarına geçirdi ve onları hafifçe yana taradı.
Dizlerim tutmuyor. Kör oldum.
“Aman tanrım!” Gözlerimi kapattım ve bu anı beynime kazımaya çalıştım.
“Yaralandın mı?” Panikle bana eğildi.
“Hayır iyiyim.” Böyle esprileri hala anlayamıyordu. “Fenasın. Başa belasın. Yakıyorsun be!”
Başını yana eğdi ve tek kaşını çatıp yüzünü buruşturdu. “Dediklerini anlayamıyorum.”
“Sana iltifat ediyorum.”
Omuzlarını dikleştirdi. “Teşekkür ederim.”
İşte bu! “Aferin sana!” Tam öğrettiğim gibi. Her şeyi inanılmaz bir hızda kavrıyor. “Zaten o kadar yakışıklısın ki kimse kıyafetine bile bakmayacak. Yürü bakalım şöyle.”
Onunla çalıştığımız şekilde, koridorda sağdan sola yürümeye başladı. Yine görüntüsüyle mest oldum. Her adımı kusursuzdu. Yürürken etrafını süzüşü, keskin görüntüsü ve ortama yayılan erkeksiliğiyle görenler onunla konuşmak için sıraya girecekti.
Boğazlarım kıskançlıkla kurudu. Onu sahiplenmeyi bırakmalıydım. Çünkü Coren benim değildi.
Acaba ailesi kimdi? Daha önce başka askerler de görmüştüm ama Coren hepsinden farklıydı. Onun görüntüsü asil olduğunu bağırıyordu. Anne ve babası neden ona birliğe sokmuştu ki? Çok küçük yaşta girmiş olmalıydı. Normalde bu görüntüyle çok daha iyi pozisyonlarda çalışabilirken askeriye onun gireceği son yer olmalıydı.
Acaba ailesi soylu muydu? Ölmüşler miydi? “Birliğe nasıl girdi ki?”
“Bilmem.” Dediğinde gözümü ona çevirdim. Farkında olmadan sesli düşünmüştüm ve Coren da hala yürüyordu. “Hatırlamıyorum.”
“Tamam durabilirsin, yeterli.” Durdu ve yanıma geldi. “Küçük olduğun için mi hatırlamıyorsun?”
“Girdikten öncesi hafızamda yok.”
Ve bunu problem bile etmiyor. “Kaç yaşında girdin?”
“Bilmem.”
“Adını nasıl aldın?”
“Bilmem.”
Tuhaf. Rahatsız edici. Ona yapılanların düşüncesi beni tetikliyor. “Hep Coren mı diyorlardı?”
“Evet.”
“Peki diğer askerler? Üçüncü birlikteki?”
“Hepsi aynı.”
Bu işte bir bok var. Karışmamam gerek. Benimle ilgili değil. Bizzat Kralın içinde bulunduğu bir durum. BENİ AŞAR. BENİ ÖLDÜRÜR. Yapabileceğim hiçbir şey yok.
Of. Sikeyim. “Yanıma gel ve başını eğ.” Hiç ikiletmeden başını eğdiğinde ellerimi saçlarına daldırdım ve gözlerimi kapatarak iyileştirme gücümü kullandım. Acıyı, bunaltıyı, iyileştirilmesi gereken tüm karışıkları düzeltirken zihninin içinde bir yerde çok güçlü bir büyüye eriştim. Hafızası etrafına örülü bir büyü zinciri vardı. Kırmak için çok fazla güç istediği gibi nasıl sonuçları olacağını da bilmiyordum. Ya ona zarar verirse?
Ellerimi indirdim ve bunun için detaylı araştırma yapmayı aklıma kazıdım.
“İlahi güç.” Dedi Coren. Sersemlemiş haldeydi ve bakışları sarhoşa dönmüştü.
“Evet, harikaydın uslu çocuk.” Saçlarını okşadıktan sonra onunla yapmam gerekenleri düşündüm. Sosyete etiği… Ah, düştün elime Coren! Bu dünyanın içinde uzun bir zaman yaşadım ve boktan kuralları çok iyi biliyorum. Şeytanı gülüşümle ona baktım. “Derslere başlıyoruz. Sosyete etiğine hazır mısın?”
Ondan tepki beklemiştim. Öfkelenmesini, reddetmesini ya da huysuzca davranmasını… Ama sadece güzel gözleriyle bana bakarak “Tamam.” Dedi.
ONU FAZLA İYİ EĞİTTİM.
Bu aralar acayip sakin. Hiç öfkelenmiyor. Tepki göstermiyor. Ve bir kere bile güldüğünü görmedim.
Acaba güldüğünde ne kadar yakışıklı olurdu? Off…Bari yakınımda yumuşak bir şey varken görsem gülüşünü. Düşüp bayılabilirim çünkü.
“Seni sosyeteye çıkışın için kusursuz şekilde eğiteceğim.” Dedim koridorda yürürken. O da hemen peşimden geliyordu. “Benim sosyeteye çıkışım berbattı.” Gözümde canlanan anıları ister istemez ona da anlatmak istedim. “Babam çok yoğun çalışıyordu ve annemin de kendince işleri vardı.” Annem benimle hiçbir zaman ilgilenmedi, babam da çıkışımı umursamıyordu. “Herkesin kusursuzca hazırlandığı baloya berbat bir elbiseyle katıldım çünkü o zamanlar çok param yoktu.” Babam boş bir davet için elbise parası vermeyi reddetti. “Herkes elbisemle alay etti ve tüm gece benimle dalga geçerek eğlendiler. Gerçekten rezil olmuştum.” Hiçbir zaman gerçek arkadaşlarım olmadı. Sadece kendimi onların yanında tutarak hayatta kalmaya çalıştım. Mutlu olmaya çalıştım. Coren’a döndüm ve elimde olmadan buruk bir şekilde gülümsedim. “Senin bunları yaşamana izin vermeyeceğim. Her şey harika olacak. Sen en iyisi olacaksın Coren.”
“Tamam.”
“Tüm kızlar sana deli olacak.”
“Görevim onları deli etmek mi?”
Bu düşüncenin ihtimaliyle kalbim bir an yerinden çıkacak gibi oldu. “Yani, gibi. Ama sen yine de deneme. Tamam mı?”
“Anlaşıldı.”
“Çok yaklaşma yani kızlara.”
“Tamam.”
Onu masaya oturtup harfleri tek tek gösterdikten sonra hece birleştirmeyi gösterdim. Sonra bir kelime gösterdim. Onu okuduktan sonra birkaç kelimeyi daha gösterdim. Kaşları çatılmış ve tüm dikkatiyle önündekilere bakıyordu. Üzerinde gezinen büyüyü hissedebiliyordum. Bedeninden taşan güç, onun ne kadar adanmış olduğunu gösteriyordu. Dikkat konusunda savaş modunu açmıştı.
Bir metini okurken kaşlarımı çattım. İMKANSIZ. “Nasıl yaptın bunu!” Daha yeni gösterdim. Kahrolası daha birkaç saat oldu!
“Ezberledim.”
“Şimdi de yaz.”
Verdiğim kalemi dikkatlice tuttu ve cümlenin aynısını yazdı. Doğru mu gördüm diye kağıda eğildim çünkü yazısı gördüğüm en mükemmel yazıydı.
HEM DE İLK DENEMELERİNDE.
Bana bir şeyler oluyor. Piç herif! Her şeyi insan dışı!
Ona imza atmayı gösterdim. Kendi ismini harfleri uzatıp şekillendirecek şekilde yazacağını anlattım ama benim imzama bakarken yüzünü ekşitti.
“Başarısız.” Dedi benimkine. Çünkü sadece mal gibi ismim yazıyordu. Bu konuda berbattım.
“Sen yap da görelim.” Ve kusursuz bir imza yaptı. AMINA KOYAYIM YA! “Şey…Senden bir şey istesem?” Dedim ona yanaşarak.
“Ne isteyeceğine göre değişir.”
Götüme bak ya… “Bana da imza yapsana. Benimki çok kötü.”
“Tamam.” Kağıdı önüne aldı ve birkaç defa deneme yaptı ama hepsi de…İğrenç oldu. “Olmuyor.” Derken sesi çaresizdi.
“Neyse.” Dedim ve rezalet imzaya baktım. Bir benimki olmamıştı zaten.
“Yapacağım.” Hırsla yeni bir kağıt aldı.
“Önemli değil Core-“
Bedeninden taşan büyüyle kaşlarımı kaldırdım. Gözlerinden kırmızı büyü taşıyordu ve solukları hırıltılı bir hal almıştı. “Başarısız olmayacağım.” Bir imza daha attı ama bok gibi oldu. Daha da hırladı. “Başarısız olursam ölürüm.”
🐶
Her sabah gözümü Coren’la açıyordum. Duşunu almış, üzerini giyinmiş bir şekilde yatağımın başında sessizce bekliyordu.
O, kahvaltıyı hazırlarken ben de üzerimi giyiniyordum. Sonra onun hazırladıklarını beraber yiyorduk. İki günde bir malikaneyi temizliyor, sürekli yeni tarifler pişiriyordu. İlk başta görevime lanetler etsem ve öleceğimi düşünsem de şu an süper seksi bir adamı sık sık çıplak görüyordum. Ev temizleniyor, yemekler pişiriyor ve ben Coren’la çalışırken keyfime bakıyordum. Öğretmem gereken şeyi bir defa anlatmam, onun kusursuz bir biçimde yapması için yeterliydi. Öfke nöbeti ve saldırgan tavırları tamamen bitmişti.
Cennetteydim.
Mutfakta harikalar yaratsa da tatlı konusunda pek ilerleyememiştik. Canım acayip tatlı çekiyordu ama her yaptığı tatlı ölmek için can atan balçıklara benziyordu.
Bugünün hedefini bulmuştum. Tatlı yapacaktık.
Tatlı tarifleri olan kitabı kaptığım gibi Coren’ın odasına gittim. İçeri girdiğimde gördüğüm manzarayla yine ve yine mest oldum.
Camın önündeki sandalyesine oturmuştu. Kusursuz takımının içinde harika görünüyordu. Sol eline aldığı kitabı estetik bir biçimde tutmuş okurken sağ eliyle de fincanını almış ve çayından bir yudum alıyordu. Üzerine düşen güneş ışığı tenini cezbedici bir huzurla bana sunarken siyah saçları önüne düşmüş, beyaz gömleğiyle mükemmel bir tezatlık içerisindeydi.
Salaş beyaz gömleği, gömleği pantolonunda ayıran kemeri ve altına giydiği botlarıyla kahrolası bir prens gibiydi.
Gerçekten de taş gibi herif.
Onu iki haftada getirdiğim hale bakıp kendimde gurur duyuyordum. Her şeyi parçalayan vahşi adam sanki hiç var olmamıştı.
O her zaman böyle asil ve kibar gibiydi.
Bu içime bir kurt düşürdü.
Belki de o her zaman asil ve kibardı.
Canavara dönüştürülmeden önce…
Sandalyesini deviren bir hızda ayağa kalktığında hırlayarak camın önüne geçti. “Ne oluyor? Ses duyduysan sakin ol. Birazdan geçecek.” Hızlanan solukları ve etrafında cirit atan ölümcül büyü gücünü görünce yanına gittim ve arkasından sıkıca sarıldım. “Derin nefes.” Diye hatırlattım ama bedeni biraz bile gevşememişti. İnanılmaz gergindi ve kendini zor tuttuğunu hissediyordum. Normalde böcek ya da rüzgar olduğunu fark edince sakinleşirdi. Şimdi bir türlü sakinleşmiyor.
Acaba gerçekten tehlikede olduğumuz bir durum mu var?
Endişe beni de kemirmeye başladığı an aşağı kattan gelen güçlü yumruk seslerini duyduk. Birisi kapıyı çok sert şekilde yumrukluyordu. Camdan baktığımızda aşağısı görünmediği için kimin geldiğini de bilmiyorduk.
İkimiz de hızlı bir hareketle kapıya döndük.
Buraya kimse gelmemeliydi ve hiç kimse, kapıyı öyle yumruklamamalıydı.